Hacı Sarı
Kemalpaşazade’nin Hicri 1281 (1864) yılında Mecmua-ı Fünun dergisinin 32. sayısında “Medh-i Sa‘y ve Zemm-i Betalet hakkında Meşahir-i Ulemayı İslamiyeden Kemal Paşazade’nin Arabî Risalesinin Tercümesidir” (Ethem Pertev, 1281) adıy- la Edhem Pertev Paşa tarafından yayınlanan bu risalesi, Osmanlı zihin dünyasında emek / çalışma kavramlarının anlam çerçevesi hakkında önemli ipuçları vermektedir. Kemalpaşazade’nin “Fi’l-Hassi ‘ala’s‘ay ve’l-men’ ‘ani’l-batâle” (Kemalpaşazade, t.y.) adlı risalesi, Edhem Pertev Paşa tarafından tercüme edilerek Osmanlı düşünce dünyasının yeniden dikkatine sunulmuştur. Makale, her ne kadar Osmanlı klasik çağının (16. yy) ifade ve algı biçimi olsa da, bu anlayışın Osmanlı düşüncesi ve hayat tarzının hızla değişmeye başladığı bir dönemde (19. yy) hala geçerli olduğu ileri sürülebilir. Bununla birlikte risalenin yayınlandığı derginin profili dolayısıyla farklı bağlamda okuma da yapılabilir. Bu sebeple metin aynı olmakla birlikte bağlamın değişmesinden dolayı farklı anlam taşıdığını iddia etmek de mümkündür.
Bu çalışmada Kemalpaşazade’nin “Fi’l-Hassi ‘ala’s‘ay ve’l-men’ ‘ani’l-batâle” adlı risalesinin üç farklı dönemde anlam çerçevesini belirlemeye çalışılacaktır. İlk olarak yazıldığı dönemde kesb (kazanç), rızk ve sa‘y (emek) kavramları çerçeve- sinde çalışma / emeğin İslam-Osmanlı zihin dünyasında tekabül ettiği anlam üzerin- de durulacaktır. Akabinde risalenin Edhem Pertev Paşa tarafından tercüme edilerek Cemiyet-i İlmiyeyi Osmaniye’nin yayın organı olan Mecmua-i Fünun dergisinde yayınlanmasının cemiyet ve derginin Osmanlı düşünce dünyasında tekabül ettiği konum merkeze alınarak değerlendirilmeye çalışılacaktır. Son olarak da aynı makalenin üçüncü kez yayınlanmasındaki maksat açıklanmaya çalışılarak Kemalpaşazade’nin yaklaşık 5 asır önce yazılan makalesinin bugünün insanı için ne anlama gelebileceği üzerine fikir yürütülecektir.
Bu çalışma, elimizdeki metinle birlikte üçüncü kez yayınlamış olacak olan bir risalenin klasik dönem İslam / Osmanlı dünyası, modernleşme sürecindeki Osmanlı zihin dünyasında ve son olarak küresel kapitalist çağda ne anlamlar ihtiva ettiğine dair bir deneme olarak düşünülebilir.
Kemalpaşazade, emek / çalışmadan bahsederken, İslam inancına göre insanın nihai gayesini merkeze alan bir yaklaşım göstermektedir. Kemalpaşazade’ye göre gayeli varlık olan insan için asıl gaye, Allah’ın rızasını kazanmaya yönelik olan kulluk yani ibadettir. Kur’an’da insanın yaratılış gayesi olan ibadet şu ayetle belirlenmiştir: “Cin- leri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 51/56). Ayette geçen ‘ibadet’ kelimesinin kök hali olan “… ‘abd’in Sami dillerindeki asıl anlamının yapmak, meydana getirmek, çalışmak, üretmek anlamına geldiği; kulluk etme‘nin ise kelimenin sonradan kazandığı yan anlam” (Altınay, 2006, s. 37) olduğunu belirtmekte fayda vardır. Kelime kökündeki bu incelik; Allah insanları, ibadetin yanında, yine Ona ibadet etmek ve Onun istediğini yerine getirmek, kurduğu âlem nizamına uymak demek olan çalışmak ve üretmek için yarattığı anlamı da mündemiçtir.
Kemalpaşazade, ikinci bir düstur olarak yine İslam inancından naşi, insanın niha- yetinde yaratıcıya hesap verme yükümlülüğüyle mükellef olmasıdır. Hesap gününde insan, dünya hayatında bütün yapıp ettiklerinin karşılığını bulacağı ve bu eylemlerinden dolayı rabbine karşı sorumlu olduğu düsturundan hareket etmektedir. Metot olarak, İslam Hukuk kaynaklarının hiyerarşisi içinde Kuran, Sünnet ve bazı ulemanın görüşlerinin yanında kelam-ı kibara başvurarak açıklama getirdiği çalışma hususunda “insan için ancak gayret gösterdiğinin karşılığı vardır” ayetiyle başlar.
Kemalpaşazade’nin bu ayete referansta bulunmasındaki maksat sa‘y (çalışma), kesb ve ‘rızk’ hakkında ‘efkâr-ı batıla’yı tenkit etmektir. Çalışıp gayret göstermenin rızayı ilahiye aykırı olmadığını Hz. Meryem kıssasından örnekle izah etmeye çalışır. Ayrıca ve de daha da önemlisi rızık elde etme hususunda gösterilen gayretin takdiri ilahiye muhalif olmadığı gibi, evvelden taksim olunan rızkın elde edilmesi için bir vesile olarak addedilmesi gerektiğini vurgular. Risalede, tevekül hususunda toplumda sahip olunan batıl anlayışın saʻy ve kesb kavramları çerçevesinde tenkidi ise bir diğer önemli mevzudur. Tevekkülün tembellik etmenin mazereti olamayacağını belirten Kemalpaşazade, tembelliğin bir erdem şeklinde sunulmasının tevekkülle alakası olmayacağını belirtir.
Kemalpaşazade, emek /çalışmadan bahsederken, toplum içinde yaşayan her bir bi- reyin yekdiğerine karşı ifa etmesi gereken sorumluluklarını kapsayan “karşılıklılık” ilkesi üzerinde durmaktadır. Toplum içinde yaşayan insanın hem yaşamını sürdüre-bilmesi hem de asıl gayesine ulaşması için diğer insanların saʻyinin / emeğinin seme- resinden faydalandığını ifade ederken, her bir ferdin yararlandığı bu fayda nispetin- de topluma / diğer insanlara bir karşılık sunması gerektiğini ifade eder. Karşılıklılık olarak ifade edilen toplumsal vazife, insanın yaratıcıya karşı olan sorumluluğundan doğar. İnsan için asıl gaye, rızay-ı ilahiyi kazanmaya yönelik olan kulluk / ibadet vazifesidir. Ancak insanın ibadet vazifesini yerine getirebilmesi, doğasının gerektirdiği ihtiyaçların karşılanmasına bağladır. Bunların başında yiyecek, içecek, giyecek ve barınma gelir. İnsanın canlılığını sürdürmesinin asgari şartı olan bu ihtiyaçların kar- şılanabilmesi için de kişinin ihtiyacın cinsine göre farklı türlerde emek icra etmesini gerektirir. Bu da kişinin temini ihtiyaç için harcayacağı emek ve zaman miktarınca ibadetten alıkonulması anlamına gelir. Kişisel ihtiyaçların toplumsal olarak karşılanması anlamına gelen “toplumsal işbölümü” çerçevesinde düşünüldüğünde toplum fertleri asıl gayelerine erişmek için birbirinin yardımcıları olarak düşünülmektedir. Toplumsal ihtiyaçların karşılanmasına gayret eden fertler, hem kendilerinin hem de hemcinslerinin asıl gaye için zaman ayırma ve vazifelerini ifa etme hususunda birbi- rine yardımcı olan unsurlar olarak değerlendirilmektedir.
Bu mantıksal çıkarım, farz olan ibadetin yanında, ibadeti mümkün kılacak çalışma- nın da gerekliliğini gerektirir. Risalede bu durum şu şekilde beyan edilmiştir: “…bir vâcibatın tamamiyyeti her neye mütevakkıf ise o dahi vâcibdir.” Çalışmanın gerekliliği hususunu bu şekilde izah eden Kemalpaşazade, ayrıca çalışmanın meşruiyetini kendisine veya başkasına fayda sağlamasına bağlar. Bu babda esas olan ilke ise “sa‘y u kesbi meşru kılan insanın kendisi ve başkası için tehvin-i ihtiyaç etmesidir.” Bu suretle hem kendisi hem de diğer insanlar asıl vazife olan ibadet için zamana ve imkâna kavuşmuş olur.
Buna mukabil döneminin en önemli dergisi olan Mecmua-ı Fünun’da bu makale- nin yayınlanmasının Osmanlı dünyası için tekabül ettiği anlam neydi? diye bir soru akla gelebilir. Üyelerinin ekserisi devlet kadrolarında görevli olan Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’nin (1861) yayın organı olan Mecmua-ı Fünun Dergisi’nin (1862) ya- yın politikasına bakılarak bu soruyu cevaplandırmak mümkündür. Cemiyet-i İlmi- yeyi Osmaniye, Avrupa milletlerinin ulum ve maarif-i nafia ile ulaştıkları medeniyet seviyesine ulaşmak ve bu hasletlerin Osmanlı ülkesinde yaygınlaşmasını sağlamak amacıyla kurulmuş bir cemiyettir. Cemiyet’in temel gayesi, fünun ve maarif-i muk- teziyenin Memalik-i Mahrusa-i Şahane’de mümkün mertebe yayılmasını sağlayarak, ülkeye olan şükran borçlarını ödemektir (Budak, 2011, s.28).
Genel itibariyle Osmanlı aydınları özel olarak da Mecmua-i Fünûn etrafında bir araya gelen entelektüel çevrenin Osmanlı’nın beka meselesi çerçevesinde yaklaştık- ları Batı düşüncesi, zamanla yeni dünya düzeninde var olmanın şartı şeklinde telakki edilmeye başlanmıştır. Bu sebeple Osmanlı aydınlarının bilim (fünun) ile kurdukları ilişki akideyle kurulan ilişkiye benzemektedir. Bundan dolayı ‘fünun’ bir dünya gö- rüşü ve varoluş şekli olarak telakki edilmekteydi. Osmanlı aydın çevresinin özellikle “Batılılaşma yanlısı seçkinlerin Batı’nın üstünlüğüne sebep olarak “ilim ve fünûn”u görmeleri Osmanlı-Türk düşüncesinde biyolojik materyalizmin ağırlık kazanması so- nucunu doğurmuştur.(Hanioğlu, 1992,s.149)
Makro planda bilime (fünun) karşı geliştirilen tavır özel olarak da iktisat ilmine karşı gösterilmiştir. Tanzimat’la birlikte peyderpey Osmanlı düşünce sathında yayılan modern iktisat düşüncesine karşı da aynı refleks gösterilmiştir. Osmanlı’nın yeni entelektüel çev- resine göre ilm-i iktisadın vazettikleri ilkelere bağlı kalındığı takdirde Osmanlı’nın ge- lişmesi ve kalkınması mümkün olacaktır. Bu sebeple liberal iktisat yaklaşımı uzun süre Osmanlı aydınlarının dünyasında tek geçer akçe olarak teveccühe mazhar olmuştur.
Osmanlı iktisat tasavvuru batı karşısındaki irtifa kaybını telafi edebilme yol- larını, yine batı bilim-düşünce dünyasından devşirmeye çalıştığı teorik ve pratik dayanaklar üzerinden arıyordu. Geleneksel iktisat tasavvuru, kadim düzen içinde oluşmuş kavram ve değerlere yönelmekten büyük ölçüde vazgeçerek zihin ve eylem kodlarını liberal-kapitalizme yol alan yeni bir tasavvur dünyasından aktar- maya çalışıyordu. (Karaoğlu, 2013, s.280).
Gelenek ile modern arasındaki ilişkide geleneğe dair olanın modern potasında ye- niden üretme kaygısının ifadesi olan Mecmua-ı Fünûn dergisinin yayın amacı, bu mecranın ilklerinden olması hasebiyle, Batı düşünce dünyasının kavramlarını ve düşünüş biçimini Osmanlı’ya tanıtmaktır. Mecmua-i Fünûn’un amacı, “… toplumu bilim ve kültür yolu ile çağdaşlaştırmak, kitleyi tanımadığı kurum ve kavramlarla karşılaştırmaktı” (Akünal, 1985, s.117). Böylece 19.yy’ın başına ve hatta daha geri- ye götürülen çağdaşlaşma / modernleşme düşüncesinin yerleşmesini mümkün kılan ameliyenin bir parçası olarak doğan Mecmua-ı Fünun’da biri siyasi diğeri dini ko- nular dışında her türlü ‘fen ve sanayi’e yararlı bilgiler yayınlanacaktı. Ancak siyasi ambargo zamanla kaldırılsa da dini konulardaki yasak (self yasak) sebebiyle dergide dini içerikli yazılar hiç olmamıştır. Dergide “… her türlü “fen ve sanayi’e yararlı bil- giler yayımlanacaktır, iki önemli yasak getirir Paşa: Din ve politika ile ilgili yazılar dergide yayımlanamaz. …. Ama sonraları politika yasağı -İmparatorluk sınırları dı- şında olmak üzere- kaldırılır. … Din ise hiçbir zaman dergiye de, derneğe de girmez (Akünal, 1985, s.117). Ancak dini temaların başka vesilelerle dergide işlendiğini id- dia etmek mümkündür. Zira özellikle ‘fünun’a dair yazılar dini alanla çakışmaktaydı.
Modernleşme / Batılılaşma isteğinin uzun bir zaman dilimine yayılan bir süreç ola- rak bakıldığında bu sürecin devlet kadrolarından, sivil girişimlere kaymaya başladığı bir döneme denk geldiği görülmektedir. Cemiyetin üyeleri her ne kadar Osmanlı bü- rokrasisinden gelse de bu teşebbüs devletin dışında meydana gelmiştir. Bundan sonraki süreçte modernleşme çabaları basın üzerinden sivil kadrolarca devam ettirilecektir. Ancak her ne kadar sivil de olsa bürokrasiyle ilginç ilişkiler kurulmuştur. Modernleşme sürecinin sivil kadrolarının diğer teşebbüslerden farkı, modernleşmeyi bir kültür sorunu olarak telakki ederek bunu mümkün kılacak toplumsal zemini hazırlamaya çalışmaları- dır. Bunun için de her türlü birikimi Osmanlı’ya taşımaya gayret göstermişlerdi.
Dergide kitlenin yabancı olduğu bilim ve kültür dallarını, özellikle jeoloji, fizik, biyoloji, coğrafya gibi pozitif bilimleri tanıtma ve öğretme amacıyla yazılmış yazılar yer alıyordu. Tarih, dil, pedagoji, mantık ve -Münif Paşa’nın ısrarla üzerinde durduğu- maliye, ekonomi, felsefe sorunları işleniyordu. Bu yazılarda Batı düşünü ve bilgisi aktarıldığı için, Osmanlı-Türk toplumunun yabancı olduğu kavram ve terimlerin Türkçe karşılıklarına bir temel oluşturuluyordu (Akünal, 1985, s.117-118).
Osmanlı aydın zümresinin bu kabilden çabalarını Berkes, modernleşme ya da daha açık ifadesiyle sekülerleşme olarak kaydetmektedir.
Bu derginin sayfaları bugün bile ilgiyle okunacak yazılarla doludur. Bunlar o zamanki deyimle fen, hikmet (felsefe), ilm-i servet (ekonomi) ve hukuk konuları üzerine yazılmış ve baştanbaşa çağdaş Batı düşününü yansıtma amacını güden yazılardı. (Berkes, 2003, s.236).
Risalenin Mecmua-ı Fünûn’da yayınlanması ikinci bir nedeni de Osmanlı aydın zümresinin çağdaşlaşma, modernleşme kaygısı için bulduğu pratik / pragmatik yakla- şımlarda aramak gerekmektedir. Modernleşmeci aydınların, İslam’ın sosyal içerikli ilkelerinden yararlanarak Batı düşünce geleneğinin kavram ve pratiklerine İslam’dan dayanak oluşturma çabası, söz konusu dönemde sıkça kullanılan bir yöntemdi. Batıcı Aydınlar, aktarım vazifesini yüklendikleri yeni fikirlerin kabulü için İslam kaynaklrından referanslar sunarak doğacak tepkinin önüne geçmeye çalışmışlardır (Hanioğlu, 1981,s.129-158). Bu çabanın işaret ettiği bir başka husus da İslam’ın yeni değer- ler çerçevesinde reforme edilmesidir. Özellikle iktisadi ve siyasi alanda başlayan bu çaba kültürel alana da yayılmıştır.
Makalenin yayınlanması, Osmanlı iktisat tasavvurunun yenilenmesi / çağdaşlaşması için gösterilen çabanın bir parçası olarak düşünmek mümkündür. Çağdaşlaşan Osmanlı düşüncesi kendinden önceki gelenekle hesaplaşırken Batı’dan yapılan iktibas / etkilenmesinin de neticesinde Osmanlı’nın ‘geri kalmışlığını’ atalet / tembellik fikrine bağlamaktaydı. E. Renan’da ifadesini bulan bu yaklaşıma göre İslam ülkelerinin geri kalmasındaki temel sebep din, yani İslamiyet’tir. Bu yaklaşım, tartışmanın mecrasını farklı alanlara kaydırmakta ve devrin Müslüman entelektüelleri arasında savunmacı reddiyeler (Afgani, N. Kemal, F. Vecdi) kaleme alınmasına sebebiyet vermiştir.
Tezin temel iddiası Osmanlı dâhil bütün Müslüman ülkelerde terakkiye mani olan dini telakki, modern anlamda iktisadi hayatın canlanması ve teknolojik gelişmenin önündeki en büyük engeldir. Bu sebeple ikili bir muhasebeye giren dönemin müte- fekkirleri bir taraftan İslam’ın terakkiye mani olmadığını Ziya Paşa’da olduğu gibi “İslam imiş devlete pabendi terakki. Evvel yoğ idi işbu rivayet yeni çıktı” (Ziya Paşa, y.y., s.12) farklı şekillerde dile getirmeye gayret etmişlerse de öbür taraftan İslam’ın asıl kaynaklarına dönerek mevcut durumun sahih kaynaklar çerçevesinde ıslahına gayret ettiler.
Osmanlı aydınlarının Müslüman milletlere atfedilen atalet fikrinin yersiz olduğu- nu kanıtlamak ve aynı zamanda Müslümanların gelişmesini mümkün kılmak için giriştiği ameliyelerden biri de ataletin ‘kanaatkârlık’ şeklinde erdem olarak tanıtılma- sına karşı geliştirilen fikirlerdir. Kemalpaşazade’nin de tenkid ettiği ‘atalet – erdem’ arasında kurulan batıl ilişki hususunda Osmanlı aydın zümresi de iktisadi hayatın dinamiklerini yine İslam’dan neşet eden ilkelerle tadil etme gayreti içine girmişti. Ri- salenin Mecmua-ı Fünun’da yayınlanması, Osmanlı’da sanayileşme, modernleşme, batılılaşma şeklinde isimlendirilen ameliyenin bu şekilde bir arka plana sahip olduğu fikrini uyandırmaktadır.
Osmanlı aydınlarının meseleyi zihniyet çerçevesinde ele alıp yine bu minvalde cevap üretmeye çalışması, ithamın geliştirildiği zeminle alakalıdır. Meselenin zihniyet kaynaklı olduğu ithamı, savunma geliştiren aydınların da zihniyet ve dini telakki çerçevesinde cevaplar üretmesine sebebiyet vermiştir. “Dergideki makalelerinde Osmalı insanının ticaret anlayışı içerisinde kanaatkârlık yaklaşımı, batıda bulunan girişim gayret ve ruhundan yoksunluğu gibi görüşler ileri sürülmektedir. Ticari metotlar konu- sunda bilgi birikiminin yetersiz olduğu, sorunun temelde maddi-fiziki koşullardan önce düşünsel ve ahlaki olduğu iddia edilmektedir” (Karaoğlu, 2013, s.277).
Son olarak bu türden yazıların dergi sayfalarında sıkça yer alması, Osmanlı tebaası arasında kalkınmanın maddi ve psikolojik tarafları çerçevesinde insanları gayretine matuftur. Benzer şeklinin Victorya devri İngiltere’sinde görülen bu yaklaşım, insanları çalışmaya motive edecek saikleri harekete geçirmeyi ummaktadır. 19. yy’ın ikinci yarısında sıkça görülen bu motif, Abdülhamit devri ve sonraki iktidarlar döneminde kendini yinelemiştir.“… kendi kendini kendi enerjisiyle kalkındırmanın zorunluluğu Abdülhamit devri eserlerinde en çok görülen tema’lardan biridir. Samuel Smile’ın “kendi kendine yardım” (self-help) ideali Victoria devrinin önemli fikir akımlarından biriydi. Mithat Efendi’nin verimli vatandaş yaratma çabasına benzeyen bu yaklaşım, “genel olarak ıslahatçı görüşün temelini oluşturan bu tutum … Jön Türk yayınlarının özelliklerinden biri olmuştu.” (Mardin, 2017, s.260).
Dönemin yükselen kavramlarından olan ‘müteşebbis’, farklı çevrelerden değişik saiklerle desteklenmiştir. Ancak iktisadi hayatın teşebbüs olgusu çerçevesinde düzen- lenmesi talebi aslında yeni bir ahlak talebini de mündemiçti. “Nihayet Garpçılar yeni bir ahlâka sahip kılmak istedikleri ferde girişimci bir karakter vermek istemektedirler” (Hanioğlu, 1992, s.151).
Bununla birlikte, Yeni bir piyasa ve üretim anlayışıyla örgütlenen ve hatta yeni bir varlık ve bilgi paradigmasına sahip olan Batının etki çevresine giren Osmanlı’nın genelde piyasa (alış veriş), özelde de emek / çalışma şartlarını hala ahlaki çerçevede düzenleme çabasına bakılırsa, karşı karşıya olduğu durumun tam olarak farkında olmadığı ya da başka sebepler dolayısıyla ihtiyar edilmediği ileri sürülebilir. Ama aynı zamanda Osmanlı zihninin modern dönemde ahlaki bağlayıcı ilkeler çerçevesinde var olma mücadelesi vermeye çalıştığını da iddia etmek mümkündür.
Risalenin Osmanlı dünyasında tekabül ettiği anlam dünyasının izini sürmeye çalıştığımız yukarıdaki kısımdan farklı olarak burada risalenin günümüz insanı için ne değer taşıdığına dair bir değerlendirme yapmakta fayda vardır.
Kemalpaşazade’nin bu risalesinin günümüz insanı için de anlamlı ve geçerli ol- duğunu söylemek mümkündür. Osmanlı’nın dünyasının bazı saikleri günümüz Tükiye’sinde hala kısmen geçerli olmakla beraber bizim için bu makalenin önemi, Kemalpaşazade’yi söz konusu risaleyi yazmaya sevkeden saikler olmalıdır. Yaşadığımız zaman ve zemin bakımından sanayileşme, kalkınma, modernleşme kavramla- rının bizler için taşıdığı anlam, Osmanlı dünyasının anlamlarından farklı olsa gerek. Bugünden farklı olarak, oluşum evresindeki Batılı bilim paradigması karşısında çare arayışı içinde olan Osmanlı entelektüel zümresinin çabaları, her şeyden önce ilgili süreci anlamaya yöneliktir. İkinci olarak da saldırı altında olan bir toplum ve mede- niyetin birer ferdi olarak yaşadıkları coğrafyanın saldırılarından korumaya yönelik çabalar olarak değerlendirilmelidir.
Kemalpaşazade’nin risalesini bugün bizler için anlamlı kılan husus, kazanç ve kâr gibi mevzular üzerine bina edilmiş, kazanmanın tek rasyonalite olarak kabul edildi- ği bir piyasa işleyişinin dışında alternatif sunabilmesidir. Kemalpaşazade, emeği ya da emekle elde edilmiş kazancı, ancak insanın kendisine veya bir başkasına fayda sağladığı sürece meşru bir eylem olarak değerlendirir. Ayrıca insanın murad-ı ilahiye yaklaşmaya vesile olduğu ölçüde meşru bir kazanç olabileceğini ihtar eder.
Modern düşünüş tarzının aksine, Kemalpaşazade’de insan, kul olarak ve nihaye- tinde eylemlerinin hesabını vermesi gereken bir varlık olarak temayüz eder. Kemal- paşazade sa‘y u amel, emek mevzusunu ele aldığı risalesinde meseleyi amel – itikad ilişkisi çerçevesinde ele aldığı yukarda ifade edilmişti. Bu yaklaşım yaratılmışların en şereflisi olan insana, eylemlerinin muhasebesini yapmaya yönelik bir çağrıdır ve bu çağrı insanlık durdukça da devam edecektir.
İnsan, ancak kendisine ve hemcinsine faydalı olduğu sürece meşru bir kazanç elde etmiş olacaktır. Ki bu sebeple atalet gösterip çalışmaktan geri durmak da hem insa- nın kendisine ve hemcinsine hem de ahiret saadetine ulaşmanın önünde bir engeldir. Atalet sebebiyle kişi, kendisine, topluma ve rabbine karşı olan vazifesini yerine ge- tirmemiş olacağından kabahatli, bir bakıma suç işlemiştir. Ancak Kemalpaşazade’nin yerdiği atalet halinin günümüz insanı için fazla bir anlam ifade etmeyebilir. Özellikle kapitalist piyasa ekonomisinin yegâne hükümran olduğu piyasa ilişkilerinde ataletten ziyade fazla kazanmanın hırsı bütün toplumu etkisi altına almıştır. Bundan dolayı atalet göstermek belki erdem dahi sayılabilir.
Maddi ya da iktisadi amaca yönelik sarfedilen emek, (sa‘y ve kesb) kendi başına bir amaç değil, insanın kendisinin ve hemcinsinin ihtiyaçlarını gidermeye yönelik bir amaca yönelik olmalıdır. Bitcoin gibi sanal ortamlarda üretilen değerler, mahiyeti icabı menfaat sağlamaya matuf olmayıp, ihtiyaç giderme mahiyetine haiz olmamaları sebebiyle bu tür faaliyetlerden elde edilen kazancın meşruluğunu tartışılır duruma getirir. Üstelik bu türden, herhangi bir ihtiyacı gidermeye yönelik olmamakla birlikte toplumda gelir adaletsizliğine sebep her çeşit iktisadi faaliyetin muhasebesini yapmaya çağırır. Gelir adaletsizliği, kişinin üretilen toplumsal çıktıdan (fayda) fazla pay alması ya da kendi yükünü başkasına yüklemesinden kaynaklandığından aynı za- manda başkasının varlık amacına yönelik bir saldırı olacağından sakınılması gerekir.
“Ve insan için ancak emeğinin karşılığı vardır.” ayetinin aynı zamanda “zenginli- ğin kaynağı emektir” şeklinde yorumlanmasına müsait olması, kişinin kendi emeğiyle elde etmiş olduğu ve tevarüs edilmiş olanın dışında elde edilen geliri sorgular hale getirir. Örneğin bu yaklaşım faizin yasak / haram olmasını ya da piyasa serbestîsini bozan diğer alışveriş türlerini (iddihar, ihtikâr vs.) yasaklanmasını getirmiştir. Aynı şekilde piyasa aksaklıklarını fırsata çevirme veya bu yönde netice doğurmasına yönelik faaliyetler her zaman cezalandırılmasa da ahlaki bakımdan takbih edilmiştir. Kemalpaşazade’nin bu risalesini anlamlı kılacak olan şey, insanın iktisadi eylemlerini ahlaki değerlere tabi kılmaya çağrıdır. Aksi yönde bir davranış insana ekonomik bağlamda refah getirse de (siyasi ve sosyal sonuçları da dâhil olmak üzere) asıl göre- vini yerine getirmemiş olmasından dolayı felaketine sebep olabilir.
Kaynakça
Akünal, D. (1985). İlk Türk Dergisi: Mecmua-i Fünun. Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansik- lopedisi içinde (C. 1, s. 117–118). İstanbul: İletişim Yayınları.
Altınay, R. (2006). İlk dönem İslam toplumunda çalışma hayatı –Emevilerde esnaf ve meslekler –. Konya: Tablet Yayınları.
Berkes, N. (2003). Türkiye’de çağdaşlaşma (A. Kuyaş, haz.). İstanbul: Yapı Kredi Kültür Yayınları.
Budak, A. (2011). Mecmûa-i Fünun (Osmanlı’nın İlk Bilim Dergisi). İstanbul: Bilge Kültür Sanat.
Ethem Pertev. (1281). Medh-i Sa‘y ve Zemm-i Betalet Hakkında Meşahir-i Ulemayı İslamiyeden Kemal Paşazade’nin Arabî Risalesinin Tercümesidir. Memûa-ı Fünun, 32, 281–289.
Hanioğlu, M. Ş. (1981). Bir siyasal düşünür olarak Dr. Abdullah Cevdet ve dönemi. İstanbul: Üçdal Neşriyat.
Hanioğlu, M. Ş. (1992). Batılılaşma. TDV İslâm Ansiklopedisi içinde (C. 5, s. 148–152). Ankara: TDV. Karaoğlu, Ö. (2013). İktisadi düşünce tarihimizde bir sayfa: Mecmua-i Fünun. Akademik İnceleme-
ler Dergisi, 8(1), 277–304.
Kemalpaşazade. (t.y.). Fi’l-Hassi ‘ala’s-sa‘y ve’l-men’ ‘ani’l-batâle. İstanbul Müftülük Kütüpha-
nesi (nr. 276).
Mardin, Ş. (2017). Jön Türklerin siyasi fikirleri, 1895-1908. İstanbul: İletişim Yayınları.
Okay, M. O. (1994). Edhem Pertev Paşa. TDV İslam Ansiklopedisi içinde (C. 10, s. 420–421). Ankara: TDV.
Ziya Paşa. (t.y.). Terkib-i Bend ve Terci’-i Bend. http://earsiv.sehir.edu.tr:8080/xmlui/hand- le/11498/31858 adresinden 01.11.2018 tarihinde edinilmiştir.
Kaynak: İş Ahlakı Dergisi