Ha-Joon Chang, Kalkınma Reçetelerinin Gerçek Yüzü, Çeviren: Tuba Akıncılar Onmuş, İstanbul, İletişim, 2015, 248 s.
Değerlendiren: Ömer Emirkadı
Günümüzün kalkınmış ülkeleri, gerek ülkemiz gerekse de dünyanın pek çok bölgesinde hakim olan genel ekonomi politikalarının ve düşünce yapısının tersine, serbest piyasa ve yapısal uyum politikalarına uygun kurumsal düzenlemeler ve kurumlar aracılığıyla kalkınmamışlardır. Dolayısıyla yükselen piyasalar söylemiyle liberal sisteme alelacele, eksik ve plansız bir biçimde eklemlenmeye çalışılan kalkınmakta olan ülkelere Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumlar aracılığıyla önerilen, hatta dayatılan politikalar, bu ülkelerin kendi sanayileşmelerini gerçekleştirdikleri politikalar değildir. Önerdikleri serbest piyasa modelleri bir yana, gümrük duvarları, tarife koruması, kota vb. uygulamalarla içerde, yerli üreticilerini yoğun bir biçimde desteklemişlerdir. Nitekim bu ülkeler, kalkınma stratejilerinin erken dönemlerinde demokrasi, merkez bankası ve etkin bir kamu yönetimi gibi temel yapılanma ve regülasyonlardan bir hayli uzak mesafeydiler. Günümüzün kalkınmış ülkelerinin, geçmişte yaptıkları uygulama ve yaşadıkları deneyimler, bugün kullandıkları söylemden bu kadar farklı iken, neden acaba şiddetle neo-liberal politikaları önermektedirler?
Orijinal ismi `Kicking Away the Ladder’ olan ve Tuba Akıncılar Onmuş tarafından dilimize çevrilen kitabın yazan Chang, Cambridge Üniversitesi Kalkınma Çalışmaları biriminde yönetici yardımcısı olarak çalışmakta olup, UNCTAD, WIDER, UNEDO gibi çeşitli BM kuruluşları ve Dünya Bankası, Asya Kalkınma Bankası’da dahil olmak üzere pek çok uluslararası organizasyonda danışmanlık yapmıştır.
Endüstriyel Politikanın Ekonomi Politiği adli bir kitabı da bulunan yazarın devlet, pazar ve kurum teorilerinden, geçiş ekonomilerine kadar geniş bir yelpazede çeşitli makaleleri bulunmaktadır.
Kitabın orjinal başlığının, Türkçe karşılığı tam olarak olmasa da dilimize, merdiveni itelemek ya da devirmek şeklinde tercüme edilebilir. Başlığın ilgi çekici bir yanı olması ve kitabın içeriğine yön vermesinden ötürü, `Merdiveni itelemek/devirmek’ ifadesini, bu ifadeyi kullanan iktisatçıya başvurarak irdelemek yararlı olacaktır.
19 yüzyıl Alınan iktisatçılarından, tarihçi ekole mensup Friedrich List tarafından kullanılan bu ifade, `Zengin bir ülkenin zirveye ulaştığında, diğer ülkelerin kendisinden sonra kalkınmasını engellemek ve bulunduğu konumu sürdürebilmek adına, oraya çıkılmasını sağlayacak merdiveni itmesi’ şeklinde açıklanabilir.
Bu tanımlama Chang’a göre de, günümüz sanayileşmiş ülkelerinin uygulamalarında sıklıkla görülen zekice bir hiledir. Nitekim Adam Smith’in kozmopolitik doktrininin, çağdaş’ büyük William Pitth’in kozmopolitik eğilimlerinin ve Britanya kamu yönetimindeki takipçilerinin sım burada yatmaktadır.
Kitabın dört ana bölümünden birincisini oluşturan ilk bölüm, ‘Zengin Ülkeler Gerçekten Nasıl Zenginleştiler?’ adını taşımaktadır. Bu bölümün başlangıcında, List’in o dönemde yapmış olduğu saptama bir anlamda günümüze uyarlanmaktadır. Özellikle geride bıraktığımız son yirmi-yirmi beş yıllık süreçte, kalkınmakta olan ülkelere önerilen reçetelerin, günümüzün kalkınmış ülkeleri tarafından kendi geçmişlerinde ne derece uygulanıp uygulanmadığı sorgulanmaktadır.
Kalkınmakta olan ülkelere önerilen ve Jeffrey Williamson tarafından dile getirilen Washington Konsensüsü ilkeleri — bu ilkeler; daraltıcı makroekonomik politikalar, uluslararası ticaret ve yatırımın serbestleştirilmesi, özelleştirme ve deregülasyonu içerir. — doğru politikalar olarak önerilirken, genelde kalkınmış ve özellikle de Anglo — Amerikan ülkelerinde bulunan demokrasi, bağımsız bir yargı, iyi bir bürokrasi ve fikri mülkiyet haklarını da içerecek bir biçimde, sağlam olarak korunan mülkiyet hakları, şeffaf ve piyasaya yönelik kurumsal yönetişim/corporate govamance ve siyasetten bağımsız bir merkez bankası da dâhil olmak üzere finans kurumlan da doğru kurumlar olarak önerilmektedir.
Bu kurumsal ve politik düzenlemelerin, kalkınma için temel reçete olduğu savında ısrar eden hegomon uluslar arasında, Britanya için laissez – faire politikası sayesinde ilk büyük sanayi gücü haline geldiği, Fransa’nın ise, uyguladığı müdahaleci politikalardan dolayı geride kaldığı görüşü genel bir kabul görmektedir. İşte bu noktada yazar, kapitalist sistemin tarihsel oluşum sürecine dair, ortodoks iktisat görüşüyle çelişen tarihsel bilgileri bir araya getirmekte ve kalkınmış ülkelerin kalkınma aşamasında iken benimsedikleri kurumsal yapı ve uyguladıkları politikaların ayrıntılı bir profilini ortaya koymaktadır.
Kitap Napolyon Savaşları’ nın (1815) sona erdiği ve 1. Dünya Savaşı’nın (1914) başladığı yıllar arasındaki dönemi ele almakta olup, söz konusu dönemde, günümüzün kalburüstü ülkelerinin, Sanayi Devrimi’ ni gerçekleştirdikleri dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Adı geçen ülkelerden İngiltere, uyguladığı ekonomi politikaları ve kurumsal gelişmelere dair yapmış olduğu liderlikten dolayı, 14. yüzyıla kadar uzanan tarihsel bir perspektiften ele alınmıştır.
İkinci bölüm ‘iktisadi Kalkınma Politikaları: Tarihsel Perspektiften Sanayi, Ticaret ve Teknoloji Poliükalan’ başhğnı taşımaktadır. Bu bölümde temel olarak, sanayi, ticaret ve teknoloji politikaları irdelenmektedir. Günümüzün kalkınmış ülkeleri olan ABD, İngiltere, Japonya ve Almanya gibi ülkelerin iktisat tarihleri yakından incelendiğinde görülmektedir ki bu ülkeler, sanayileşme süreçlerinin ilk aşamalarında bebek endüstrilerini/infant industry protection korumuşlar, etkin bir dış ticaret, sanayi ve teknoloji politikası uygulamışlardır. Kitapta bu tespitlere ilişkin değerlendirmeler, tablolar arcılığıyla da desteklenmiştir. Öyle ki bu tablolardan birinde, (Tablo 2.1 – s.39) günümüz kalkınmış ülkelerinden bir kaçına ilişkin olarak, ürettikleri mamul ürünlere uyguladıkları gümrük tarifelerinin, kalkınmalarının erken dönemlerinde ne kadar yüksek olduğu ortaya konmaktadır. Buna göre, örneğin Sanayi Devrimi’ nin başlangıç yıllarında, Birleşik Krallık’ın (İngiltere) uyguladığı gümrük tarifelerinin oranı, 1820’lerde ortalama olarak % 50 düzeyine ulaşmışken, sanayide rakipsiz bir konuma eriştikten ve serbest ticaret öğretisini dünyaya empoze etmeye başladıktan sonra bu tarife, deyim yerindeyse hiç uygulanmamış, Büyük Buhran’ın hemen öncesindeki döneme kadar da, % 5 düzeyinde uygulanmıştır ki, buda son derece çarpıcı bir durumdur.
Yine benzer biçimde bir diğer tablo, (Tablo 2.2 — s.75) aynı ülke özelinde ele alınmış, bu ülkenin 1820’li yıllarda elde ettiği gümrük gelirlerinin, toplam ithalatına oranı %53.1 iken, yaklaşık bir yüzyıl sonra bu gelirlerinin, önceki örnekte olduğu gibi yüzde olarak bir azalma trendine girmiş olduğu ve % 5 — 5.5 düzeyine indiği görülmektedir.
Dolayısıyla günümüzün kalkınmış ülkelerinin, moda deyimiyle yükselen piyasalara önerdikleri korumacılığın ve müdahaleciliğin azaltılmasına dönük reçetelerinin, aynı ülkeler tarafından ihracat teşvikleri, ihracata yönelik girdilerde tarife indirimi, yatırım ve insan kaynaktan planlaması gibi regüle edici ve korumacı pek çok aracın daha kullanıldığı ifade edilmektedir.
Kitabın üçüncü bölümü ‘Kurumlar ve Ekonomik Büyüme: Tarihsel Perspektiften İyi Yönetişim’ başlığını taşımaktadır. Bu bölümde yapılan değerlendirmeler kalkınmış ülkelerdeki demokrasi, bürokrasi ve yargı, mülkiyet halıları — örneğin fikri haklar — rejimi gibi kurum ve düzenlemelerin tarihsel gelişimi üzerinedir. Günümüzde önerilen kalkınma reçetelerinin önemli argümanlanndan olan ve ülkelerin sosyo — ekonomik yapılarını etkileyecek boyutlardaki kurumsal düzenlemeler yönetişim/govarnance kavramı ile sunulmaktadır. Chang yönetişim kavramını enine boyuna değerlendirerek, temel olarak günümüz Anglo — Amerikan kültürüne ait kurumların, az gelişmiş ülkelere empoze edilmesine yönelik girişimler olduğu yargılamasına varmaktadır. Yazar, söz konusu kurumların batı toplumlarında, oldukça uzun ve sancılı bir gelişme süreci sonucunda bugünkü düzeyine ulaşmış olduğunu, ayrıntılı bir tarihsel kurgu ile vermiştir. Ayrıca kalkınmakta olan ülkelere oldukça kısa sürelerde uygulanması önerilene ve kalkınmanın olmazsa olmaz koşullarından birisi olarak gösterilen kurumsal düzenlemelerin, bu ülkelerdeki gelişmeyi engelleyici nitelikte olabileceği de belirtilmektedir. Bu bölümü bitirirken de günümüz sanayi toplumları açısından kalkınmalarının erken dönemlerinde, günümüzün kalkınmakta olan ülkelerine oranla daha az gelişmiş bir kurumsal yapılanma içinde oldukları vurgulanmaktadır.
Kitabın son bölümü olan dördüncü bölümü “Bugüne Yönelik Dersler” başlığı altındadır. Bu bölümde iki ve üçüncü bölümlerden elde edilen temel çıkarımlar özetlenmekte ve kalkınmakta olan ülkelere önerilen doğru politikalar ve iyi iletişim gibi kavramların merdiveni itmek olup olmadığı tartışılmaktadır. Chang, batı toplumlarında yoğun ve etkin bir devlet desteği ile güç bulan sanayi, ticaret ve teknoloji alanlarındaki koruma politikaları sonucu sağlanan kazanımların ve ulaşılan refah düzeyinin az gelişmiş ülkeler açısından da geçerli ve uygulanabilir olduğunu savunmaktadır.
Ayrıca geride bıraktığımız yüzyıl boyunca, kurumsal standartların bir hayli yükseldiği ve Batı’nın yüzelli yıl önceki kurumlarının günümüzkalkınmakta olan ülkeleri açısından sağlıklı birer örnek oluşturamayabileceği vurgulanmaktadır. Bu bağlamda kalkınmakta olan ülkelerin etkin birer sanayi, ticaret ve teknoloji politikası uygulama olanaklarını sınırlayan Dünya Ticeret Örgütü Anlaşması’nın görünüşte bağımsız ancak, gerçekte bağımlı hale getirilmiş ülkeler açısından, ne ölçüde fırsat eşitliğine dayanan bir anlayışta olduğu tartışmaya açıktır. Chang kitabında kullandığı ‘kalkınmış ülkeler merdiveni itmektedir’ söylemine karşı duran fikir ve düşüncelere de gereken hassasiyeti de göstermektedir. Nitekim karşı görüş sahiplerinin eskiden işe yaramış olan sanayi, ticaret ve teknoloji politikalarının günümüzde bir işe yaramayacağını çünkü, zamanın ve günümüz koşullarının değiştiği, diğer bir ifadeyle eskinin geçerli olan doğru politikalarının artık doğru olmadığı yönünde iddiaları bulunmaktadır. Chang’a göre, bu türden açıklamaların sorunun ortaya konulmasında yetersiz kalması bir yana((O’ Rourke, ‘Tarrifs and Growth in the late 19th Century’, Economic Journal, vol.110, no:4)), kalkınmakta olan ülkelerin söz konusu dönem itibariyle gösterdikleri büyüme performanslarının bu ülkelere vaat edilenler doğrultusunda gerçekleşmediği, ulaşılan rakamların birer hayal kırıklığı olduğu açıkça ortadadır.
Liberal ekonomi politikalarının ortaya koyduğu ternel söylemlerden birisi, ‘büyüme olmasına rağmen ve aynı zarnanda bu gorüşü savunanların, uygulanacak reçetelerin kısa vadede ve olasılık dahilinde olmak üzere uzun donemde de eşitsizliği arttırabileceği, ancak kademeli olarak İkinci Dünya Savaşı sonrası donernde, müdahaleci politikalara göre çok daha etkin bir biçimde, herkesin durumunu iyileştirebileceği iddiaları bulunmasıydı. Oysa ki kalkınmakta olan ülkeler açısından gelinen nokta itibari ile, soz konusu öngörünün sadece olumsuz olan kısrru yani, gelir esitsizliğinin artması gercekleşmistir. Gelir eşitsizliği öngörüldüğü sekilde artmıs, ancak büyüme ifade edildiği gibi artmamıştır. Aslına bakılırsa, kalkınmakta olan ülkeler açısından son yirmi yıllık donemde gercekleşen büyüme oranları, üstelik yanlış ekonomi politikalarının uygulandığı iddia edilen 1960 – 1980 dönemine oranla çarpıcı bir biçimde düşmüştür,
Kalkınmış ya da kalkınrnakta olan 116 ülkenin, 1960 – 1980 yılları arasındaki GSYİH oranlarındaki artış hızları, ortalama olarak % 3.1 oranında artmışken, söz konusu büyüme rakamı yine aynı ülkeler icin, 1980 – 2000 yıllan arasında % 1.4 olarak gerceklesmistir((Weisbrot, M Nairman, R vd.i “ The Emperor has no growth: Declining Economic Growth Rates in the Era of Globalisation., Briefing Paper, September 2000, Washington DC, Center for Economic and Policy Research)). Weisbrot vd’ne göre, 1960 – 1980 arasındaki dönemde Latin Amerika ülkelerinde kisi başına GSYİH oranı yılda % 2.8 artmışken, 1980- 1998 arası dönemde bu oran sadece % 0.3’lik bir artıs göstermistir. Sahra Altı Afrikası’nda da benzer bir eğilim dikkati cekmektedir. Buna gore, 1960 – 1980 arasında büyüme % 1.6 düzeyindeyken, 1980 – 1998 arasında bu oran, – % 0,8 düzeyinde gerçekleşmis, bir diğer ifadeyle küçülme yaşanmıştır, Oysa ki liberal tavsiyeere uymamış olan Çin ve Vietnam dışındaki eski Komünist bloku ülkelerindeki fark son derece carpıcıdır, Stiglitz’e göre de; Doğu Avrupa ve eski Sovyetler Birliği’ne baglı 19 geçiş sürecindeki ekonomiden sadece Polonya’nın, 1997 yılı GSYİH’nın geçisin başladığı 1989 yılından daha yüksek olduğunu gostermiştir((Stiglitz, J., Whither Reform? – Ten Years of the Transition, H –J. Chang, 2001, der. The Rebel Within: Joseph Stiglitz at the World Bank, London Athern Press)). Geriye kalan 18 ülkenin dördünde, (Gürcistan, Azerbaycan, Moldovya ve Ukrayna) 1997 yılı GSYİH’sı 1989 yılı GSYİH’sından % 40’a varan oranda daha düşüktür.
Kısaca Koreli iktisatçı, gelişmekte olan her ülkenin kendine özgü bir kurumsal tarihi ve kazanımları olduğunu, yaşanan süreç ve uzun yıllar sonucunda oluşturulan özgün kurum ve yapıların, yaklaşık yüzelli yıl öncesinin basit toplumlannda var olanlardan cok farklı olduğunu ifade etmektedir. Bu kurumlar, 1980 öncesinde pek çok ülkede, yüksek büyüme hızlarına ulaşılmasını sağlamışken, kendilerine sunulan ve vaatler içeren reçetelerle pasif bir konuma getirilmeye çalışılmış ayrıca, bu ülkelerin hızla liberal sisteme eklemlenmesine dönük çabalarda kaçınılmaz olarak olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Çalışmanın dikkat çekici bir diğer özelliği ise bilimselliğidir. Eser hazırlanırken, geniş bir literatür taraması yapılmış ve konuyla ilgili çalışmalar özenle seçilmistir. Böyle bir yargıya, çalışmanın dipnot ve kaynakçasının değerlendirilmesi sonucunda ulaşmak mümkündür. Seçilen kaynakların ele alınması ve değerlendirilmesi de bilimsel metotlarla örtüşmektedir. Kitapta yer alan düşünceler konusunda da doğal olarak oluşabilecek karşı görüş, ya da ihtilaflar, gerek dipnotlarda gerekse de konunun içinde değerlendirilerek bilimsel söyleme katkı sağlayabilecek tartışma ortamı ve fikirlerin öne çıkmasına da destek olmaktadır. Kitabın sonuç kısmı da konuların özetlenmesi açısından başarılıdır. Dört sayfaya yaklaşan sonuç kısmı, çalışmayı kısa süre içinde okuyamayacak olanlar açısından özenle kaleme alınmış ve değerlendirilmiştir. Bu kısımda; günümüzün kalkınmış ülkelerinin uygulamaya yönelik politika ve reçetelerinin doğruluğunun tartışmalı olduğu vurgulanırken, sadece eleştirmekle kalmayıp, olması gerekenler ve çözüm alternatifleri de, yazarın kendi penceresi ve bakış açısından ortaya konulmaktadır. Dilimize ‘Kalkınma Reçetelerinin Gerçek Yüzü’ adıyla çevrilen Chang’ın bu kitabı, özellikle iktisat tarihi, kalkınma iktisadı ve iktisat politikaları ile ilgilenen çevrelerce dikkat ve ilgi ile okunabilecek önemli bir yapıt olma özelliği taşımaktadır.
Kaynak: http://iktisat.biz/2015/11/07/kalkinma-recetelerinin-gercek-yuzu-ha-joon-chang/