İnsan tek başına yaşadığında, yaşamın maliyetlerine yine tek başına katlanmak zorundadır. Tek başına yaşadığı için maliyetlerin tamamından da yine kendisi sorumludur. Diğer taraftan toplum olarak yaşamanın da maliyetleri vardır, bu maliyetlerin nasıl karşılanacağı, toplumun faklı kesimlerinin bu maliyetler için ne ölçüde fedakârlık yapacağı, bir diğer ifadeyle kimden, ne zaman, ne için, ne kadar vergi tahsil edileceği önemli bir soru(n)dur. Bu açıdan bakıldığında insanlık tarihi bu soruya üretilen çözümlerin tarihidir, denebilir. Bilinen en eski çözüm M.Ö. 1760’a tarihlenen Hammurabi Kanunları’dır. Diğer taraftan toplumu oluşturan unsurların kendi aralarında yapmış olduğu anlaşmalar da bir başka çözüm yöntemidir. Bu anlaşmalar zaman içinde sistemleşerek ve kurumsallaşarak günümüzdeki anayasalara evirilmişlerdir. Bunlardan en meşhurları 622’de akdedilen Medine Vesikası ve 1215’te imzalanan Magna Carta’dır.
Günümüzde insanlık, vergilendirme sorununun çözümünü siyasal rejim modelleri değişikliğinde, başka bir ifadeyle demokraside bulmuştur. Günümüzde demokrasinin belki de en önemli vasfı vergilendirme yetkisini belirli kurallar çerçevesinde sınırlandırıyor olmasıdır. Temsilî demokrasilerde, yurttaşlardan tahsil edilecek vergiye yurttaşları temsil yetkisi olan yasama organı karar verir. Bu durum vergilendirmede kanunilik ilkesi olarak isimlendirilir.
Kanunilik ilkesi ülkemizde Anayasa’nın 73. maddesinde yer alan “Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır.” hükmüyle kendisine yer bulmuş; böylelikle vergilendirmenin bir yasama faaliyeti olduğu kurala bağlanmıştır. Bir yerde kural varsa bu kuralın istisnasının bulunması da Türkiye’de yazılı olmayan bir başka kuraldır. Anayasa’nın aynı maddesinde geçen “Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi Cumhurbaşkanına verilebilir.” hükmüyle, yasama organı yetkisinin bir kısmını yine kendisinin belirlediği çerçevede kalması koşuluyla yürütmeyle paylaşmaktadır. Bu açıdan demokratik cumhuriyetler özü itibariyle halkın kendi kendisini vergilendirdiği yönetim biçimleridir. Buraya kadar ifade edilenler ülkemizdeki vergilendirmenin felsefi ve teorik çerçevesini tanımlıyor olsa da vergilendirmenin reel politiği teorisinden oldukça farklı bir patikada yol almaktadır.
Ülkemizdeki görünüm, sanki vergi kanunlarını yurttaşları temsil yetkisine sahip bir yasama organı değil de otoriter bir makam dikte etmekte; yurttaşları temsil eden seçilmiş hükümetler de belirli aralıklarla (özellikle seçim arifelerinde) vergi affı ve yapılandırma kanunlarıyla yurttaşları vergi yükünden kurtarmaktadır. Böylelikle Türkiye’de demokratik cumhuriyet halkın kendi kendisini vergilendirdiği bir siyasal rejim olmanın ötesine geçerek, halkın kendi kendisini vergilendirdiği vergilerden kendisini affeden bir rejim hâlini almaktadır. Bu durum çok sık okuduğumuz/duyduğumuz “Türkiye’nin kendisine münhasır bir demokrasi modeli vardır,” sözünün vergilendirme açısından da hilaf-ı hakikat olmadığını göstermektedir.
Sıklıkla ülkemizde sadece vergi uyumunun dahi tesis edilememesinin en önemli sebeplerinden birinin vergi afları ve yapılandırmaları olduğu ifade edilir. Demokratik cumhuriyetlerde vergi uyumunun ilk koşulu demokrasi kültürüne uyumdur. Demokrasi kültürünün benimsenmediği ve yerleşik bir hâl almadığı toplumlarda vergi affı/yapılandırması gibi demokrasi defolarına sık rastlanabilmektedir. 9 Mart 2023 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda kabul edilen kamuya olan borçların yapılandırmasını içeren kanun teklifi, Gazi Meclis’in ihsan buyurduğu 42. vergi affı oldu. İlk vergi affı 29 Eylül 1920 tarihli ve 30 sayılı kanundur. Aradan geçen 103 senede ortalama 2,5 yılda bir vergi affı veya yapılandırmasına muhatap olmuşuz. Adanan Menderes’in başbakan olduğu 1950 ila 1960 arasındaki 10 sene vergi affı ya da yapılandırmasının olmadığı en uzun dönem olarak dikkat çekiyor. Yukarıda kurulan demokrasi kültürü ile vergi uyumu arasındaki aynı yönlü ilişkiden yola çıkarak bu dönem Türkiye’de demokrasi kültürünün yerleşmesi ve yaygınlaşması açısından olumlu yorumlanabilir. Ancak bu eğilim 27 Mayıs 1960 darbesi ve darbe yönetimince yürürlüğe konulan 06 Ekim 1960 tarihli 113 sayılı af kanunuyla sona ermiştir.
2002 yılının Kasım ayından itibaren ise bugüne kadar 12 vergi affı çıkarıldı, 13’üncüsü de yolda. Son 20 yılda ortalama 1,5 yılda bir vergi affı veya yapılandırması yapılmış. Son 10 yıla baktığımızda ise her sene vergi affı çıkarılmış.
Demokrasiyle arasındaki ters yönlü ilişki göz önünde bulundurulduğunda vergi aflarını önden yüklemeli cülus‘e benzetmek yanlış olmayacaktır.
Yunus Emre AYDINBAŞ
* Yazarların görüşleri kendilerini bağlar.