Thorstein Veblen Düşüncesinde Kapitalizmin Ahlaki Sorunları((Bu makale İş Ahlakı dergisinde yayımlanmıştır. Bu sitede yer alan metin makalenin giriş ve ilk iki bölümünü oluşturmaktadır. Makalenin tamamını okumak için tıklayınız.))
Bahar Baysal Kar((Dr. Öğr. Üyesi, Bursa Uludağ Üniversitesi, bhrbysl@gmail.com))
Giriş
Yirminci yüzyılın başında Amerikan kapitalizminin ((Veblen, kapitalizm veya kapitalist sistem kavramını çalışmalarında nadiren kullanmaktadır. Bunun ye- rine genellikle fiyat sistemi veya ticari girişim sistemi (the system of business enterprise) gibi ifadeler kullanmayı tercih etmektedir (Harris, 1951, s. 66).)) yaşadığı kurumsal ve kültürel dönüşümü eksiksiz biçimde ortaya koyan ve tanımlayan Thorstein Veblen, ABD tarihinin en özgün ve en etkili teorisyenlerdendir (Hunt ve Lautzenheiser, 2011, s. 317). Eleştirilerini, kapitalizmin maddi ve kültürel kusurlarına yöneltmektedir (Parelman, 2015, s. 29). Ona göre kapitalizm, insanların ihtiyaçlarını karşılayacak olan iktisadi kapasiteyi baltaladığı gibi, yarattığı eşitsizliğe rağmen toplumu bir arada tutan, kendi ideolojik gücünü pekiştiren bir kültürü de üretmektedir (Parelman, 2015, s. 52; Watson, Glaze ve Clarke, 2015, s. 2).
Veblen’e göre kapitalizm, ortaya koyduğu genel teorisini tanımlayan güçlerin işleyişinin spesifik bir durumudur. Genel teorisine göre insan davranışını etkileyen hakim güç, düşünce alışkanlıkları yani kurumlardır. Düşünce alışkanlıklarının kökeninde ise içgüdüsel davranışlar ((Veblen çalışmalarında, içgüdüyü “bir eylem için amaç belirleyen şey” olarak tanımlamaktadır (Anderson, 1933, s. 603) ve çeşitli içgüdülerden bahsetmektedir. Bunlardan üçü, diğer insanları önemseme, onların iyiliğini düşünme eğilimi olarak tanımlanan ve toplumsal sempati olarak da adlandırılan “ebeveynlik içgüdüsü” (parental bent), iş etiği, teknolojik bilgi ve reel üretim ile ilişkili olan ve Veblen tarafından “aranan amaca yaklaşma yollarını ve araçlarını tasarlamak” olarak ifade edilen “çalışma içgüdüsü” (workmanship instinct) ve faydacı bir amaçtan yoksun olan ancak evrenle ilgili bilgi kaynağı olan “aylak merak içgüdüsüdür” (idle curiosity) (Jennings, 2001, s. 519; O’Hara, 1999, s. 163; Anderson, 1933, s. 603). O’Hara (1999, ss. 163-165), Veblen’in Aylak Sınıfın Teorisi’nde (The Theory of the Leisu- re Class) bu üç içgüdüsel davranışı “iyi” olarak nitelendirdiğini ve toplumsal refahın temelini oluşturan pozitif içgüdüler kategorisine dâhil olduğunu ifade etmektedir. Bunların dışında, açgözlülük, doyumsuzluk, kişisel çıkar arayışı ve bireycilik gibi eğilimleri ifade eden “yağmacı içgüdü” (predatory instinct), statü ve prestiji temel kriter kabul ederek karşılaştırma eğilimi olarak tanımlanan “öykünme içgüdüsü” (emulative instinct) ve parasal standartlar temelinde hüküm verme anlamında “parasal içgüdü” (pecuniary instincts), Veblen’in sıklıkla sözünü ettiği diğer içgüdüsel davranışlardır. Bunların diğerlerinden farkı, bireysel çıkarı desteklerken toplum refahını sekteye uğratmasıdır. Dolayısıyla “kötü” olarak nitelendirilmektedir (Jennings, 2001, s. 519; O’Hara, 1999, s. 164).)) yatmaktadır (Walker, 1993, s. 171). Veblen, içgüdüsel davranışları “iyi” ve “kötü” olarak iki kategoride incelemektedir. Çalışma, ebeveynlik ve aylak merak içgüdüsü, toplum refahını destekleyen “iyi” içgüdüsel davranışlardır. Bunlardan özellikle çalışma içgüdüsü ve buna bağlı verimlilik artışı, toplumsal gelişmesinin olmazsa olmazlarındandır. Öte yandan yağmacı ve parasal içgüdü ile öykünme içgüdüsü, toplumun refahından ziyade bireysel refahı öne çıkaran “kötü” içgüdüsel davranışlardır. Bunların toplumda pozitif içgüdülere nazaran hâkimiyeti, toplumsal refaha zarar vermektedir (O’Hara, 1999, ss. 163-164). Veblen, kapitalizmi de bu çerçevede yağma (predation) ve öykünme (emulation) gibi ilkel içgüdüsel davranışların hâkim olduğu (Parelman, 2015, s. 43; O’Hara, 1999, s. 167) dolayısıyla temel dinamiğini aylak sınıfın çıkarlarının oluşturduğu iktisadi ve toplumsal bir sistem olarak tanımlamaktadır. Bu tanım, Veblen’de kapitalizmin temel ahlaki kusuruna da işaret etmektedir. Ona göre toplumda kötü içgüdüsel davranışlar hâkimse egemen ahlak, toplumun egemen sınıfını oluşturan aylak sınıfın ahlakıdır. Bu da artık “iyi” içgüdüsel davranışların çıktısı olan çalışmanın ve üretmenin değil, para kazanmanın, fazla kazanmanın göstergesi olarak daha fazla tüketim yapmanın ve aylaklık etmenin belirleyici toplumsal değerler hâline gelmesi demektir. Oysa Veblen’e göre değer, bir faaliyet veya amacın, yaşamın üretken amacına veya toplum refahına katkı sağlaması demektir (Waller, 2007, s. 112). Bu nedenle onun için aslolan sürekli reel üretimdir.
Veblen’in genel teorisinde iktisadi değişmenin ana kaynağı, teknolojik gelişme- dir. İçgüdüsel bir dürtüden kaynaklanan teknoloji, yeni düşünce alışkanlıklarının ortaya çıkmasına aracılık etmektedir (Walker, 1993, s. 171). Veblen’e göre eski düşünce alışkanlıkları karşısında iktisadi örgütlenmenin eski yapısını ortadan kaldırma eğiliminde olan yeni düşünce alışkanlıkları vardır ve bunlar arasındaki çatışma, iktisadi düzenin değişimine öncülük etmektedir (Walker, 1993, s. 171). Kapitalist sistemde çatışma, temelde kapitalistler veya aylak sınıf ile onların karşında yer alan mühendisler ve işçiler arasındadır. Aylak sınıfın üyesi olan iş adamlarının finansal kazanç güdüsü ile hareket etmesi, üretim sürecini sekteye uğratmakta, eylemleri israf (waste), sömürü, işsizlik, durgunluk gibi toplum için zararlı sonuçlar yarat- maktadır. Buna karşın mühendisler, çalışma içgüdüsünün hâkimiyeti ile maliyeti minimize ederek en fazla üretimi sağlayan maksimum etkinlik peşindedir (Corneh- ls, 2004, s. 34). Dolayısıyla toplumsal refahı, tüm toplum için yeterli reel üretimin var olması ve bu üretimin toplumdaki her birey için yeterli oranda dağıtılması olarak ifade eden Veblen’e göre, bunun yolu toplumda çalışma içgüdüsünün hâkimiyeti ve teknolojik gelişmenin öncüleri olan mühendislerin toplumdaki artan ağırlığıdır. Aylak sınıf ve işçi sınıfı arasındaki çatışmanın konusu ise gelir eşitsizliğidir. Aylak sınıf, mevcut hayat standartlarını korumak için gelir eşitsizliğinin en üst düzeyde olmasını hedeflemektedir ve buna yönelik eylemleri, işçi sınıfını muhafazakâr dav- ranmaya itmektedir. Tüketim, bu toplumda başkalarından üstün olduğunu kanıtlamak için yapılmaktadır ve bu davranış da çalışmayı ve üretmeyi değil, tüketmeyi ve aylaklık etmeyi yükselen değer hâline getirmektedir. Veblen’e göre bu çerçevede savurganlık, üretimi arttırmadan parasal getiriyi artırmaya, statü elde etmeye dönük bireysel çabalardan kaynaklanmaktadır (Watkins, 2015, s. 441). Veblen’in etiği; tekelleşmenin, etkinsizliğin, savurganlığın veya israfın, eşitsizliğin ortadan kaldırılmasını, sürekli reel üretimi ve bireyin gelişimini desteklemektedir.
Bu çerçevede Veblen’e göre iktisadi faaliyetin amacı; kıtlıkla başa çıkmak için en etkili kurumların oluşturulması ve böylelikle “iyi yaşamdır” (Anderson, 1933). “İyi yaşam” sürme ideali ise üretimi ve bölüşümü yönlendiren bu kurumların maddi ve entelektüel devamlılık için gerekli araçları toplumun tüm üyelerine sağlayabilecek biçimde örgütlenmesi ile oluşan rasyonel bir toplumun ortaya çıkması ile gerçekleşecektir (Knoedler, 2007). Veblen’in “iyi yaşam” idealinin aracı, kapitalistlerin ticari ve finansal faaliyetlerden ziyade yeni teknoloji ve reel üretime dayalı olarak para kazanma arayışı ve bunun birey davranışına akseden yüzü olarak yüksek kaliteli ürün- lerin yüksek etkinlikle üretilmesine neden olan, faydalı ve üretken içgüdüler olarak çalışma içgüdüsünün ve aylak merak içgüdüsünün hâkimiyetidir. Kapitalist sistem- de, maddi servetin elde edilmesi ve bu servetin eşitsiz bölüşümüne neden olabilecek her türlü eğilime Veblen karşı çıkmaktadır. Bu çalışmada da genel olarak etik rasyonel toplum amacının önündeki ahlaki sorunlar, üretim ve bölüşüm sorunlarının ardındaki zararlı eğilimler ve bunların sonuçları analiz edilmektedir. İlk kısımda, Veblen’in insan doğası ve toplum ile ilgili görüşleri ele alınmaktadır. İkinci kısımda, çeşitli yazılarından etik olarak rasyonel toplumun ne olduğu ve nasıl ortaya çıkabileceğine dair çeşitli çalışmalarından derlenen görüşleri incelenmektedir. Üçüncü kısımda, endüstri-ticaret ikilemi ve gösterişçi tüketim başlığı altında iyi yaşam amacının önündeki temel ahlaki sorunlar ele alınmaktadır. Dördüncü kısım, kapitalist sistemin uzun dönem eğilimini ve çağdaş kapitalizmin sorunlarını Veblen’in görüşleri çerçevesinde incelemektedir. Son bölüm, değerlendirme bölümüdür.
İnsan Doğası ve Toplum
Kapitalizmin Veblen’e göre temel ahlaki kusuru, bireyciliği destekleyen, yıkıcı men- faati (invidious interest) koruyan, ona hizmet eden “kötü” içgüdüsel davranışların hâkimiyetinde olması (O’Hara, 1999, s. 153) ve bunların toplumsal refaha zarar vermesidir. Bu tür davranışlar hâkimse egemen ahlak, toplumdaki egemen unsuru oluşturan kapitalistlerin veya aylak sınıfın ahlakıdır ve bu tür içgüdüler, toplum için savurganlık, sömürü, işsizlik, durgunluk gibi yıkıcı sonuçları olan ve yalnızca bireye fayda sağlayan davranışa öncülük etmektedir (Zingler, 1974, s. 329; Hunt ve Lautzenheiser, 2011, s. 336; Harris, 1953, s. 3; Davis, 1957, s. 66). Nitekim Veblen’e göre toplum refahını arttıran davranış “iyi”, savurganlığa, çoğunluk pahasına dar bir kesimin çıkarlarına ve insan potansiyelini engelleyen sistematik çabalara öncülük eden davranış ise “kötüdür” (Waller, 2009, s. 568).
Veblen’in bu yaklaşımı, Adam Smith’ten Alfred Marshall’a kadar tüm Ortodoks iktisat teorisinde geçerli olan varsayıma, kapitalist düzende var olduğunu düşündükleri doğal düzen fikrine muhalefet etmektedir (Landredth ve Colander, 2001, s. 341). Adam Smith’in Milletlerin Zenginliği’nde bireysel çıkar arayışı, toplumun yararını yani ulusların zenginliğini teşvik etmektedir. ((Adam Smith, insanın doğası gereği iyi olduğunu, doğal içgüdüleri ve aklının onu kötü davranışa yöneltmediğini iddia etmektedir. Dolayısıyla, Milletlerin Zenginliği’nde bireysel çıkar arayışı Mandeville’nin Arılar Masalı’nda sözünü ettiği gibi kötülük değildir (Weisskopf, 1973, s.553).))Bireysel çıkar, toplum çıkarı ile çatışma hâlinde değildir (Weisskopf, 1973, s. 553). Smith, kendi çıkarı peşinde koşan bireylerden oluşan bir çevrede, ortaya çıkan rekabetin etkisi ile toplumun istediği ve arzu ettiği nitelikte olan malların neden üretildiğini, toplumun ödemeye hazır olduğu “doğal fiyatın” nasıl ortaya çıktığını ortaya koymaktadır (Heilbroner, 2019, s. 50). Piyasa mekanizmasını, iş adamlarını çeşitli fırsatlar hakkında bilgilendiren bir bilgi ağı olarak tasavvur etmekte ve piyasa mekanizmasının bu işlevini “görünmez el” olarak adlandırmaktadır (Parelman, 2015, s. 41). Adam Smith’in “görünmez el” ve “doğal fiyat” kavramları ile açıklamaya çalıştığı doğal düzen varsayımı, Walras’ta “genel dengeyle” (equilibre general) ve Marshall’da “normal fiyat” kuramı ile açıklanmaktadır. J. B. Clark’ın uzun dönemde rekabetçi dengenin eşitlikçi bir gelir dağılımı ortaya çıkaracağını iddia ettiği düşüncesi de doğal düzen fikrinin bir örneği olmasına rağmen, Veblen’e göre Ortodoks teorisyenlerin ortaya koyduğu rekabetçi denge kavramı normatif niteliktedir. Herhangi bir kanıt ortaya koymaksızın Ortodoks iktisatçılar, dengenin “iyi” olduğunu ve piyasaların denge sonuçlarının tüm toplum için faydalı olduğunu iddia etmektedir (Landredth ve Colander, 2001, s. 341). Veblen, piyasaların dengeye yönelme eğilimini reddetmekte- dir. Ona göre dengeleyici doğal bir güç yoktur. Piyasalar geleneksel iş ilkeleri temelinde faaliyet göstermektedir (Waller, 2007, s. 110). Ayrıca toplumu bir arada tutan, gelişimini sağlayan gücün, rasyonel olarak hesaplanan bireyin çıkarı olduğu da şüphelidir. Gözlemlediği bazı toplumlarda, insanların çalışmasını teşvik eden temel unsur ona göre kâr-zarar kaygısı değil doğal bir çalışma (workmanship) içgüdüsü, ebeveyn olarak gelecek kuşakların geçimi için duyulan tasa veya çalışmanın övülmesi ve çalışmamanın kınanması biçimindeki toplumsal normlardır (Heilbroner, 2019, s. 201). Daha genel bir ifade ile Veblen’e göre insan davranışını kişisel çıkar değil içgüdüsel davranışlar motive etmektedir ve bunlar da dil, kültürel sembolik sistemler, toplumsal kurumlar ile sosyal ve kültürel çevre tarafından şekillendirilmektedir (Waller, 2007, s. 111). Ahlaki olarak eleştirdiği kapitalist sisteme hâkim olan içgüdüler ise ilkel toplumun kültürel normları olan, işlevsiz sosyal davranışları destekleyen yağmacı (predatory), öykünmeci (emulative) ve parasal (pecuniary) içgüdülerdir. Pozitif içgüdüler üzerinde bu negatif içgüdülerin hâkimiyeti, toplumsal refahı olumsuz etkilemekte, israf, sömürü, işsizlik ve depresyonun nedeni olmaktadır (O’Hara, 1999; Parelman, 2015, s. 42).
Veblen, Ortodoks teorinin toplum refahını, kişisel çıkar güdüsüne dayandırarak açıklamasını da eleştirmektedir. Ona göre üretim her zaman toplumsaldır ve “tecrit edilmiş birey, üretken bir eyleyen değildir. Yapabileceği en fazla şey sürüye dâhil olmayan hayvanlar gibi mevsimleri atlatabilecek kadar hayatta kalabilmektir. Teknik bilgi olmadan üretim meydana gelmez dolayısıyla da birikim ya da varlık sa- hibi olmak söz konusu olmaz. Ayrıca endüstriyel bir topluluktan ayrı olarak teknik bilgi de olamaz. Çünkü bireysel üretim ve üretkenlik yoktur” (Veblen, 2017, s. 43). Veblen’in bu ifadelerinden önemli çıkarımlar yapılabilir. Öncelikle geleneksel ikti- sat literatüründe para sevgisinin ekonominin üretme yeteneğinin temel gerekliliği olduğu fikrine bir karşıtlık vardır. Veblen’de ekonomilerin üretme yeteneği, top- lumda var olan bilgi, beceri ve tekniğin toplamı olan teknolojinin fonksiyonudur (Roll, 1992, s. 448). Dolayısıyla geleneksel yaklaşımın aksine üretimin kaynağı para değil teknolojidir. Teknolojisi ise bir toplumun ortak birikimidir, kolektif olarak bir kültür içerisinde geliştirilir ve iktisadi değişimin de itici gücüdür((Veblen, kurumları, yerleşik düşünce alışkanlıkları olarak tanımlamaktadır. Ona göre “kurumlar geçmiş sürecin ürünleridir, geçmiş koşullara adapte olmuşlardır ve bu nedenle bugünün gereksinimleri ile asla bütünüyle uyumlu değillerdir. Doğası gereği, bu selektif adaptasyon süreci, kendisini veri bir zamanda toplumun içinde bulunduğu sürekli değişen koşullara asla uyarlayamaz” (Veblen, 1899[2016], s. 171). Yani muhafazakârdır ve değişime direnç göstermektedir. Buna karşın teknoloji, yaşamın maddi faaliyetlerinin yapılma yolunu değiştirerek belirli alışkanlık ve düşünce biçimlerini çağın gerekliliklerine uymayan nitelikte kılmaktadır. Yani toplumsal değişimin kaynağıdır. Teknolojik gelişme süreci, kurumsal olarak yerleşik davranışı aşındırır (Roll, 1992, s. 448).)) (Zingler, 1974, s. 327). İkinci olarak Veblen’de, bireysel eylemlerden ziyade toplumsal yaşam önemlidir. Yaşamlarını sürdürmek için birlikte çalışan insanlar veya toplumsal tedarik davranışı (social provisioning behaviour) istenilirdir (Waller, 2009, s. 568).
Veblen, Ortodoks iktisadın, serbest piyasa ve fiyat sisteminin ahlaki olarak haklı- laştırılması amacıyla insanın emeğinin ürünleri üzerinde doğal bir mülkiyet hakkı ol- masına da (Weisskopf, 1973, s. 556) karşı çıkmaktadır. Veblen’e göre üretim her zaman toplumsaldır. Ancak kapitalist sistemde, üretimin dağılımını belirleyen özel mülkiyet yasaları, özel ve bireyseldir. Bu durum Veblen’e göre bir karşıtlık oluşturmaktadır (Hunt ve Lautzenheiser, 2011, s. 325) ve “mülkiyetin malikin bireysel üretken emeğine dayalı olduğuna dair doğal haklar ön kabulü de kendi varsayımlarının mantığı kapsamında dahi kendini saçma bir konuma indirger” (Veblen, 2017, s. 43). Veblen’e göre toplumsal üretimdeki ilerlemeler, çalışma ve aylak merak içgüdüsünün ve buna karşılık özel mül- kiyet, yağmacı (predatory) içgüdünün ürünüdür (Hunt ve Lautzenheiser, 2011, s.325).
Adam Smith’in “görünmez eli” üzerine temellenen Ortodoks teoriye göre para elde etme ile reel üretim eş tutulmaktadır (Landredth ve Colander, 2001, s. 342). Nitekim bu yaklaşımda para, bireylerin daha çok çalışması, daha fazla üretmesi ve bunları başkasına satması sonucu elde edilmektedir (Weisskopf, 1973, s. 553). Girişimcinin veya iş adamlarının kâr amacı, tüketicilerin talep ettiği malların minimum maliyetle üretilmesine aracılık etmekte ve toplumun iyiliğini desteklemektedir. Bu yaklaşımın aksine Veblen’de üretim yapmak ve para kazanmak farklı şeylerdir (Reinert, 2013, s. 65). Birincisi makine süreci ve onu işleten mühendisler tarafından gerçekleştirilirken ve çalışma içgüdüsü tarafından yönlendirilirken ikincisi makine sürecini sabote eden iş adamı tarafından gerçekleştirilmektedir (Heilbroner, 2019, ss. 204-205). Kâr amacı güden iş adamı tarafından yönlendirilen üretim, Veblen’e göre toplumun refahını maksimize etmez, yalnızca kendi çıkarını destekler. Böyle bir üretim rejimi, mevcut bilimsel üretim yöntemlerinden en üst düzeyde yararlanmayı engellediği gibi bu bilimsel yöntemlerin gelişimini de yavaşlatmaktadır (Harris, 1953, s. 3).
Veblen’e göre Adam Smith’in yaşadığı dönem, kâr elde etme ile toplum için kullanışlı (serviceable) mal üretme arasında makul biçimde yakın bir bağ vardır (Landredth ve Colander, 2001, s. 342). Çünkü onun yaşadığı dönemde ticaret rekabetçidir, ortalama fabrika küçüktür, fiyatları yönlendiren temel etmen talepteki değişmelerdir ve fiyat değişimleri üretim ve istihdamdaki değişimleri de getirmektedir (Heilbroner, 2019, s. 53). Dolayısıyla ona göre “görünmez el”, küçük ölçekli imalat koşullarında var olabilir. Ancak on sekizinci yüzyıldan itibaren piyasa yapısı hızla değişmiştir. Tekelleşme artmış, büyük ölçekli üretim, kurumsal finans ve satış yaygınlaşmıştır. Veblen özellikle firmaların gelir elde etmek için kullandığı maniple edici, kısıtlayıcı ve üretken olmayan yöntemleri (konsolidasyonlar, holding şirketler ile kontrol altına alma, finansal manipülasyon vb.), tekelde üretimin kısılmasını, konjonktürel dalgalanmaları, işsizliği, reklamların neden olduğu israfı eleştirmektedir (Rutherford, 2001, s. 175).
Veblen’in İktisadi Düşüncesinin Gelişimi
Thorstein Veblen, neredeyse tüm çalışmalarında kapitalizmi eleştirmesine rağmen, bu eleştirileri ortaya koyduğu kapsamlı tek bir eserinden bahsetmek mümkün değildir (Davis, 1945, s. 147). Farklı çalışmalarında, farklı yönleri ile bu eleştirilerini dile getirmektedir. Bu bölümde ana hatları ile bu çalışmalar özetlenecektir. İktisadi sorunu mevcut kurumsal yapı içerisinde kaynakların en etkin biçimde kullanımı olarak tanımlayan ana akım iktisadın aksine ona göre iktisadi sorun, kıtlıkla başa çıkmak için en etkin kurumların oluşturulmasıdır. Bu tanım, onun toplum tasavvurunu da ortaya koymaktadır. Toplum, Veblen’in gözünde, “doğada var olan maddi serveti elde etmek için faydalı teknolojik yöntemleri tasarlayarak doğanın belir- sizliği (niggardliness) ile başa çıkmaya çalışmakta, aynı zamanda bölüşüm ve muhafaza için en uygun makineyi kurarak bu servetten en iyi biçimde yararlanmaya çabalamaktadır” (Anderson, 1933, s. 620). Oysa kapitalizm bu amaçların karşında yer alır ve daha çok yağmacı, öykünmeci ve parasal içgüdülerin hâkimiyetindedir. Bu tür içgüdüler ise toplumdan ziyade daha çok bireye fayda sağlayan ve toplum için zararlı sonuçları olan davranış ve eğilimler yaratmaktadır.
Veblen, Aylak Sınıfın Teorisi’nde bu içgüdülerden özellikle “parasal öykünme” (pecuniary emulation) üzerinde durmaktadır. Veblen bu çalışmada, ABD’de tüketim davranışının parasal öykünme tarafından güdülendiğini ileri sürmektedir. Temelde insanların tüketiminin temel belirleyicisi gelir düzeyleridir. Ancak aylak sınıf, toplumsal hiyerarşinin en tepesinde standartlar belirleyerek, gösterişçi tüketim ve gösterişçi aylaklıkla meşgul olmaktadır (Waller, 2009, s. 567). Bu nedenle gösteriş- çi tüketime aracılık eden mal veya hizmetten elde edilen fayda, sadece o mal veya hizmetin doğasında var olan özelliklerden değil kişinin alım gücünün yüksekliğini yansıtarak başkalarına gösteriş yapmanın verdiği tatminden de kaynaklanmaktadır (Demir, 1996, s. 100). Bu mal ve hizmetler, teknolojik gelişmenin etkisi ile daha ucuz ve herkes tarafından elde edilebilir hâle geldikçe bunların yerini statü göstergesi olabilecek başka mal ve hizmetler almaktadır (Waller, 2009, s. 567). Veb- len, Aylak Sınıfın Teorisi’nde, gösteriş amaçlı yapılan bu tür harcamaların toplumun endüstriyel etkinliğine ket vurduğunu veya mal üretimindeki artışın önüne engel olarak çıktığını ifade etmektedir (Veblen, 1899[2016], s. 101). Ona göre bu harcamalar yaşamın üretken amacına (the generic ends of life) katkıda bulunmamaktadır.
Veblen, Ticari Girişim Teorisi’nde (The Theory of Business Enterprise), makine sürecinin yaşam araçlarının (the means of life) üretimin artışına nasıl katkıda bulunduğunu tanımlamaktadır (Waller, 2009, s. 568; Sweezy, 1958, s. 22). Ayrıca kapita- list sistemde farklı aktörler arasındaki çatışmaya dikkat çekmektedir. Bu çatışma, yetenekleri ve üretken potansiyelleri ile toplumsal refah artışına katkıda bulunan mühendisler, bilim adamları ve işçiler ile kâra odaklanan iş adamları arasındadır. Veblen’e göre bütün iş adamları, mühendisler ve işçilerde var olan pozitif eğilimleri kontrol altına alarak, fiyat artışına ve kârın ençoklaştırılmasına odaklanmaktadır. Ona göre ticaret sisteminin dayattığı bu sınırlamalardan sıyrılmak, toplumun refa- hını arttıracaktır (Galbraith, 2010, s. 162).
Veblen, çalışmalarında, ticaret veya finans karşında endüstrinin önemine dik- kat çektiği gibi endüstrileşmenin kurumsal ortamının da önemini vurgulamakta- dır. Emperyal Almanya ve Sanayi Devrimi’nde (Imperial Germany and the Industrial Revolution), Almanya ve İngiltere’nin sanayileşme sürecini ele alıp karşılaştırmaktadır. Sorguladığı temel husus, Almanya’da sanayileşmiş otoriter bir sistem ortaya çıkarken İngiltere’nin niçin demokratik bir temelde sanayileştiğidir. Ortaya koyduğu temel gerekçe ise Almanya’da feodal otoritenin hâkimiyeti nedeniyle İngiltere’ye nazaran bir şeylerin maddi, sebep-sonuç ilişkileri açısından tasavvur etme zihin alışkanlığının daha az gelişmiş olmasıdır. İngiltere’de endüstriyel teknikler uzun bir zaman diliminde ortaya çıkarken Almanya bu teknikleri İngiltere’den hazır olarak alınmıştır. Dolayısıyla dinamik endüstrileşme süreci Almanya’nın politik, sosyoekonomik yaşam biçiminin bir parçası olamamıştır (Zingler, 1974, s. 323).
Kaynak: İş Ahlakı Dergisi