Cengiz Kallek
Tarih boyunca iktisadı bağımsızlık, siyasi’ bağımsızlığın en önemli dayanağı olmuştur. Ticaret maksadıyla Filistin, Yemen ve Bahreyn-Uman bölgelerini dolaşmış, saygıdeğer, güvenilir, tecrübeli bir tacir ve Mekke müşriklerinin, Benu Kinane yurdunda imzaladıkları antlaşma neticesinde ittifakla uyguladıkları şiddetli bir ekonomik ambargoya maruz kalarak büyük sıkıntılara düşmüş bir insan olan Hz. Peygamber (S.A.S.) de iktisadı bağımsızlığın önemini muhakkak ki çok iyi biliyordu. Allah’ın inayeti ve bu tecrübelerin kazandırdığı feraset ile, hicretini müteakip, ilk iş olarak siyasi ve iktisadi yönden –şartların elverdiği ölçüde, hatta şartları zorlayarak- mümkün mertebe güçlü bir devlet tesis etmeyi hedef almıştı. Bunun tahakkuku için, bir yandan, hem devlet başkanı sıfatıyla kendisinin, hem de Müslümanların siyasi hakimiyetini tesis edecek olan ve günümüzde bazı ilim damlarınca ‘Medine Anayasası ‘ olarak adlandırılacak kadar büyük bir ehemmiyeti haiz bulunan muahedeyi gerçekleştirirken, diğer yandan da, Müslümanlara ait, onların hakimiyetinde, onların ahkamının uygulanacağı bir piyasa oluşturmaktaydı. İşte bu ve benzeri saiklerle, daha sonra ‘Medine Pazarı’ ismiyle anılacak olan pazar kurulmuştur.
Gerek hicretten önce ve gerekse sonra geçen zaman zarfında, her hususta olduğu gibi iktisadi hususlarda da bazı ayetler iniyor, bazı hükümler vaz ediliyor, bazı Cahiliye adetleri yasaklanıp bazıları tadil ve tashihe tabi tutulurken yeni bazı kaideler de konuluyordu. Ancak bütün bu hükümler derhal uygulamaya geçirilmeli, sağlıklı ve sürekli bir tatbikat için de uygun şartlar yaratılmalıydı. Zira hâlihazırda mevcut olan Medine pazarlarında genellikle müşrik veya yahudi tacirler hüküm sürüyorlardı. Tabiatıyla bunların ticari faaliyetleri ya kendi dini anlayışlarına ya da cahiliye adetlerine göre cereyan ediyordu. Hâlbuki İslam bunlardan bir kısmını yasaklamakta ve yeni birtakım piyasa normları vaz etmekteydi. Her türlü gayri meşru muamelelerin cereyan ettiği bir ortamda Müslümanların, İslam’ın hükümlerini uygulamaları şüphesiz zor olacak, karşılıklı güven ortamı kolay kolay sağlanamayacaktı, Ayrıca bu gayri Müslimlerle yapılan ticaret -piyasaya hâkim olmaları sebebiyle- daha çok onların lehineydi ve bunun böyle sürüp gitmesi devletin istikbali açısından problem teşkil edebilirdi. Kaldı ki Müslümanlar, asla, “Arapların mallarından ne kapsak kardır ve bu hususta da mesul ve günahkâr olmayız zira onlar hak yolda (!) değiller …'” şeklinde bir zihniyete sahip olan Yahudilerin insafına terk edilemezdi. Öyleyse yapılacak ilk iş Müslümanların hâkim ve şer’i ahkâmın kaim olduğu müstakil bir pazar kurmaktı. Zira diğer pazarlar onların pazarı olamazdı : “Hz. Peygamber (S.A.S.) Nebit Pazarı’na giderek bir göz attı ve: ‘Bu asla sizin pazarınız olamaz’ buyurdu. Sonra (başka) bir pazara gitti ve (yine): ‘Bu asla sizin pazarınız olamaz ‘ buyurdu. Sonra (bilahare Medine Pazarı adını alacak olan) bu pazara döndü, etrafını dolaştı ve: ‘(İşte) sizin pazarınız budur bu (pazar) daraltılmayacak ve burada vergi alınmayacaktır ‘ buyurdu. Semhudi’nin benzer rivayeti ise şöyledir: “Bir adam Nebi’ye (S.A.S.) gelerek: ‘Ya Resulallah (S.A.S.)! Pazar için (uygun) bir yer gördüm, (gelip bir bakmaz mıydınız?)’ dedi. Bunun üzerine (Hz. Peygamber (S.A.S.) onunla birlikte Medine Pazar’nın bugünkü yerine gitti ve ayağıyla (yere) vurarak: ‘( İşte) sizin pazarınız budur bu (pazar) daraltılmayacak ve burada asla vergi alınmayacaktır buyurdu.” Hz. Peygamber (S.A.S.) tarafından seçilen bu pazar yeri Benu Saide bölgesinde bir kabristandı. İlk önce bu teklife karşı çıkan Benu Saide daha sonra razı oldu. Burası açık bir alan olup bir binici pazar yerine inip devesinin palanını bıraksa, pazarı dolaşırken ne tarafa gitse palanını görebilirdi. Pazar yeri olarak bu bölgeyi seçmeden önce: “Resulullah (S.A.S.) Baki’ ez-Zubeyr (bölgesin)de bir çadır kurdu ve ‘( İşte) bu sizin pazarınızdır ‘ buyurdu. Hemen akabinde Yahudiler ‘in reisi Ka’b b. el-Eşref geldi, içeri süzülerek çadırın iplerini kesti. Bunun üzerine Resulullah (S.A.S.): ‘Önemli değil. Gerçekten ben, bunu, onu daha da delirtecek bir yere nakledeceğim’ buyurdu. Sonra bu pazarı, şimdi Medine Pazarı’nın bulunduğu yere taşıdı ve şu emri verdi: ‘İşte bu sizin pazarınızdır, burada devamlı sabit köşeler, yerler edinmeyin (yani sabah erken gelen dilediği yere yerleşsin); burada hiç bir vergi (de) alınmayacaktır “.
Birçok hadislerinde pazar yerlerini şeytanların ordugâhı olarak nitelendiren Hz. Peygamber (S.A.S.), ilk kurduğu pazarın yerini, insanları dünya lezzetlerine dalmaktan meneden ölümü ve Mahkeme-i Kübra’da kurulacak adalet terazisini hatırlatan en önemli uyarıcılardan biri olan kabristan bölgesinde seçmek suretiyle belki de alıcı ve satıcıyı manevi kontrol altında tutmayı hedeflemiştir.
Bu hadisenin geçtiği Baki, Benu, Kaynuka’ yahudilerinin bölgesinde olup Benü Kaynuka’ Pazarı’na yakın bir mevkide idi – ki bu pazar o dönemin Medine’sinde, Yahudilerin elindeki iktisadi güç ve hakimiyetin de etkisiyle, en çok rağbet gören pazar idi. Öyle ki, Cahiliye Mekkesi’nin büyük sermayedarlarından iken Müslüman olup hicret ettiği Medine’de de ticaret mesleğini sürdürmek için pazar yerini soran Abdurahman b. Avf’a Benii Kaynuka’ Pazarı gösterilmişti. Ka’b b. el Eşref, bu rakip pazarın, iktisadi nüfuzları üzerinde ne büyük bir tehlike oluşturacağını çok iyi bildiğinden, halkının çıkarlarını korumak için, bilahare çıkması muhtemel bir çatışmayı dahi göze alarak, Hz. Peygamber’in (S.A.S.) bu teşebbüsünü sabote etmekte tereddüde düşmeyip, bir an bile gecikmeden müdahalede bulundu.
Pazarın Benu Saide bölgesindeki yeni yeri yahudi yerleşim biriminden oldukça uzakta sayılır. Zira birisi Medine’nin bir tarafında iken diğeri de öbür rafına düşktedir ki burası Kab’ın kolayca sabote edebileceği bir yer de değildir. Yeni pazarı, Mescid-i Nebevi’nin yanında Medine’nin hemen hemen merkezinde, Buthan Vadisi’nde, Medine’ye giriş-çıkış yolları üzerinde yer alması ve şehrin tümüne hizmet verebilecek bir konumda bulunması bize. Hz. Peygamber’in (S.A.S.). pazarı, Ka’b b. el-Eşref’i daha da delirtecek bir yere nakletmekten kastının ne olduğu hususunda bir fikir vermektedir. Zira eğer Ka ‘b, Bakı’ pazarı girişimini, sırf kendi bölgelerine tecavüz edildiği gerekçesiyle sabote etmiş olsaydı, pazarın, Medine’nin öbür ucuna kendileriyle hiç alakası bulunmayan başka bir bölgeye nakledilmesiyle niçin daha da del delileşsin?
Bütün bu zikrettiklerimiz, pazarın kuruluşu ile ilgili hadise ve yorumlan içermektedir. Ancak mesele pazarın kuruluşu ile bitmemekte, aksine, satıcı ve alıcıların, alışık oldukları, belli bir yer, muhtelif müşteri ve satıcılar edindikleri ve yakınlığı hasebiyle de yeğleyebilecekleri diğer pazarları bırakarak yeni pazara yönelmelerini mümkün kılacak şartları sağlamak gerekmekteydi. İşte bunun da bilincinde olan Hz. Peygamber (S.A.S.), pazarın rüchaniyetini yeterince arttırarak kadar önemli ve cazip bir kaideyi de kuruluşuyla birlikte vaz’ etmekte gecikmemişti: “Burada hiç bir vergi alınmayacaktır .” Bu ifadeden ve kaynakların verdiği bilgilerden anlaşılan odur ki Cahiliye döneminde kurulan pazarların ekseriyetinde bir çeşit pazar vergisi alınmaktaydı. Kister’e göre vergisiz yeni bir pazar kurma prensibi, Hz. Peygamber’ in (S.A.S.), Ukaz’daki vergisiz pazar uygulamasını adapte etmeye niyetlendiğinin bir göstergesi olabilir. Resulullah ‘ın (S.A.S.), bi’setten sonraki ilk üç seneyi müteakip hicrete kadar geçen on sene zarfında, mütemadiyen Ukaz, Mecenne ve Zu’l-Mecaz panayırlarına giderek halkı İslam’a davet ettiğine dair rivayetler Kister’in bu görüşüne güç kazandırmaktadır. Zira bu vesileyle Ukaz’daki tatbikatı gören ve ehemmiyetini anlayan Hz. Peygamber’in (S.A.S.) aynı uygulamayı Medine Pazarı’na adapte etmesi gayet makul görünmektedir. Çünkü Ukaz’ ın, o dönemin en meşhur ve revaçta pazarlarından olmasında bu uygulama da rol oynamıştır herhalde. Ona göre bu uygulamanın diğer bir yorumu da ‘es-sük sadakaa’ (yani pazarın, Hz. Peygamber’in (S.A.S.), ümmete sadakası=vakfı olduğu) fikridir.
Biz, bunlara, bizce önemli olan bir başka noktayı daha ilave etmek istiyoruz: Tecrübeli bir tacir olan Hz. Peygamber (S.A.S.), pazar vergisi almadığı takdirde satıcıların yeni pazarı tercih edeceklerini biliyordu muhakkak. Zira kar arzusu ticaretin en önemli dürtüsüdür ve vergisiz kazanç daha fazla kar demektir. Ayrıca verginin kalkması, maliyetleri azaltacağından, buna paralel olarak fiyatlar da düşme eğilimi gösterecektir. Tabiatıyla, diğer pazarlara nispetle düşük fiyatlarla işlem gören mamuller daha fazla müşteri çekecektir. Benu Kaynuka kabilesinin, kendi pazarlarını parselleyip ücret mukabili kiraya verdikleri gibi tüccardan da pazar vergisi aldıklarını, dolayısıyla bu tür kira ve vergilerden muaf yeni pazarın, en güçlü rakibi olan Benu Kaynuka Pazarı’na karşı ne büyük bir avantaj elde edeceğini de hesaba katarsak, bu muafiyetin isabetlilik derecesini daha iyi kavrayabiliriz sanıyorum.
Bütün bu tedbirler meyvelerini vermiş olsa gerektir ki, ifadelerin zımnından çıkartabildiğimiz kadarıyla, tüccar bu pazara rabet etmiş ve dolayısıyla da yeterli müşteri bulmuş demektir. Zira tüccarın pazarda çadırlar ve binalar kurma teşebbüsü rağbetin ve kökleşme gayretinin bir göstergesi olsa gerektir. Ne var ki Hz. Peygamber (S.A.S.) bu teşebbüsleri engellemiştir. Öyle ki Semhudi’nin kaydettiği bir rivayete göre Hz. Peygamber (S.A.S.), koyduğu yasağa rağmen pazar yerinde kurulan bir çadırı yaktırmak suretiyle bu konudaki kararlılığını göstermiştir. Yukarıdaki hadiste de geçtiği üzere o, daha pazarı kurarken vaz’ ettiği pazar nizamnamesinin bir maddesinde: “Burada sabit köşeler edinmeyin” buyurmuştu. Kanaatimize göre bu prensip de, tüccarlar arasında adaleti gözetmek, önce davrananın, ömür boyu sürecek bir ayrıcalığı kaparak diğerlerini mağdur etmesini engellemek, bununla birlikte sabah erken kalkanın o gün için kullanabileceği bir yere tezgâh kurmasına izin vermek suretiyle de tembellik ve gevşeklik göstermeden ticarete sarılmasını özendirmek ve böylece ticari hayata canlılık kazandırmak gibi gayelere matuf olsa gerektir.
Kaynak: İDP | İktisat ve İş Dünyası