Prof.Dr. Abdullah Kahraman
İnsana en çok yakışan, içini ısıtan ve devamlı ihtiyacı olan duygulardan biri güven ve güvenliktir. Dinî literatürde güvenlik daha çok “emanet” kavramıyla ifade edilir. Emanet, güven duymak, korkusuz olmak gibi anlamlara gelir. Kendini güven içinde hissedenler ruhen rahat ederler ve sağlıklı bir gelişim gösterirler. Çünkü insana ait bir duygu olan emanet, insanın ruh ve beden olarak sağlıklı yaşamasının temel şartıdır. Tarih boyunca insanlar güvende olabilmek ve emniyetlerini temin etmek için büyük çabalar sarf etmişlerdir. Nerede olursa olsun, insan için güvenlik her şeyin başında gelir. Zira canı, malı, ailesi güvende olmayan bir insanın yaşama anlam vermesi mümkün değildir. Esasen devletler de bütün yönleri ile güvenliği temin etmek içindir. Bunun sonucu olarak devletlerin harcamalarının önemli bir bölümünü güvenlik harcamaları oluşturmuştur. Devletlerin hukuk devleti olması ve anayasa yapmaları da insanların temel hak ve hürriyetlerini teminat altına almaya yöneliktir.
Emanet Kur’an’ın temel kavramlarındandır. Onun ne kadar önemli olduğunu Yüce Allah bir ayette şöyle ifade eder: “Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.” (Ahzab, 33/72.) Bu ayetten hareketle, İslam âlimleri, Allah’ın insanlara yüklediği, din ve dünya ile ilgili bütün yükümlülükleri bu kavram ile ifade etmişlerdir. İnsanın üstlendiği ve yerine getirmekle yükümlü olduğu emanetler şöyle sıralanabilir:
- İnsanın Allah’a karşı sorumluluğunun temelini oluşturan iman ve ibadetler.
- Toplum ve aile hayatının her alanında Yüce Allah’ın insana yüklediği her türlü ahlaki ve sosyal görevler. Buna göre insan topluma, toplum insana, aile üyeleri de birbirine emanettir.
- Bir kişinin kendi varlığı, bedeni ve ruhi imkân ve kabiliyetleri. İnsan bunları Allah’ın kendisine verdiği bir emanet olarak bilip her türlü tehlikeden ve zararlı etkenden korumakla yükümlüdür.
Emanet, emin ve mümin aynı kökten gelmektedir. Yüce Allah insanların güven içerisinde yaşamasını murat etmiştir. Bunun için de erdemli toplumu, toplumun en erdemlisi olan peygamberlere emanet etmiştir. Peygamberin temel özelliklerinden birini de “emin/güvenilir” olmak olarak belirlemiştir. Peygamberler emin insanlar oldukları için imanı hak etmişlerdir. Onların oluşturduğu toplum da güven/ emanet toplumudur. Çünkü o toplum emin insanlar olan müminlerden oluşmaktadır. Peygamberlere inananlara mümin (güvenilir kimse) adı verilmesinin en önemli sebebi ve hedefi budur. Mümin insan güvenilirdir ve güvenilir olmak zorundadır. İmanla hıyanet aynı kalbe sığmaz. İman ile güvenilir kimse olmak arasında sıkı bir bağ bulunduğunu bildiren Hz. Peygamber bir keresinde de şöyle buyurmuştur: “Kişinin kalbinde iman ve küfür bir arada bulunmaz. Güvenilirlik ve hainlik de bir arada olmaz.” (Ahmed b. Hanbel, III, 349.) Hz. Peygamber Müslümanı tanımlarken de, “Mümin, insanların kendisine güvendiği kimsedir. Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların salim olduğu kişidir. Nefsim kudret elinde bulunan Allah’a andolsun ki, kötülüklerinden komşusunun emin olmadığı kimse cennete giremez.” (Ahmed b. Hanbel, III, 54.), buyurarak da onun güvenilir olma özelliğinin altını çizmiştir.
Böylece emanet ve emanete riayet, bireyleri niteleyen en önemli ahlaki faziletlerden, toplumu huzura kavuşturan ve Allah katında makbul insan olmayı temin eden en önemli özelliklerden biri olmaktadır. Nitekim Yüce Allah müminlerin temel özelliklerini sayarken bunlar arasında emanete riayet etmeyi şu ifadelerle özellikle vurgulamıştır: “Yine onlar ki, emanetlerine ve verdikleri sözlere riayet ederler.” (Mü’minûn, 23/8; Mearic, 70/32.) Bütün peygamberlerin ve sevgili Peygamberimizin gönderilişindeki temel hedeflerden biri de güvenli bir toplum oluşturmaktır. Hz. Peygamber, kendisine tevdi edilen güvenli toplum oluşturma hedefine ulaşmak için ilahî iradenin yönlendirmesi ve kontrolü altında elinden gelen bütün çabayı sarf etmiştir. İlk önce kendisi toplumun güvenini kazanarak “Muhammedü’l-Emin” sıfatı ile anılmıştır. Öyle ki, düşmanları bile onun güvenilir olduğundan şüphe duymamıştır. Sonra da Kur’an’ın emanete yer vermesi ile birlikte o da müminlerin kalbine güveni aşılamaya ve güvenilir olmayı onlar için ahlak ve yaşam tarzı hâline getirmeye gayret etmiştir. Bu yüzden Kur’an’da ve Hz. Peygamber’in hadislerinde emanet müstesna bir yere ve vurguya sahiptir.
Hz. Peygamber güvenli bir toplum oluşturmayı baştan beri hedeflemiştir. Mekke’de Müslümanlar, maruz kaldıkları can, mal, namus emniyetsizliklerinden şikâyet edip ümitsizliğe düştüğü bir sırada Hz. Peygamber güvenli toplum oluşturma hedefini şu ifadelerle ortaya koymuştur: “Siz acele ediyor, ümitsizliğe kapılıyorsunuz. Şunu iyi bilin ki, ileride öyle mal, can, namus emniyetinin sağlandığı günler gelecek ki, bir kadın Yemen’den kalkıp bindiği devesi üzerinde tek başına Mekke’ye gelecek, Kâbe’yi tavaf edip tekrar bineğine binerek tek başına memleketine dönecektir. Bu sırada yolda vahşi hayvandan başka hiçbir şeyden de korku ve endişe hissetmeyecektir!” Yine Hz. Peygamber’in Medine’ye hicret ettikten sonra ensar ve muhacir arasında meydana getirdiği “kardeşleştirme anlaşması” ve Medine Anayasası’nı oluşturmasının temel amaçlarından biri, toplumun huzur, barış ve güven içerisinde yaşamasını temin etmekti.
Hz. Peygamber birçok hadisinde emanet üzerinde durur, emaneti doğrudan imanla irtibatlandırır ve şöyle buyurur: “Emanete riayet etmeyende (kâmil) iman yoktur.” (Ahmed b. Hanbel, III, 135, 154.) Aynı zamanda Hz. Peygamber güvensizliğin sembol ismi olan münafığın temel özelliklerini sayarken onun emanete hıyanet eden bir kişiliğe ve ruh haline sahip olduğunu ifade eder. (Buhari, İman, 24.) Çünkü emanetin zıddı hainlik ve hıyanettir. Yüce Allah bu konuda müminleri uyarırken şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Allah’a ve resule hainlik etmeyiniz ki, bile bile kendi emanetlerinize hıyanet etmiş olmayasınız.” (Enfal, 8/27.)
Emanet konusunda en önemli hususlardan birisi, emanetin ehline verilmesidir. Zira ehline verilmeyen emanet zayi edilmeye mahkûmdur. Yüce Allah bu hususu şöyle ifade eder: “Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (Nisa, 4/58.) Bu ayetten hareketle İslam âlimleri, her türlü yöneticilik, eğitim-öğretim gibi toplumu ve toplumsal yapıyı ilgilendiren işlerin tamamını da birer emanet olarak değerlendirmişlerdir. Toplumsal güvenliğin ve huzurun sağlanması için bu gibi görevlerin adaletli davranmayı ahlak edinmiş ve güvenilir kimselere verilmesi gerektiği konusunda görüş birliği oluşmuştur. Çünkü bu konuda Hz. Peygamber’in önemli bir uyarısı olmuştur. Emanetlerin ehline verilmesi gerektiğini emreden Hz. Peygamber, “Emanet kaybedilince kıyameti bekleyin.” buyurdu. “Emanet nasıl kaybolur?” diye sorulunca da şöyle dedi: “Bir iş ehli olmayana verildiğinde kıyameti bekleyin.” (Buhari, İlim, 12, Rikâk, 35.) buyurmuştur. Bu ve benzeri hadisler okunduğunda ilk etapta akla evrensel düzenin bozulup ahiret hayatının başlayacağı büyük kıyamet gelse de, hadisten sadece bunu anlamak isabetli olmaz. Zira hadisin dünyaya dönük yönü de vardır. Bu ayetin ve ilgili hadislerin gereği yerine getirilmediği zaman dünyada da birtakım kıyametlerin kopacağı unutulmamalıdır. Âdil ve ehil olmayan bir idareci bulunduğu birimdekilere ve dolayısıyla ülkeye her zaman küçük kıyametler yaşatır. Orada olması ve kurulması gereken düzen kurulamadığı ve hakkıyla idare edilmediği zaman yöneticiye güven sarsılır. Güvenin olmadığı yerde de huzur ve başarı- dan bahsedilemez. Ehline verilmeyen her işte de durum aynıdır.
“Hz. Ebu Zerr’in yöneticilik/memurluk istemesi üzerine Hz. Peygamber ona şöyle demiştir: “Ey Ebu Zer! Sen zayıfsın, yöneticilik ise bir emanettir. (Hakkını veremediğin takdirde) kıyamet günü rüsvaylık ve pişmanlıktır. Ancak kim onu hak ederek alır ve bu konuda üzerine düşen görevleri hakkıyla yerine getirirse o hariçtir.” (Müslim, İmaret, 17.)
Hz. Lokman’a: “Sende gördüğümüz bu faziletin sebebi nedir?” diye sorulduğunda o şöyle cevap vermiştir: “Emaneti yerine getirme, doğru söz ve beni ilgilendirmeyen şeylere karışmamak.” (Tirmizi, Zühd, 11.)
Kur’an’ın emanet kelimesini geniş anlamda kullanmasından hareketle, kâinatta var olan her şeyin emanet sistemiyle birbirine bağlı olduğu söylenebilir. İnsan insana, toplum fertleri birbirine, anne babaya, babaanneye, çocuklar anne-babaya, anne-baba çocuklara, eşler birbirine, devlet ve halk yöneticilere, yöneticiler halka, vatan vatandaşlara, vatandaşlar vatana, iş memura, memur kuruma, komşular birbirine, işçi patrona, patron işçiye emanettir. Herkes bulunduğu noktaya bu cepheden bakar ve emanetin tersinin ihanet olduğunun da bilincine varırsa problemler asgariye inebilir. Emin olmanın ve emniyet içerisinde yaşamanın yegâne yolu, emaneti tevdi edene ettiğimiz imanın bilincine varmak ve emanete riayeti ahlak hâline getirmektir. Allah’a iman etmiş olmak, özellikle insan hakları noktasından insanların güvenini kazanmakla olur. İslam toplumu demek güven toplumu demektir. Toplum olarak güvenli değilsek imanımızı gözden geçirmemiz gerekir. Herhâlde Yüce Allah’ın: “Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin…” (Nisa, 4/136.) buyururken bizden imanımızı yoklamamızı istemektedir.