Temel Hazıroğlu
Son zamanlarda katılım bankalarında yatırım vekaleti hesapları birçok tartışmaya sebep olmuştur. Konuya açıklık getirmek için hür ve bağımsız bir aydın olarak meseleyi ele alıp kısaca incelemeye çalışalım.
Bilindiği gibi Katılım Bankaları 1985 yılından itibaren faizsiz bankacılık yapmak üzere önce Özel Finans Kurumları adıyla kanun hükmünde bir kararname ile faaliyete başlamıştır. Bu kurumlar süreç içinde 1999 yılında Bankacılık Yasası içine aynı adla dahil olarak mevzuatını güçlendirmiştir. İsminden kaynaklanan sorunlar (banka olarak algılanmaması, teminat mektubu verme zorluğu, dış ticarette yaşanan sıkıntılar vb.) üzerine yeni bir adlandırma ile 2005 yılında Katılım Bankası ismiyle Bankacılık Yasasında yerlerini alıp güçlenerek yollarına devam etmiştir. Yaşanan bu süreç yapmış oldukları işlerde herhangi bir değişiklik oluşturmamış, yine faizsiz bankacılık faaliyetlerini sürdürmeye devam etmişlerdir.
Katılım Bankaları ülkemizde ve dünyada genel bankacılık faaliyetleri olan toplumdaki fon fazlasını toplayıp bunları ihtiyaç sahiplerine kullanma işini kendilerine has kuralları olan faizsizlik ilkesi çerçevesinde yerine getirirler.
Katılım Bankalarının varlık nedeni ve altın kuralı olan “Faizsizlik İlkesi” şöyle tanımlanabilir:
- Fon toplarken herhangi bir sabit getiri taahhüdünde bulunmamak, oluşacak karı/zararı başta anlaşılan oranda paylaşmak,
- Fon kullanırken nakit kredi vermeyip bir malı veya hizmeti peşin olarak alıp vadeli olarak satmak veya ortaklık yapmak,
- Her türlü bankacılık hizmetini faizsizlik ilkesine bağlı kalarak yerine getirmek.
Katılım bankalarının fon toplama yöntemleri iki ana hesapta olur. Bunlar; Özel Cari Hesaplar, Kar ve Zarara Katılma Hesaplarıdır. Her ikisinin ortak adı “Katılım Fonları” olarak tanımlanır. Özel Cari Hesaplar herhangi bir getirisi olamayan borç (karz) hesapları olup Katılma Hesapları ise emek sermaye ortaklığı üzerine bina edilmiş ortaklık hesaplarıdır.
Ülkede yaşanan ekonomik gelişmeler ve sektördeki rekabet zaman zaman şiddetlense de bu kurumlar kural içinde kalmıştır. Ancak bu rekabet bazen sınırları zorlamış ve bu kurumları tartışmaya açmıştır. Özellikle ekonominin ısındığı ve faizlerin yukarı çıktığı dönemlerde mevduat bankaları erken pozisyon alıp faizleri yukarı çekerek mevduatlarını hızla artırmaktadır. Ancak katılım bankaları geçmişte kullandırdıkları oranların düşük olması sebebiyle kar havuzlarının karlılığının düşük kalmasını engelleyememekte, bu durum da katılım bankalarını rekabette zorlamakta ve fon girişini azaltmaktadır. Dolayısıyla faizlerin arttığı dönemde katılım bankaları fon toplama yani kaynak girişi konusunda sıkıntıya girmektedir (tabii ki faizlerin düştüğü dönemde de tersi bir durum olup katılım bankaları avantajlı hale gelmektedir). Kaynak girişi azalınca bu kurumlar yeni arayışlara girip özellikle büyük miktarlı müşterileri kazanmak için kendince çare aramaktadırlar. Bunu da doğal karşılamak gerekir.
Ancak bütün bu arayışların ve çözüm çabalarının “faizsizlik ilkesi” çerçevesinde sürdürülmesi zorunluluktur. Maalesef son yıllarda çözüm arayışlarından biri olan “vekalet hesapları” birçok tartışmayı da beraberinde getirmiştir. Öyle ki buraya toplanan fonlar için havuz açılmıyor, en iyimser ihtimalle kurum karlılığı esas alınarak nispeten faiz çağrıştıran muameleler oluyordu. Her ne kadar daha çok teverruk devreye sokularak bu işler yapılıyorsa da bu durum vicdanları rahatsız etmeye devam ediyordu. Bilindiği gibi teverruk murabahadaki banka müşteri ilişkisini tersinden kuruyordu. Murabaha işleminde banka bir malı peşin alıp vadeli satarak müşteriyi borçlandırıyorken, teverruk işleminde ise uluslararası piyasadan acenteler aracılığıyla belli bir komisyon ödeyerek borçlandırılacak müşteri adına peşin olarak metal alınmakta ve bankaya vadeli olarak satılmaktadır. Böylece banka müşteriye ana para artı vade farkı tutarı kadar borçlanmakta ve söz konusu metal uluslararası borsada peşin satılarak nakde çevrilmektedir. Ancak bu işlemler haklı olarak hem meşruiyet açısından hem de sonuçları (uluslararası sermayeyi güçlendirmek, komisyon vermek, gerçek ve meşru işlemlerin önünü kesmek vb.) açısından tartışmalara neden olmaktadır.
Katılım bankalarının varlık nedeni ve altın kuralı olan faizsizlik ilkesi açısından bu durum aşılmalı yeniden meşru zeminde buluşulmalıydı. Bu durumdan son derece yerinde bir tutumla rahatsız olan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) ve Türkiye Katılım Bankaları Birliği (TKBB) bu konuda aksiyon almak için harekete geçti. Yeni oluşturulan Merkezi Danışma Kurulu’nun da görüşü alınarak vekalet hesapları yeniden disipline edilerek faizsizlik ilkesinin burada da hâkim olması için bazı adımlar atıldı. Doğal olarak bunu takdirle karşılamak gerekir.
Yeni yapılan yönetmelik düzenlemesi ile vekalet hesapları yatırım vekaletine dayalı katılma hesapları başka bir deyişle “Yatırım Vekaleti Hesapları” olarak yeni bir tanımlamayla yeniden isimlendirildi. Bunlara ilişkin “gerçek projeler” ve “tahmini kar” üzerinden havuz oluşturma ve bu havuzu çalıştırarak gerçek kar/zarar dağıtma şartı getirildi. Bu disipline etme ve kontrol altına alma düzenlemesi takdir edilecek bir husustur.
Gelinen bu noktada gerçek projeler üzerinden yatırım vekaleti sözleşmesine dayalı katılma hesapları için en kritik faktör gerçek projeler, tahmini kar ve birim hesap değeri yani hesabın karlılığına getirilen üst sınırdır. Bu da tam olarak açıklanmadığı ve anlaşılamadığı için birçok tartışmanın alevlenmesine sebep olmuştur.
Bilindiği gibi katılma hesaplarında bazı temel kavramlar var; birim değer, hesap değeri, birim hesap değeri. Birim değer, bir havuzun oluşumuyla öncelikle 100 ile başlayıp ve süreç içinde havuzun karlılığını gösteren bir katsayıdır. Hesap değeri, havuza dahil olan müşterinin havuzdaki hissesini gösteren orandır. Birim hesap değeri ise müşterinin herhangi bir andaki havuzdan talep edebileceği hakkını gösteren tutardır. Havuzun karlılığını gösteren birim değer ile müşterinin o havuzdaki hissesini gösteren hesap değerinin çarpılması söz konusu müşterinin maksimum alacağını gösterir.
Yatırım vekaleti hesaplarında ise yeni bir havuz oluşturulacağı için kar ve zarara katılma hesapları ile hemen her şey aynıdır. Sadece tahmini kar ile ilgili tek bir kısıt söz konusudur. Tahmini kar; “Yatırım vekaleti sözleşmesine dayalı katılma hesaplarında toplanan fonların katılım bankaları tarafından işletilmesi sonucu kar elde edilmesi halinde, hesap sahibi ile katılım bankası arasında fonun işletilmeye başlandığı tarihten önce mutabık kalınan ve bu kardan katılma hesabının gerçekleşen karı geçmemek üzere hak iddia edebileceği azami oranı” şeklinde tarif edilmiştir. İşte bu “tahmini kar” tanımı gereği, “katılma hesabının gerçekleşen karı geçmemek üzere hak iddia edebileceği azami oranı” aslında hesap sahibine bir üst sınır getirmektedir. Böylelikle kar ve zarara katılma hesaplarından farklı olarak bu yeni yatırım vekaleti hesaplarında tahmini kar üzerinden birim hesap değerine bir üst sınır getirilmiş olmaktadır. Aslında bu düzenleme ile bir sürü sıkıntıları ve tartışmaları bünyesinde taşıyan vekalet hesapları yeniden yapılandırılarak disipline ediliyor, katılım bankalarının alameti farikalarından olan havuz içinde çalışmasına imkân verilmiş olmaktadır.
BDDK’nın yaptığı yönetmelik değişikliği ile gelen bütün bu olumlu gelişmelere karşılık burada geçen “Katılma hesapları üzerinde hesap sahibinin talep hakkı ve katılım bankasının ödeme yükümlülüğü; özel cari hesaplarda yatırılan tutar, katılma hesaplarında ise vade sonunda geçerli birim hesap değeri kadardır. Yatırım sözleşmesine dayalı katılma hesaplarında birim hesap değeri, yatırılan tutar ve tahmini kar toplamı ile sınırlıdır” denilerek kafalar karıştırılmış ve bu kurumları yıpratacak tartışmalar alevlendirilmiştir. Oysa bu ifade daha açık ve net olarak yazılabilir, buna fırsat verilmeyebilirdi. Gerçi tahmini kar tanımı ile birlikte düşünülünce ortada anlaşılmayacak bir durum yoktur. Ancak yine de son ifade ile bu kurumların varlığına dönük “Katılım bankalarının ruhuna el Fatiha mı? Katılım bankacılığının köküne kibrit suyu dökülmüş, resmen faizli bankacılığına dönüşmüş, mevtanın ruhuna Fatiha’yı kim okuyacaktır?” gibi dil ve üslup olarak ağır, içeriden yerine dışarıdan, yapıcı yerine yıkıcı, onarıcı yerine parçalayıcı bir tutum ve davranış geliştirilmesine fırsat verilmiştir. Acı ama durum budur.
Katılım bankacılığının kuruluşundan beri içinde olmuş, çeşitli kademelerinde çalışmış, yıllarca üst yöneticilik yapmış, katılım bankacılığı fikrini ilk defa gündeme getirmiş ve bu kurumların varlığını, altın kuralı faizsizlik ilkesi ışığında sağlıklı ve verimli olarak hayatlarını sürdürmelerini hayati önemde gören hür ve bağımsız bir aydın olarak birkaç konunun altını tekraren çizmeyi görev sayıyoruz:
- Katılım bankaları İslam iktisadının önemli ve gözde kurumlarından biridir. Bunları korumak kendimizi, inancımızı korumak ve hatta insanlığı korumak demektir.
- Katılım bankalarının altın kuralı olan “faizsizlik ilkesi” çalışanlar, yöneticiler, hissedarlar, ilgili kamu kurumları ve tüm toplum tarafından hasislikle korunmalıdır. Herkes üzerine düşen görevi en iyi ve doğru bir şekilde yerine getirmelidir.
- Bu kurumlar faizsizlik ilkesi ile reel ekonomik faaliyetleri teşvik etmekte, gerçek alışverişe imkân vererek ve fatura kestirerek kayıtlı ekonominin önünü açmakta, ortaklık yapma imkânı vererek toplumsal dayanışmayı desteklemekte kısaca reel ve gerçek katılım ekonomisinin işaretlerini vermektedir.
- Bu kurumların yaşayabileceği bir sıkıntı, görebileceği bir zarar sadece onlarla ilgili olmayacaktır. Zararı herkes, tüm toplum, aydınlar ve hatta insanlık için yegâne umut olan İslam’ın geleceği görecektir. Bundan karlı çıkacak olan da insanlık düşmanı kapitalizm olacaktır.
- Katılım bankaların iyileşmesi ve geliştirilmesi için eleştirel destek çok önemli ve elzemdir. Temel değerlerini ve özünü koruyarak yaratıcı süreçler, kendilerini yeniden inşa etmelerine destek olmalıdır. Bunun yolu da bu kurumları sahiplenmek, onların içindeymiş, patronuymuş gibi tutum almak, eksiklerini yapıcı ve onarıcı bir dil ve üslupla davranmaktır. Başka bir deyişle “içeriden, yapıcı ve onarıcı” bir dille, umut dolu bir üslupla yeniden ihya ve inşa ederek geleceğe taşımaktır.
- İnsanda, toplumda, insanlıkta ve kâinatta itidal, denge ve adalet kurma peşinde olan İslam’ın iktisadi boyutunu canlı tutarak, umutları tazeleyerek, kapitalizmin cenderesine sıkışmış insanlığa yeniden nefes aldırmalıyız.
- İslam, yeryüzünde var olan en büyük nimettir çok şükür etmeliyiz, en büyük imkandır çok çalışmalıyız ve en büyük umuttur çok dua etmeliyiz.
30.11.2018