İnsanoğlunun yeryüzünde hayâtını idâme ettirebilmesi için birtakım vâsıtalara ihtiyâcı vardır. Beşerî ihtiyaçlarına kaynak bulması, hayatta kalmasını sağlaması açısından olmazsa olmaz bir husustur. Allah Teâlâ yarattığı kuluna türlü ve çeşitli rızık kapıları var etmiş, insanoğlunun meşrû çerçevede rızık temin etmeye çalışmasını ve bunlardan istifâde etmesini istemiştir.1 İnsanın geçimini sağlamak üzere başvurduğu önemli kaynaklardan birisi de ticârettir. Allah Rasûlü Hz. Muhammed Mustafa (sav) rızkın onda dokuzunun ticârette olduğunu beyân etmiş ve insanları dürüst ticâret yapmaya sevk etmiştir.2 Hz. Peygamber’in (sav) bu yönlendirmesi doğrultusunda insanların beşerî ihtiyaçlarının temininde çoğu zaman başvurulan yol ticâret olmuştur. Çünkü ticâret hayâtın bütün yönlerini kuşatmakta ve bu yönüyle her birey ticâretle bir şekilde haşir-neşir olmaktadır. Her insan alıcı veya satıcı konumunda bulunarak akde taraf olmakta ve birtakım hukûkî/fıkhî sorumluluklar taşımaktadır.
İslâm’da alış-verişin nasıl yapılmasına dâir usuller, alıcı ve satıcının hakları; kısaca ticâret ahlâkı Kur’ân ve Sünnet ile belirlenmiştir. Allah Teâlâ, insanların rızâları ile yaptıkları ticâretler müstesnâ olmak üzere, malların ve sermâyelerin bâtıl yollarla el değiştirmesini net bir biçimde yasaklamış,3 alışverişi helâl, ribâyı/fâizi ise haram kılmıştır.4 Hz. Peygamber’in (sav) de ticâret konusunda, kişinin el emeğiyle ve alışverişle kazandığı kazancın en temiz kazanç olduğu,5 doğru tüccarın âhirette arşın gölgesinde gölgelenebileceği6; yine sözünde ve işinde doğru olan tüccarın âhirette nebîler, sıddîklar ve şehitlerle beraber olacağı7 gibi müjdeler verdiğini kaynaklardan öğrenmekteyiz. Rabbimizin bu güzel lütuf ve ikramlarına kavuşabilmek ticâret yaparken birtakım hukukî ve ahlâkî şartlara riâyet etmekle mümkündür.
İSLÂM’IN ÖNGÖRDÜĞÜ TİCÂRÎ AHLÂK
Hadîs-i şeriflere bakıldığında ticâret esnâsında dikkat edilmesi gereken hususların başında ‘doğruluk’ ilkesinin geldiği görülmektedir. Efendimiz’in (sav) bildirdiği ölçüde ve tartıda hile yapmamak, akde konu olan malın kalite ve fiyatı konusunda yalan konuşmamak, malı müşteriye belirtilen zamanda teslim etmek ve alıcının da ödemeyi zamânında yapması8 gibi hususlar İslâmî ticâretin nasıl olması gerektiği konusunda bize yön veren gerçekler olarak karşımıza çıkmaktadır. Efendimizin (sav) ticâret konusunda dile getirdiği bu hususlar tüccarın evvelâ/öncelikle tüccar olması hasebiyle değil Müslüman olması hasebiyle doğruluğuyla ön plana çıkması gerektiği mesajını bizlere vermektedir. Efendimiz (sav) çevresinde doğruluğuyla tanınan tâcirin işlerinin artıp müşterisinin çoğalacağı gibi âhiret açısından da büyük ecirlere kavuşacağını haber vermiştir. Buna mukâbil alışverişinde doğru olmayan ve malını satmak adına yalanın bin türlüsünü söylemekten çekinmeyen tâcirlerin müşterilerini değil bilakis kendilerini aldattıklarının altını da çizmiştir. Bu tip insanların toplumda oluşturdukları güvensizlik ve huzursuzluğun da sosyal ve ekonomik açıdan çeşitli zararların ortaya çıkmasına zemin hazırladığı akıldan çıkarılmamalıdır.
Ticârette dikkat edilmesi gereken hususlardan bir tânesi de ‘yemin etmemek’tir. Malını satabilmek için inandırıcı olma noktasında günümüzde oldukça sık rastlanan yeminle, satışa konu olan malda ortaya çıkabilecek olası hatâlar Yüce Allâh’ın (cc) adı referans gösterilerek giderilmeye çalışılmaktadır ki, bu yanlış bir tutumdur. Yalan yere yemin etmenin haram, yalan olmasa bile yemin etmenin tenzîhen mekruh olduğu9 düşünüldüğünde muttakî olmak isteyen Müslümanların her işte olduğu gibi ticârette/alış-verişte de yemin etmekten şiddetle kaçınmaları gerektiği sonucu ortaya çıkmaktadır. Ayrıca ticârette edilen yeminlerin mala olan rağbeti artırsa da bereketi ortadan kaldırdığı10 ve yalan yere yemin ederek malını satan tâcir ile Allah Teâlâ’nın kıyâmet günü konuşmayacağı, ona bakmayacağı, onu temize çıkarmayacağı ve onun için elem dolu bir azap olduğu Peygamber Efendimiz (sav) tarafından haber verilmiştir.11
Özellikle ölçü ve tartı ile satışa sunulan mallarda yapılan ticârette titiz davranmak ve alıcı aleyhine olabilecek herhangi bir olumsuzluğa meydan vermemek de ticarî ahlâkın gereklerindendir. Yüce Rabbimizin İsrâ Sûresi’ndeki; ‘Ölçtüğünüz zaman tastamam ölçün ve doğru terâzi ile tartın. Bu, hem daha iyidir hem de netîcesi bakımından daha güzeldir’12 emri, hem malı ölçen/tartan elin, hem de malı ölçen/tartan aletlerin doğru olmasının vurgulanmasıyla ölçü ve tartıyla ticâret yapan insanların hayırlı netîceler elde etmelerinin rotasını çizmiştir. Bununla berâber Kur’ân-ı Kerim, kendileri bir mal alırken tam ölçüp tartıp başkalarına yaptıkları satışlarında eksiltme yapanlara ‘Yazıklar olsun’13 şeklinde hitâb etmiştir.
Ticârete konu olan mal satılırken elbette insanlar mallarını övme ihtiyâcı hissederler. Fakat malın övülmesi/methedilmesi maldaki kusurların alıcıya söylenmesinden sonraya bırakılmalıdır. Aksi takdirde müşteri yapılan övgüye binâen ayıpları görme noktasında basîret gösteremeyecek ve aldanacaktır. Bunu ortadan kaldırmak ise önce maldaki ayıpların söylenmesi, ardından malın övülmesiyle mümkündür. Her insan kendisini karşısındakinin yerine koymalı ve ne kendisinin aldanmasına ne de karşısındakinin zarar görmesine meydan vermelidir. Bâzı durumlarda ise malın ayıp ve kusurlarının söylenmediği gözlenmektedir. Peygamber Efendimiz (sav) bu husûsun alışverişteki bereketi ortadan kaldıracağını şu ifâdelerle beyân etmiştir: ‘Satıcı ile müşteri birbirinden ayrılmadıkça muhayyerdirler. Eğer dürüst olup satışla ilgili hususları açıklarlarsa alışveriş kendilerine mübârek kılınır; şâyet yalan söyleyerek malın veya bedelinin ayıbı gizlenirse alışverişin bereketi kaldırılır.’14 Yine Efendimizin (sav) pazarın kurulduğu bölgeden geçerken buğday satan bir zâtın yanına uğradığında elini buğday yığınına daldırdığı ve üstünün kuru altınınsa yaş olduğunu müşâhede ettiği anda söylediği ‘Bizi aldatan bizden değildir’15 sözü, alış-verişte aldatma ve hîlenin insanı Hz. Peygamber ve mü’minlerden olmamaya götüreceği gerçeğiyle yüzleşmemiz için önemli bir uyarıdır.
İslâm’a uygun bir ticârette bulunmaması gereken hususlardan bir diğeri ‘müşteri kızıştırmamak, pazarlık üzerine pazarlık yaparak malın fiyatını yükseltmeye çalışmamak’tır. Günümüzde bâzı insanların özellikle araç veya hayvan alırken gerçekten alıcı olmadığı halde (satıcıyla anlaşarak) alıcıymış gibi davranıp fiyat yükseltmeye çalıştıkları herkes tarafından bilinen bir durumdur. Bu durum malın değerinden/ederinden fazlasına satılmasına ve müşterinin aldanmasına sebebiyet vermektedir. Her ne kadar bu şekildeki bir alış-veriş sahih olsa da aldatmanın günâhı satıcıya ve pazarlığı kızıştıran kimseye âit olmaktadır. Bu da İslâm ahlâkıyla bağdaşmayan, doğru ve güvenilir bir tâcirde bulunmaması gereken bir özelliktir.
Yazımızın başında Rabbimizin alış-verişin helâl, fâizin ise haram olduğunu beyân ettiğini söylemiştik. Ne yazık ki günümüzde birçok ticârî müessese çalışmalarını fâiz odaklı yapmaktadır. Fâiz ise toplumdaki yardımlaşma ve dayanışma mefhumlarını ortadan kaldırmakta ve belli bir zümrenin aşırı zenginleşmesini sağlarken küçük çaptaki müesseselerin daha da güçsüzleşmesine, netîcede iflâs etmesine sebep olmaktadır. Ticâretin gereğinin çalışmak olduğu gözönüne alındığında fâizin insanlardaki çalışma azmini ortadan kaldırdığı ve insanı kolay para kazanmaya alıştırdığı için üretimi yavaşlattığı husûsu da dikkatlerden kaçırılmamalıdır. Toplumumuzun, her ne kadar fâizin haramlığını inkâr etmese de içerisinde bulunduğu ticârî ortamın olumsuz netîceleri ve nefsine hâkim olamaması gibi dezavantajlarla fâizi günlük hayâtın bir parçası gibi algılamaya başladığı göze çarpmaktadır. Fakat bu hususta unutulmaması gereken bir şey vardır ki fâiz Allâh’ın haram kıldığı hususlardan birisidir ve bu haramdan şiddetle kaçınılması gerekmektedir.
MÜSLÜMAN TİCÂRET ERBÂBININ KARAKTERİSTİK ÖZELLİKLERİ VE SONUÇ
Ticâretini İslâm’a göre düzenlemek isteyen tâcir herkes tarafından doğruluk ve güvenilirliği ile bilinmeli, güleryüzlü ve hoş sözlü olmalı, asla hîle ve aldatmaya başvurmamalı, Allâh’ın (cc) yasakladığı, insanlara zararı dokunabilecek malları satmamalıdır. Aynı zamanda yaşayışıyla da insanlara örnek olmalı, takındığı İslâmî tavırla ekonominin sağlam temeller üzerine binâ edilmesine katkıda bulunmalıdır. İslâm’daki ticârî ahlâkın şartlarını/gereklerini yerine getirirken dünyâ ve âhiret dengesini korumalıdır. Kişi bir yandan dünyevî ticâretini yapmalı, bir yandan da uhrevî ticâretini ihmâl etmemelidir. Aksi halde mal, mülk ve çok kazanma arzusu kendisini esir almaya başlar ve bu durum kişinin bu dünyâsını kurtarırken âhiretini harâb etmesine sebep olabilir.
Sonuç olarak belirtmek isteriz ki ticâret şartlarına, usûl ve âdâbına uygun bir biçimde yapıldığında insana toplum içinde saygınlık ve güven, Allah (cc) katında ise yüksek dereceler getirebilecek bir ibâdettir. İçinde Allah (cc) rızâsı olan her iş, kalbinde Allah (cc) korkusu olan her tâcir mutlaka alışverişinde kârlı çıkacaktır. Daha geniş bir perspektiften değerlendirdiğimizde kul olarak insan, dünyâ pazarında âhireti kazanmak için tezgâhını açan bir tâcir konumundadır. Eğer ticâretini doğru ve dürüst yaparsa kazancı cennet; hîle ve aldatmaya başvurup dünyâyı sâhiplenir, âhireti unutursa iflâsı cehennem olarak kendisine sunulacaktır. Rabbim bu ticâretten kazançlı çıkmayı cümlemize nasîb eylesin.
Habip ÖZTÜRK
Kaynak: Yeni Dünya Dergisi
Dipnotlar:
[1] Maide 5/3-8.
2 Suyûtî, el-Câmi’u’s-Sağîr, c.III, s.244.
3 Nisa 4/29.
4 Bakara 2/275.
5 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.III, s.466.
6 İbn Mace, Ticâret 1.
7 Tirmizî, Buyû 4.
8 İsmail Karagöz, ‘Kur’ân’da Sıdk Kavramı ve Sadık İnsan’, Diyanet İlmî Dergi c.XXXVII, Sayı: I, s.114.
9 İbn Hacer, Fethu’l-Bari bi Şerh-i Sahihu’l-Buhari, Beyrut 1986, c.V. s.40.
10 Buharî, Buyû 26; Ebu Davud, Buyû 6.
11 İbn Mace, Ticâret, 30.
12 İsra 17/35.
13 Mutaffifin 83/1-3.
14 Tirmizî, Buyû 26.
15 Ebu Davud, İcare 16.