Anasayfa Araştırma Zekât Uygulamaları ve Katılım Bankacılığı

Zekât Uygulamaları ve Katılım Bankacılığı

by

Melih Turan

Bir dini emir olarak zekât, Müslüman’ın zenginlik sınırına ulaştıktan bir yıl sonra Tevbe suresinin emrettiği yerlere ödemesi gereken mali bir yükümlülüktür.  Bir açıdan arınma, büyüme ve gelişme anlamına gelen zekât, hayatın birçok alanına hitap eden külli bir ibadettir. Kişinin manevi olarak arınmasından muhtaçların ihtiyaçlarının görülmesine, ekonominin canlanmasından sosyal adaletin tesis edilmesine kadar hikmet yelpazesi çok geniştir. Fakat biz 21. yüzyılın Müslümanları olarak bu hikmetlerin kaçının idrakindeyiz? Zekâtı ne kadar önemsiyor ya da önemsetiyoruz? Bu ve benzer soruları cevaplayabildiğimiz ölçüde İslam dininin temel taşını doğru bir zemine yerleştirebiliriz.

Kur’ân’da “zekât” lafzıyla 30 defa, “sadaka” lafzı ile müteradif manada iki defa, toplamda 32 defa zikredilmektedir. Zekât lafzı ile geçen 30 ayetten 26 adedi namaz (salat) ile birlikte kullanılmaktadır. Tüm semavi kitaplarda zekât emrine rastlamak mümkün. Ancak İslam’da zekâtın diğer semavi dinlerden ayrıştığı nokta Kur’ân’da bir emir olarak çokça zikredilmesi ve hadislerde zekât ile ilgili ihtiyaç görülen tüm ayrıntıların paylaşılmasıdır. Bu ilahi bilgilerin İslam’ın toplum hayatına en büyük çıktısı ise Hz. Peygamber nezaretinde oluşan zekât müessesesidir. Zekâtı kimin hak edeceği Tevbe suresinde belirtilirken bir sınıf vardır ki onlar da zekât işlerinde çalışanlardır. Bu ayet zekât kurumunun başlıca delilini gösterdiği gibi Hz. Peygamber’in çevre kabilelere gönderdiği zekât memurları ve mektupları zekâtın bir müessese şeklinde çalıştığını göstermektedir. Aradan geçen yüzyıllar bu kurumun işlevselliğini belli bir ölçüde yitirdiğini gösteriyor. Dört halife dönemi ve Ömer bin Abdülaziz döneminden 20. yüzyıla kadar geçen sürede bazı istisnai uygulamalar dışında zekât kurumuna somut anlamda rastlayamıyoruz. Ne zaman ki İslam ülkeleri Batı’nın sömürge güçlerinden bağımsızlıklarını kazanıyorlar, o zaman yavaş yavaş zekât uygulamaları çağdaş anlamda şekillenmeye başlıyor. Günümüzde çok güzel örnekleri bulunan zekâtın kurumsal yapısı Uzak Asya, Körfez ve Kuzey Afrika İslam ülkelerinde her devletin kendi yapısına göre şekillenmiş durumda. En başarılı örnekleri Malezya ve Endonezya’da temayüz etmiş durumda. Dünyanın en çok bağış yapan ikinci ülkesi olmamıza ve yardımseverliğimizin temayüz etmiş olmasına rağmen, Türkiye olarak bu anlamda herhangi bir somut adım atamamış bulunuyoruz.

Yaptığımız bir araştırmaya göre 2015 yılı için Türkiye’nin zekât potansiyeli yaklaşık 80 milyar TL civarındaydı. Bugün için ise bu rakam artmış durumda. 2018 verilerine göre ise bankada bir milyon üzerinde mevduatı bulunan 150 bin kişinin zekât potansiyeli ise 24,8 milyar TL civarında. Peki, bu potansiyeli ülke olarak yakalayabiliyor muyuz? Elimizde net bir veri olmamakla birlikte en çok bağış toplayan vakı arın bağış gelirlerini kıyasladığımızda dahi çok çok geride olduğumuz gözüküyor. Bunun en büyük sebebi ise zekâtın hutbe ve vaazlardan öteye geçememesidir. Elbette zekât verilmektedir, ancak bu verilen zekât doğru yere mi verilmiştir, doğru mu hesaplanmıştır, doğru mu toplanmıştır gibi bir sürü soruyu cevaplayan muhatap kurumsal anlamda yoktur. En güzide vakıflarımız dahi zekâtı toplamak ve dağıtmak dışında başka bir faaliyette bulunmuyor maalesef. Oysa bugün çeşitli mal ve yatırım türleri çıkmıştır ki bunların zekâtından sorumlu olup olmadığı bir Müslüman’a bildirilmemektedir. Örneğin, elindeki hisse senetlerine, bireysel emeklilik fonunun anaparasına zekât düştüğünü bilenlerin yüzdesi kaçtır? Ya da ihtiyacı dışında ikinci bir ev alan kişi zekâtını kira gelirinden mi ödeyecektir yoksa evin kendi değeri üzerinden mi? İşte tüm bu soruların cevaplanması ve standartların oluşturulması gerekmektedir ki ülkedeki zekât potansiyeli açığa çıkabilsin.

Türkiye’deki zekât uygulamalarının gelişmesinde katılım bankaları önemli bir görev üstlenebilir mi sorusu konumuz açısından önemlidir. Aslında İslam’ın üçüncü temel şartından biri olarak zekât emri, faiz yasağından önce gelmektedir. Faizsizlik prensibine göre hareket etmeyi amaç edinen katılım bankaları, dayandıkları danışma kurulları standartları çevresinde zekâta da bu yüzden ayrı bir önem vermek durumunda. Ekonomik olarak bir çarpan etkisi oluşturan zekât bir bağlamda da zenginin ihtiyaç sahiplerine yaptığı para arzıdır ki İslam iktisadı tam da bunu hede emektedir. Katılım bankaları, birer güven müesseseleri olduklarından zekât ödemelerini anlaşmalı oldukları güvenli vakı ara aktaracağı için burada fon sahiplerine farklı bir hizmet sunabilir. Hesaplama konusunda sorun yaşayan müşteriler için ise Albaraka Türk olarak zekât asistanı uygulamasını hayata geçirdik. Bu uygulama ile zekâtların daha doğru bir biçimde hesaplanmasını ve ödenen miktarın kayıtlı ekonomi çerçevesinde vakı ara aktarılmasını hede iyoruz. Hiçbir özel veya kamu kurumunun üstlenmediği bu zekât hesaplama uygulamasını katılım bankacılığı sektörüne kazandırarak bir bakıma burada gizli olan potansiyeli harekete geçirerek fon artışına da katkı sağlayacağımızı düşünüyoruz. Bu çalışmanın, diğer Müslüman ülkelerde olup ülkemizde olmayan zekât kurumuyla ilgili çalışmalara ön ayak olacağına inanıyoruz. Katılım bankaları milyarları aşan potansiyelin hareketliliğinden pay alması sosyal sorumluluğun dışında iktisadi kazanımların toplumun tavanından tabanına aktarılarak ekonominin canlandırılmasına dolayısı ile reel sektörün harekete geçmesine vesile olacaktır. Faiz ne kadar toplumun tabanını sömüren bir araçsa, zekât da toplumun tabanını besleyen ona karşı bir araçtır. Dolayısıyla katılım bankacılığı faizden uzak durmayı gerektirdiği kadar zekâta yakın durmayı da iktiza etmektedir.

Bir açıdan bakıldığında zekâtın özü katılımdır; zekât verenin, zekât alanın hayatına katılması, onun hayatını kolaylaştırmasıdır. Toplumsal adaletin gerçekleşmesi, ancak o toplumun bireylerinin birbiriyle dayanışması ve yardımlaşması sonucu mümkün olabilir. Toplumu faiz illetinden uzak tutmayı vadeden katılım bankaları da bu dayanışma ve yardımlaşmanın zekât tarafında olmalıdır. Zekâtın toplanmasında üstlendikleri görevi bilgilendirme ve hesaplama konusunda ileri taşımaları varoluş gayelerinin bir parçası olmalıdır.

Albaraka Türk üst yönetiminin çalışanlarına tanımış olduğu bir inisiyatif olan Keşfet Kurum İçi Girişimcilik programıyla uygulamaya geçirdiğimiz zekât asistanın tüm sektöre hayırlı olmasını diliyor ve bu uygulamaların sektörle birlikte gelişmesini umuyorum.

Kaynak: Katılım Finans Dergisi

Benzer Yazılar

Görüşlerinizi Paylaşabilirsiniz

    Mail Bültenimize Abone Olun