Anasayfa Tartışma Eşitsizliğin Bir Göstergesi Olarak Bölgesel Kapanlar Türkiye’de Söz Konusu Olabilir mi?

Eşitsizliğin Bir Göstergesi Olarak Bölgesel Kapanlar Türkiye’de Söz Konusu Olabilir mi?

by

Uluslararası Para  Fonu (IMF) tarafından hazırlatılan ve geçtiğimiz aylardan yayınlanan Amerika’da ülke içindeki göç hareketliliğini, kentsel eşitsizlikler ekseninde inceleyen raporun bulguları eşitsizlik-konutlaşma ilişkisine dair çarpıcı fikirler veriyor. Amerikan kentlerinin uzmanlaşmış organizasyonuna bağlı olarak, kentler arasındaki işgücü farklılaşması gelir düzeylerinde kuvvetli ayrışmaları ve mekânsal hareketlilikleri sınırlayan içe kapanmaları beraberinde getiriyor. “Superstar” sahil yerleşmeleri ve Amerika kıtasının iç bölgeleri arasında hareketliliğin azalmasını ortaya koyan araştırmada, şehirler arası göç hareketliliğindeki düşüşün, birbirleri ile paralel biçimde yükselen gelir ve konut eşitsizlikleri ile eş zamanlı yükselirken gerçekleşmesi, oldukça çarpıcı bir senaryo üretiyor (Bkz. Grafik 1).

Tamim Bayoumi ve Jelle Berkema’nın bu araştırmasını CityLab için yorumlayan Richard Florida, haklı olarak, durumu kentsel kapanlara benzetiyor. Yüksek gelir getirecek iş imkanlarına erişemeyen nüfuslar; toplanan vergilerdeki düşüklük nedeni ile daha az yatırım çeken iç bölgelerde adeta kapana kısılmış oluyorlar. Bu durumun kentler arası hareketliliğin yerleşmelerin gelişmesine imkan sağlayacak fırsatları da kısıtladığı düşünülebilir. Uzmanlaşan ve ülke ölçeğinde gelir gruplarına göre kendini kapatan kentlerin, insanları hareketlilik ile elde edeceği fırsatlardan mahrum bırakması da en ciddi sorunu teşkil ediyor. İleri kapitalist ülkelerde metalaşan kent mekânı serbest piyasa güdümü ile bölgesel ölçekte kapatmalara yol açtığına şahitlik ediyoruz. Henüz alt ölçeklerde bina-mahalle ekseninde ayrışmaları hızla aşarak Türkiye’nin de benzer sonuçlara mahkûm olması, eğer önlemler alınmazsa, zaten kökleşmiş bölgesel sorunların olduğu bir coğrafyada kaçınılmaz.

İleri kapitalist ülkelerde metalaşan kent mekânı serbest piyasa güdümü ile bölgesel ölçekte kapatmalara yol açtığına şahitlik ediyoruz. Henüz alt ölçeklerde bina-mahalle ekseninde ayrışmaları hızla aşarak Türkiye’nin de benzer sonuçlara mahkûm olması, eğer önlemler alınmazsa, zaten kökleşmiş bölgesel sorunların olduğu bir coğrafyada kaçınılmaz.

Grafik 1: İç göç hareketliliği yavaşlarken yükselen gelir ve konut eşitsizliği

Türkiye’de kentsel- bölgesel farklılaşmaların, birer bölgesel kapana dönüşmesini hızlandıracak bazı süreçlerin devrede olduğunu görüyoruz. Küresel bir merkez olarak İstanbul, artık 1950’lerden itibaren hızlanan düşük vasıflı iş gücünü hanehalkı ile kabul eden tutumunu değiştirmiş durumda. Yüksek gelir beklentisi, düşük gelir grubu için hanehalkını geçindirecek bir potansiyeli barındırmıyor. Şehir kendi içinde de, ilçe, semt, mahalle ayrışmaları ile, homojen bir görünümü hızla heterojen bölgelere terk ediyor. Barınma koşullarının astronomik fiyatlar ile karşılanabilmesi, giderek daralan düşük gelir grubunu kentsel çeperde komşu illere yaslıyor.

Yüksek gelir beklentisi, düşük gelir grubu için hanehalkını geçindirecek bir potansiyeli barındırmıyor. Şehir kendi içinde de, ilçe, semt, mahalle ayrışmaları ile, homojen bir görünümü hızla heterojen bölgelere terk ediyor. Barınma koşullarının astronomik fiyatlar ile karşılanabilmesi, giderek daralan düşük gelir grubunu kentsel çeperde komşu illere yaslıyor.

2004 yılında yeniden kurumsallaşan Toplu Konut İdaresi’nin kent içinde neredeyse hiçbir sosyal konutu devreye sokmaması bilakis yüksek gelir gurubu için hasılat paylaşımı projelerinde kolaylaştırıcı olması bunun açık bir göstergesi. Bu durumda, İstanbul’da kentsel kapanlar mikro ölçekte yaşam alanlarının kısıtlanması, kentsel donatı imkanlarından yoksunluğu beraberinde getiriyor. Kuşkusuz İstanbul ve tüm Türkiye için bu durumun belirleyici bir etmeni olarak kentsel dönüşüm projeleri, gerek bina bazlı gerekse ada-mahalle bazlı olsun ayrışmanın, dolayısı ile eşitsiz gelişmenin konturlarını keskinleştiriyor. Bilindiği gibi, başlangıçta, Esenler, Gaziosmanpaşa, Fikirtepe bölgelerinde daha çok, mülkiyet hakları kaynaklı sorunlara neşter vuran kentsel dönüşüm; arsa değerlerinin görece çok yüksek rakamlara ulaştığı yerlerde parsel ölçeğinde bina yenilemelerine de “kentsel dönüşüm” klişesini iliştirdi. Belirgin biçimde, riskli yapıların yoğunlaştığı yerlerde, siyasal kaygılar ile ötelenen büyük nüfus ve bina yığılmaları, mülkiyetler üzerinde tasarruflarını genişletecek özel teşebbüsleri beklemeye devam ediyor. Bu motivasyon ile genişleyen dönüşüm, kentsel gelişme kuramlarının klasik iktisada yaslanan görünümüne paralel olarak İstanbul’da, sahil kesimi ya da e-5 altı olarak tarif edilen bölgeleri giderek üst gelir grubunun yaşam ve erişimine açık bir hale sevk ederken, ikinci ve üçüncü köprü bağlantılarına doğru genişleyen üst gelir konut alanlarını, ülkenin ve küresel gayrimenkul yatırımların konut stokladığı kent katmanlarına dönüştürüyor.

Aslında,  1999 yılında dahi TÜSİAD raporlarının işaret ettiği biçimde Türkiye’de bölgesel gelişme farkına bağlı olarak, Marmara Bölgesi ve özellikle İstanbul tüm ülke nüfusunun yükselme beklentilerinin karşılandığı tek merkez olarak liderliğini korurken, bölgesel merkezler de ortaya çıkmıyor değil. Ancak Türkiye’de gelir farklılaşmalarının kent içinde daha alt ölçeklere yansıyan çok daha çarpıcı bir doku üretmesi, Türkiye kentleri için öncelemesi gereken bir konu olarak ilgilileri düşündürüyor.

Göç hareketliliği Türkiye’de 1990’lara kadar süren büyük kentlere bir akış olarak kendini üretmişti. Bugün Tekirdağ’dan Sakarya’ya ve güneyde Bursa’ya uzanan kentsel yığılma bölgesi, ülke içinde kendine çektiği nüfustan çok daha fazla bir iç hareketliliğin de sahnesi durumunda. Önceki dönem, nasıl ki, bölgesel farklılaşmanın bir eseri olarak, iş gücünü büyük şehirlere çekti ise; bu megalopolis alanında da mikro ölçekli eşitsizliklerin derinleştirdiği bir hareketlilik gözlenebilmektedir. Şu kadar var ki, kentsel alan içerisinde sınır duvarları daha da yükselmekte, farklılaşan gelir kesimleri için erişilebilir konut alanları daha çeperlere itilmektedir. Konut sektörü içinde üretilen stüdyo daire ya da 1+1 türünden modeller sayesinde, yeni bireysel toplum yapısına uygun ancak yüksek gelir, kültür ve sosyal imkanlar beklentilerine yakın yaşam alanları sunulabilmektedir. Beyaz yakalı olarak tabir edilen ve kent merkezindeki yüksek gelirli, küreselleşmiş, çok uluslaşmış iş çevreleri, gelir bağımlı ama mekan bağımsız küresel akışlara açık konut alanlarını işgal etmektedir.

Sonuç olarak kentten bölgeye hareketlilikleri sınırlayacak, kentsel fırsatları sınırlı kesimlere terk edecek bir kapanmanın Türkiye için de gerçekleşmesi uzak görülmüyor. Kentsel ayrışmaların ortaya çıkardığı eşitsiz koşulların önemli bir bileşeni olarak hanehalklarının yaşanabilir konuta erişimindeki kısıtlar yaşam düzeyindeki eşitsizlikleri kentsel çeperlere öteleyerek belirginleştiriyor. Şehirlerin homojen dokusunun tarihsel olarak ürettiği fırsat eşitliğinin serbest piyasa içinde nesneleştirilmiş mekanlarda sürdürülebilirliği mümkün görünmüyor.

Yunus ÇOLAK

KAYNAK: TYAP

Kaynakça

https://www.citylab.com/equity/2019/08/home-prices-jobs-inequality-economic-mobility-data-research/594829/

https://www.imf.org/en/Publications/WP/Issues/2019/06/03/Stranded-How-Rising-Inequality-Suppressed-US-Migration-and-Hurt-Those-Left-Behind-46824

Benzer Yazılar

Görüşlerinizi Paylaşabilirsiniz

    Mail Bültenimize Abone Olun