Anasayfa Söyleşi Faizsiz Sistem ve Sabahattin Zaim

Faizsiz Sistem ve Sabahattin Zaim

by

Sabahattin Zaim

Mülakat: Osman Akyüz

Prof.Dr. Sabahattin Zaim’in en belirgin özelliği “hocaların hocası” olmasıdır. Akademi ve fikir dünyasındaki ünü sadece Türkiye ile sınırlı kalmayıp tüm dünyaya yayılmış ender şahsiyetlerden biridir. Yazdığı kitaplar kendi alanında temel referans kaynağı olmuş, özellikle İslâm Ekonomisi’ne yaptığı teorik katkılar ve hizmetler nedeniyle pek çok ödüle lâyık görülmüştür.

Hocam İslâm ekonomisi­ne çok kısa bir tarihî bir se­yahat yaparsak, faizsiz ban­kacılığı da, İslâm ekonomisi­nin müşahhaslaşmış bir un­suru, bir parçası olarak de­ğerlendirebilir miyiz? Faiz­siz bankacılık meselesi, İs­lâm ekonomisi tartışmaları­nın neresine oturuyor?

İslâm iktisadı 20. asrın birin­ci yarısının sonuna doğru Hint Yarımadası’nda ortaya çıkan bir mefhumdur. İslâm ekonomi­si İngilizce bir tabir olarak litera­türe geçmiş ve Hint alimleriyle de geliştirilmiştir. Bilâhare Arapça literatüre, sonra da Türkçe’ye Hamidullah Hoca’nın gayretleriyle girmiştir. Hindis­tan’daki alimlerin özelliği şu idi: Bunlar oralarda medreseler ka­panmadığı için hem klasik fıkhî bilgilere sahip bulunuyorlardı, hem de İngiliz kültürüne vâkıftılar. İslâm dün­yasında 20. asrın ikinci yarısına doğ­ru siyasî ve iktisadî gelişmeler netice­sinde “İslâm İktisadı” mefhumu ortaya atıldı. Bilâhare 20-30 yıllık bir hazırlık devresinden sonra, 1976 yılında Mek­ke’de Inter Continental Oteli’nde tertip edilen I. Dünya İslâm İktisadı Kongresi’yle bir dönüm noktasına girildi. O ana kadar münferit, gayrı resmî olan hareketler 1969’da kurulan İslâm Konferansı’yla uluslararası zemine kaymış, akademik sahada da I. Dünya İslâm İktisadı Konferansı ile resmi­yet kazanmıştır. Aynı yıllarda da İslâm İktisadı ile ilgili müşahhas bir adım olarak İslâm Konferansı çerçevesinde olmak üzere İslâm Kalkınma Bankası 1975’te kurulmuş ve 76’da faaliyete başlamıştır. Ve şu anda da hâlen İs­lâm Konferansı’na bağlı bir yan kuru­luştur. İslâm Konferansı’na bağlı aşağı-yukarı 20-22 yan kuruluş var. Bun­ların içinde en güzel çalışan ve en ak­tif müessese İslâm Kalkınma Bankası’dır. İslâm Kalkınma Bankası’nın müşahhas bir örnek olarak ortada bulunması, elinde kaynak olması ve bu paralarla İslâm Dünyası­nın sosyal ve iktisadî kalkınma­sında görev alma fonksiyonu­nun da kendisine verilmesi ve bu görevin de İslâm Bankası bünyesinde kurulan IRTI (İslamî Araştırma ve Eğitim Enstitü­sü) ile takviye edilmesi, bu ban­kanın İslâm iktisadı sahasında­ki faaliyetlerinin ivme kazanma­sına sebep oldu. İslâm Konfe­ransı’na üye olan devletlerin katılmalarıyla kurulan İslâm Kalkınma Bankası, faizsiz ola­rak çalışmak üzere kurulunca, üye ülkelerde de aynı model esas alınarak Özel Finans Ku­rumları kurulmaya başlandı. Muhtelif İslâm ülkelerinde, münferit faizsiz sistemle çalı­şan bankalar kurulurken bu arada İran ve Pakistan’da dev­let eliyle bütün bankaların ve bankacı­lık fonksiyonlarının faizsiz esasa dönüştürülmesi hareketi başladı. Bu arada İslâm Bankaları Birliği kuruldu. Böylece faizsiz bankacılıkta iki türlü hareket gelişti: 1 .’si, Faizsiz esasa u­gun ekonomik bir model içinde finans ve bankacılık sektörünün yeniden ya­pılanması; İran, Pakistan ve kısmen Sudan’da bu yolda bir uygulamaya geçildi. 2.’si, Dünyaya hâkim olan ser­best piyasa ekonomisi içinde faizsiz finans kurumlarının kurulup rekabete açılması; birinci modelin uygulayıcısı olarak belirtilen İran, Pakistan, Sudan dışındaki diğer üye ülkelerde bu mo­del uygulandı.

Hocam, bu tarihî çerçeve için­de, işin Türkiye tarafına gelirsek, Türkiye’de biraz geç başladı bu uygulamalar. Türkiye’de tartışmalar da epey eskiydi ama, müşah­has adımlar 80’den sonra atıldı. Türkiye’de başlangıçta düşünülen ve hukukî mevzuat itibariyle değil de fikir ve nazariyede çizilen ile ortaya çıkan hukukî çerçeve ve tatbikatı bir mukayese ederseniz neler söyleyebilirsiniz?

Faizsiz Finans Kurumları’nın ku­rulması İslâm dünyasında tatbikatla ilgili olduğu için bir siyasî iradeyi ge­rektiriyor. Zira faizsiz (“lâ riba”) sis­tem bankacılıkla kabil-i telif bir mef­hum değildir. Banka demek faizle çalışan kurum demektir. Faizi kaldır­dınız mı, kapitalist sistem içindeki banka mefhumu mesnetsiz kalır. İs­ter sosyalist, ister kapitalist sistem olsun, her ikisinde de “faiz de facto” ekonominin temelini teşkil eder. İs­lâm ülkelerinde uygulanan iktisadî modeller bütün dünyada ya kapita­list, ya da sosyalist veya ikisinin ter­kibi hâlinde bulunduğu için başka bir düzen yoktu. Türkiye’de bu hava an­cak rahmetli Özal’ın zamanında yakalanabilmiştir.

Faizsiz bankacılığın ikinci modeli için bir örnek olarak Türkiye’yi ele alırsak, bu modelde durumu şöyle açıklayabiliriz: Türkiye’de Özel Fi­nans Kurumları ikinci modele göre gelişmektedir. 1983’te çıkarılan Ka­nun hükmünde kararname ile (16.12.1983 gün ve 83/7506 K.H.K.) “Özel Finans Kurumlan” kurulması­na imkân verilmiştir. 1984’te yapılan değişiklik ve 25.02.1985’te 18323 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanan tebliğ ile hukukî çerçeve tamamlan­mıştır. Bu yeni kurumlar ise Özel Fi­nans Kurumu sıfatıyla halktan kâr ve zarara katılma yoluyla ve faizsiz ola­rak fon toplama yetkisine sahiptir.

Bugün Türkiye’deki Özel Finans Kurumları topladığı fonların hemen hemen % 90’dan fazlasını murabaha, yani ticarette peşin alıp vadeli satışta değerlendirmektedir. İkinci derecede leasing, yani finansal kiralama işine girmeğe başlamışlardır. Bu itibarla, hem hacim, hem de muhteva itibariy­le iktisadî kalkınmadaki rolleri açısın­dan Türkiye’deki Özel Finans Kurum­ları, ileriye doğru ümit vaat etmekle beraber, henüz başlangıç safhasında olan kurumlar olarak ifade edilebilir. Faizsiz bankacılığın uygulandığı di­ğer ülkelerde de durum aşağı yukarı benzer bir manzara arz etmektedir. Türkiye’deki Özel Finans Kurumları diğer ülkelerdeki emsalleri içinde ba­şarılı örnekler olarak gösterilebilir.

Şimdi Batı merkez bankaları da kendi ülkelerinde faizsiz bankacı­lığa izin verip vermemeyi tartışır­ken diyorlar ki: “Sizin kurallarınız henüz standart hâle gelmiş, her­kes tarafından kabul görmüş bir safhaya gelmedi. Önce kendiniz şunları tam bir çıkarın ortaya. On­dan sonra biz de ona göre uygun mu değil mi, izin verir miyiz ver­mez miyiz, bakarız” diyorlar.

Haklıdırlar. Bu sahada işte o za­mandan beri çalışmalar yapılıyor. Akademik sahada büyük gayretler sarf ediliyor. Ama şunları arz ede­yim: İslâm iktisadı ve bankacılığı ile ilgili olarak, Kral Abdülaziz Üniversitesi’ndeki İslâm Ekonomisi Araştır­ma Enstitüsü’nde çalışmalar yapılı­yor. İkinci olarak, İslâm Kalkınma Bankası’na bağlı bir birim bu sahada çalışmalar yapıyor. Üçüncüsü, yine Muhammed Faysalın teşebbüs, gayret ve finansmanıyla Kuzey Kıb­rıs Türk Cumhuriyeti’nde kurulmuş ve maalesef daha sonra kapatılmış olan Milletlerarası İslâm Bankacılığı ve İslâm İktisadı Enstitüsü. Dördün­cüsü, rahmetli Ziya ül-Hakk’ın za­manında Pakistan İslamabat’ta ve İsviçre’de kurulan bir vakfa dayana­rak, ona bağlı bir Milletlerarası İslâm Üniversitesi kuruldu. Bu üniversite­nin bünyesinde de Milletlerarası İs­lâm Bankacılığı Enstitüsü kuruldu. Ondan sonra Malezya’da bir Millet­lerarası İslâm Üniversitesi kuruldu. Yine İslâm Kalkınma Bankası’nın fi­nansmanıyla Nijer’de ve Gambi­ya’da iki tane İslâm Üniversitesi açıl­dı. Bütün bunlarda İslâm iktisadı ko­nuları ele alınmıştır.

Mesafe alındı mı peki hocam?

Bir hayli mesafe alınmıştır. Bir hayli bibliyografya yayınlandı. İngiliz­ce yayınlar Necatullah Sıddıki tara­fından hazırlandı. Türkçe yayınlar bendeniz tarafından takdim edilmiş­tir. Ondan sonra Pakistan’da Ekrem Han tarafından İngilizce ve Urduca bir bibliyografi yayınlanmıştır. Profe­sör Ninhouse Almanya’da, Bonn Üniversitesi’nden, İngilizce ve Almanca bibliyografi yayınlamıştır. Son olarak, İslâm Kalkınma Bankası şöyle üç parmak kalınlığında geniş bir bibli­yografya yayınlamıştır. İtalyanca’dan İspanyolca’ya kadar her dilde bu sa­ha ile ilgili yayınlar yapılmıştır.

Şimdi bu husus, yani ortak ku­ralların tesis edilememesi, biraz da ekonomistler ile ya da finans uzmanlarıyla, İslâm hukukçuları arasında bir çelişkiden veya bir mutabakat tesis edilememesin­den ileri geliyor olabilir mi?

Hâlâ İslâm dünyasındaki İslâm iktisadıyla ilgili gelişmelerin önünde­ki darboğazlardan biri bu sorduğu­nuz sualle ilgilidir. Çünkü engeller sayılırken bir tanesi budur. İslâm dünyasında maalesef eğitim sistemi ile ilgili olarak fıkıhla iktisat arasında tam bir köprü kurulamamıştır. Dola­yısıyla ikisini bir araya getirecek ya bir ekip çalışmasına, yahut da öyle bir eğitim mekanizmasından yetiş­miş münevverlere ihtiyaç vardır. Her ikisi de kafi derecede gerçekleştirile­mediği için bu nokta gelişmelerimiz­de bir engel teşkil etmektedir.

Hocam fıkıhçıların iktisatçı ol­maları, ya da iktisadı öğrenmeleriyle de bu mesele çözümlenebilir mi, yoksa fıkhın kendisinde de bir takım engeller var mı? Çünkü fıkıh kendini yenilemek durumunda herhalde, yenilemek durumunda kalacak. Eğer iktisatçı olursa fıkıhçı, buna İslâm hukuku içinde cevaz var mı?

Şimdi umumiyetle fıkhî konularda faizle ilgili me­seleler hep mikro bazda bir mesele olarak ele alın­mıştır. Konu iki kişi ara­sında borç alıp verme şeklinde incelenmiştir (ferdî bazda). O yüzden de esas mesele olan fa­izin dünya ölçeğinde bir husus olduğu gözden kaçmaktadır. Halbuki faizin reddi sadece ferdî ihtilâflardan dolayı değil­dir. Bugün faiz dünyanın ana meselesidir. Bu kadar zenginlik içinde, her gün dünyada dört yüz – beş yüz bin insan açlıktan ölü­yor. Neden? Kaynaklar mı eksik? Ha­yır, kaynaklar var. Kaynakların dağılı­mı bozuk. Niçin bozuk? Faiz sistemi yüzünden gelir dağılımı bozuk olduğu için bir yanda bankalarda para biriki­yor, kredi verilecek yer bulunamıyor. Öbür yanda da kredi alanlar borçtan kurtulamıyor. Hadisenin esas bu kısmı makro kısmıdır. Bu husus ikili müna­sebetlerdeki alacak-borç meselesinin tahlili ile anlaşılmaz. Onun için mese­leye fıkhî açıdan bakılınca bu noktalar görülemiyor. Burada eksik olan bir zih­niyet yapısı ve makro görüştür.

Hocam bankacılık, tabi bunun en önemli meselesi. Bunun dışında bankacılık yaparken de bizim karşı karşıya geldiğimiz bazı pratik me­selelerimiz var. Birincisi, bu temerrüt meselesi. Pratikte Türkiye’de bizlerin karşılaştığı en önemli me­sele bu temerrüt. Sonra da borsa.

Faizsiz Finans Kurumları, bir vası­tadır. Fakat, İslâm iktisadı da bütün­den mücerret değildir. Eğer bunlar ay­nı bütünün içinde yer almazsa, her bi­risini başka bir bütünün içine koyarsa­nız, bir makineye yabancı bir dişlinin monte edilmesi gibi uygun olmaz. Ma­kine kötü sesler çıkarır ve devamlı aşınmalar olur. Özel Finans Kurumları’nın çalışma tarzı böyle bir manzara arz ediyor. Farklı bir sistemin içine bu­nu monte etmeye uğraşıyoruz. Ve ta­bii ki bu kurum istenilen kıvamda pü­rüzsüz çalışamıyor. Çünkü çevresi ha­zır değildir. İnsanı hazır değildir. Ta­mamlayıcı kurumları hazır değildir.

Böyle bir sistemin çalışması için evve­lâ insan modelinin oluşması gerekir. Yani kapitalist sistem bir zihniyetle or­taya çıkmıştır. Kapitalizm bir zihniyeti ifade eder. Bu da “homo economicus” denen insan modeline dayandırılmış­tır. Bugün batı dünyasında bu model değişiyor. İnsanî modeller, ilimlerin ge­lişmesi sonucunda, gittikçe bu iktisadî adam tipini revize etmeye çalışıyor. Bugünkü modern bilim dünyası – post modern dünyada – insan modeli de o iktisadî adam tipinden yavaş yavaş çı­kıyor. İslâm modelinde bu ilk değişen unsur insan modelidir. Çünkü iktisadî adam modelinde insanlar şahsî men­faatlerini maksimize etmek hissiyle ve her adımında bu gayeyle hareket eden insan olarak düşünülmüştür. Herkes menfaatini maksimize etmek isterse, birbiriyle çatışması mukadder­dir. O zaman da “homo homini lupus” kavramı ortaya çıkar. İnsan insanın kurdu haline gelir. Halbuki İslâm iktisa­dında Allah’ın rızasını tahsil etmeye çalışan bir insan modeli olması lâzım­dır. Bu farklı bir insan kavramıdır. Şim­di bu insanı biz eğitip terbiye etmez­sek, bu insanlardan şu veya bu şekil­de meydana gelen toplumlar ortaya çıkmışsa ve o toplumların kurduğu bir sistem meydana gelmişse, o vakit kur­duğumuz kurumlar hem müşteri bakı­mından, hem mudiler ve hem kurucu­lar bakımından, hem şirket, hem de çevre, hükümetler ve devlet kavramla­rı bakımından birbirine yabancılaşa­caktır. Hele Türkiye’de olduğu gibi, kuvvetli bir enflasyon ortamında boğa­zına kadar faize batırılmış bir toplumda siz bu kurumu kur­dunuz mu o gerekli insan un­suru etrafınızda bulunamı­yor. Söz konusu olan temer­rüt meselesi bu yapı içinde ortaya çıkan ahvâl-i adîyeden bir hâl oluyor. O insanla­ra da farklı açıdan cezaî mü­eyyideler uygulanmasının yollarını bulmak gerekir.

Hocam bu temerrütte borcun vaktinde ödenme­mesi, orada temerrüt de­nen şey karşımıza çıkıyor. Katı uygulamalar hâlinde iş bir çıkmaza gidiyor. Bu sefer kurum zarar görmeye başlıyor. Bu zarar sadece kuru­mun zararı değil, o kuruma hesap açan, para yatıran pek çok insanın zararıdır. Şimdi sizden bir çözüm beklemek için (sizi de zora sok­mak için) söylemiyorum ama bu meselede yeni bir imal-i fikir yap­ma gereği konusundaki düşünce­lerinizi alabilir miyiz?

Bu önemli bir problem. “Bir Müs­lüman insanın geliri giderinden faz­laysa ve faizi kullanmayacaksa, ne yapacak” diye sorduğumda, “yeni ya­tırımlar yapacaktır” diyoruz. Ama tü­ketimini de bir Müslüman olarak çev­re şartlarının çok üstüne çıkaramaya­cağından, bir süre sonra yapacağı yatırımlarla sağlayacağı gelir toplu­ma hizmet külfeti hâline gelecek, ona sadece manevî zevkî kalacaktır. O zaman insanlar, toplamaktan sağla­nan maddî tatmin azaldığı için, topla­maktan vermeye doğru geçebilir. Zira vermenin sağladığı haz, manevi tat­minde azalan fayda kanunu işleme­diği için tersine yükselir. O zaman in­sanlar vermek suretiyle kendini tat­min cihetine giderler. İşte burada karz-ı hasen ve sadaka başlar. Şimdi insanlar bu noktaya geldiği zaman, kime verecektir bu yardımı? Tabii ki iyi bir Müslüman kardeşini arayacak­tır iyi bir insan. O zaman zengin bir Müslüman iyi bir insana borç vere­cektir. Böyle manevî yapı maddî öl­çülerle anlamlandırılacaktır diyorum. İşte buradaki problem bu. O güzel in­sanları bulabilmek lâzım. Konu şimdi ferdiyetten çıkıp da kurum bazına geldiği za­man, o bankalarla güzel insanları bulabilme me­selesi tabi çok zorlaşıyor. Hatta bazen imkansızla­şıyor. Standardize edil­miş oluyor hâdise. Ferdî plândan çıkıyor. Meselâ o zaman araya güzel in­sanlar değil de, belki gü­zel olmayan insanlar giri­yor. O zaman, tabi sistem zedeleniyor. Üstelik de bütün hukuk sistemi bu­na göre ayarlanmadığı için II. etapta da oradan problemler çıkıyor.

Tabi bu, sadece faizsiz banka­cılığın problemi değil. Buyurduğu­nuz gibi, Türk hukuk sisteminin bir problemidir. Hatta, ahlakî bir problem başlangıçta.

Zaten başta en çok ticaret kanunu ve sair hukuk sistemindeki engeller yüzünden İslâmî kurumlar gelişeme­miştir. Hâlâ da gelişemiyor. Meselâ bir anonim şirketteki çalışanların kâr­dan pay alması meselesini kanunlara göre nasıl yapabilirsiniz? Devamlı sermaye mi artıracaksınız. Yani kâr ortaklığı sistemi pekâlâ uygulanabilir. Ama hukuk sistemimiz buna imkân vermediği için güzel şeyler yapılamaz hâle geliyor. Vaktiyle Karabük’te bu­nun uygulanması düşünüldü, fakat sonuç alınamadı. Esnaflar yapmak istedi. Olmadı. Sigorta sistemi de ay­nı şekilde karşımıza çıktı.

 

Hocam; diğeri, temerrütten son­ra borsa meselesiydi.

Efendim, borsa meselesi de en az diğeri gibi işlenmiş konulardan bir ta­nesidir. Bu sahada bir iki ciddî ön ça­lışma yapıldı. Bir tanesi eskidir. Pa­kistanlı Prof. Abdulmennan bir çalış­ma yapmış ve İslâm Kalkınma Bankası’na tevdi etmiştir. Bendeniz de re­ferans verici hoca olarak görevlendi­rilmiştim. Abdulmennan bey orada bazı çalışmalar yaptı, ama onun da fıkhi tarafı yetersizdi. Arapça bilmedi­ği için İngilizce ikinci kaynaklardan meseleyi genişletmeye çalışmıştı. Te­orik yönden henüz İslam’da borsa sistemi nasıl olmalıdır noktasında ye­terli çalışmalar tamamlanmamıştır.

Hocam, yine bizim Türkiye’deki tecrübeye dönersek; çok tenkit edildiğimiz bir husus var. “Türki­ye’deki Özel Finans Kurumları baş­langıçta kâr/zarar ortaklığı proje fi­nansmanına girmeleri beklendiği halde, bunlar hep murabahada ta­kıldı kaldılar” denilir. Doğrudur da bu. (Bunun da birtakım sebepleri var ama). Biz bu konuda sizin nokta-i nazarınızı öğrenmek istiyoruz. Neden Murabaha’da takılındı ve di­ğer proje finansmanı Türkiye’de neden yapılamadı. Yapılabilir mi? Bunun şartları nelerdir?

Bu tür bankacılıkta prototip, İslam Kalkınma Bankası’dır. Dünyada faiz­siz bankacılık onunla başlamıştır. O da dünya İslam fukahasından alınan bir fetva ile kurulmuştur. Demek ki İs­lam Bankası’nın kuruluşunda yapacağı işlemlere izin verilmiştir. Bunlar da murabaha, mudarebe, şerike ve icaredir. Bu dört işlem tecviz edilmiş­tir. Fakat bunların içinde esas olan, Özel Finans Kurumları’nın vazgeçil­mez unsuru olması gereken ayrıca­lıklı fonksiyon Mudarebe sistemidir. Çünkü Mudarebe Sistemi, Kâr-Zarar Ortaklığı Sistemi ise İslâmi finans sisteminde faiz sisteminin yerine ika­me edilen unsurdur. Yani faizsiz bir sistem nasıl olur diye sorulduğu za­man, faizin yerine ikame edilen sis­tem Kâr/Zarar Ortaklığı Sistemi’dir deniliyor. İşin özü bu mudarebe aktindedir. Yani faizsiz bankacılığın pi­yasa mekanizmasının üzerine otur­tulacağı sistemdir bu. Hukukçular ta­rafından bu dört işlem tec­viz edilirken, esas Mudare­be öne çıkarılmıştır. İcare ve Murabaha marjinal un­surlar olarak tecviz edilmiş­tir. Fakat, faizsiz bankalar zamanla öyle hâle gelmiş­lerdir ki aslî fonksiyonunu hiç ifa edemeyip, marjinal olarak tecviz edilen nokta­da takılıp kalmışlardır.

Bu sadece Türkiye’de değil, değil mi? Bütün dünyada böyledir.

Bütün dünyada bu böy­ledir ve her tarafta tenkit söz konusudur. Malumları­nız, dünyada faizsiz banka­lar iki gruba ayrılıyor. Birincisi topyekûn bankacılık sisteminin faizsiz esasa göre şekillendirdiği ülkeler, İkincisi de kapitalist düzende, faizli sistem içinde müsaade edilen faizsiz bankacılık sistemidir. Birinci­sine Pakistan, İran ve Sudan göste­rilebilir. Malezya, Türkiye ve bütün diğer İslâm ülkeleri ikinci guruba gir­mektedir.

Bu sadece ikinci grubun prob­lemi mi?

Birinci grupta da bu problem mevcut. İşte bendeniz İran’a gittiğim­de orada da bu meseleyi tartıştık. Orada da çözemiyorlar meseleyi.

Teşekkür ederiz hocam.

Kaynak: Bereket Dergisi, 19. Sayı, Yaz 2005.

 

Benzer Yazılar

Görüşlerinizi Paylaşabilirsiniz

    Mail Bültenimize Abone Olun