İsmet Özel
“İktisadî kölelik ağırdır” diyor Andre Malraux, “ama iş onu yıkmaya gelince insan siyasî, askerî yahut dinî köleliği güçlendirmek zorundadır.” Sonra da soruyor: “Öyleyse benim için ne önemi var karşı çıkmanın?” (Köleliğe karşı çıkmanın.) Batılı adam şartları gereği, soruyu hep yanlış noktadan kalkarak sorduğu için verdiği cevap da bir başka yanlışı dile getirmekten ibaret kalıyor.
Batı’nın temel hatalarının başında tarifini getiremediği bir kavramı insana has kabul ederek, onun çerçevesinde bir efsane oluşturması geliyor. Bu kavram tahmin ettiğiniz gibi hürriyet kavramıdır. Eğer bu tarifsiz hürriyet anlayışına sahip olmasaydı, Malraux da yukarıdaki sözünde ortaya çıkan çaresizliğe düşmezdi.
Batı her ulaştığı yere iktisadî kölelik götürmekle kalmıyor, bu köleliğe karşı kullanılacak silâhı da peşin olarak veriyor. Böylece her kim batılı manada bir köleliğe karşı çıkma durumunda kalırsa yine batılı manada bir hürriyet anlayışıyla bu savaşa girişsin, netice olarak da kendi yürüttüğü harekete karşı da bir güvensizliği yedeğinde bulundursun.
Batı toplumu içinde zalim ve mazlum öyle şeytani bir denge kurmuşlardır ki adına bugün kapitalizm dediğimiz yarın belki sosyalizm diyeceğimiz toplum yapısı temel mantığı itibarıyla sağlamlığını korumaktadır.
Batılı adam soruyu yanlış soruyor dedik. Neden iktisadî köleliği karşı çıkılacak ilk kölelik olarak görüyor. Demek ki onun ilk korunmaya değer olan varlıkları iktisadî. Bu yüzden de kolayca askerî, siyasî, dinî (batıl dinler anlamında) köleliği kabulleniyor. Köleliğin (kula olan kulluğun) insanı ağırlık altında bırakan yanı getirdiği maddî yıkım yahut maddî mahrumiyetlerde mi yoksa insanın gelişmesine engel olmasında mı? İktisadî köleliği reddederken yalnızca karnımızın doymasını mı düşünüyoruz yoksa iktisadi köleliği haysiyetsizliğin bir çeşidi olarak gördüğümüz için mi reddediyoruz?
İktisadi kölelik şüphesiz gerek toplum içinde gerekse toplumlar arası münasebetlerde bir vakıa olarak göze çarpmaktadır. Ancak ne iktisadî köleliği doğuran sebepler, ne de bu köleliğin sonuçları iktisadî sınırları içinde kalmaktadır.
Bugünün dünyasında iktisadî kölelik öyle ustalıkla teşkilatlanmış durumda ki maddî refaha doğru atılan her adım maddî köleliğin kıskacını biraz daha daraltmaktadır. Öyle ki emperyalizmin standartlarına göre tok kabul edilen bir toplum iktisadî köleliği derinden yaşarken, aynı standartların yarı aç kabul ettiği bir toplum iktisaden daha bağımsız kalabilmektedir.
Demek ki iktisadi hürriyet iktisadi refahla açıklanabilir bir kavram değil. Üstelik iktisadî köleliği yıkmak üzere girişilen hareketin varacağı nokta da bu anlaşılmaz iktisadî hürriyet olmayacak. İktisadî kölelik ancak iktisadiyattan daha üstün değerlerin harekete getirildiği insanların darbelerine muhatap olursa ortadan silinebilecek. Malraux iktisadi köleliği yıkmak için askerî, siyasî köleliği güçlendirmek zorunda olduğunu ifade etmekle bize Batı kafasının gediklerinden birini işaret ediyor. Çünkü aşırı ferdiyetçi Batı kafası insanların dayanışmasını ve aynı anlayışta birleşmelerini kabul edemiyor. Bir baskı mekanizmasını kırmak için mutlaka bir başka baskı mekanizması icat edilebileceğine aklı eriyor. Belki hadise Batıda hep böyle cereyan etti de ondan.
Kaynak: Yeni Devir Gazetesi – 1977 – edebifikir.com