Bu yazı ToplumsaL Yapı Araştırmaları Programı’da yayımlanmıştır. Diğer yazılara ulaşmak için tıklayınız.
Küreselleşme veya Eşitsizlikler: Hangisine Odaklanmalıyız?
Küreselleşme ve toplumsal eşitsizlikler arasındaki ilişki son yıllarda artan eşitsizlik ve işsizlikteki hızlı artışı ile birlikte daha da tartışmalı hale geldi. Yakın zamanda ABD Başkanı Donald Trump’ın gündeme taşıdığı, bazı iktisatçılar ve dünya liderlerinin de desteklediği tartışmalarda küreselleşme ve uluslararası ticaret birçok sektörde eşitsizlik ve iş kayıplarının artmasının sorumlusu olarak gösterildi.
Küreselleşmenin ekonomik olarak itici gücü olarak belirtilen ‘yeni uluslararası iş bölümü’ 1970’lerde başlamış ve 1980’lerin başından itibaren ise ivme kazanmıştır. Gelişmiş ekonomilerdeki imalat sektörü işçi ücretleri, vergiler ve çevre kirliliği gibi nedenlerden dünyanın farklı yerlerine taşınmıştır. Böylece düşük maliyetli tedarik zincirleri oluşturulmuştur. Tüketiciler daha düşük fiyatlara ürün alabilme imkanına sahip olurken ve bu durumdan oldukça memnunken süreçte işlerini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalmışlardır. Zira iletişim teknolojileri ve ulaşımdaki gelişmelerle birlikte strateji gerektiren yönetim, AR-GE, pazarlama bölümleri yüksek vasıflı çalışan talebiyle merkez ülkelerde kalırken emek gerektiren işler az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelere taşınmıştır. Bu durum sanayi alanında çalışanların toplam istihdam içerisindeki oranlarının azalmasını beraberinde getirmiştir. 1950’lerde gelişmiş ülkelerde yüzde 45 oranındaki sanayi payı 2000’lere gelindiğinde yüzde 25’e düşmüştür. Bu durum ise gelişmiş ekonomilerde işlerin, becerilerin ve ücretlerin ciddi farklılaşmasını beraberinde getirmiştir. Üretim sektörünün istihdamdaki payı düşerken hizmet sektörününki gittikçe büyümüştür. Küresel ölçekte bakıldığında ülkeler arasındaki eşitsizlik azalırken gelişmiş ekonomilerde yeni krizler ortaya çıkmıştır. Üretimde imalatın düşüşü, eşitsizlikteki artış ve daha düşük verimlilik artışının ekonomiye girmesi ile birlikte sürecin sorumlusu olarak küreselleşme gösterilmektedir.
Bu şartlar altında, gelişmiş ülkeler başta olmak üzere birçok ülkeyi ve sektörü derinden etkileyen 2008 Finansal Krizi ile birlikte kamuoyunda küreselleşmeye karşı suçlayıcı tavır yükselişe geçti. Öyle ki savunucuları bile olumsuz etkilerine daha fazla dikkat etmeye başladılar. Peki gerçekten azalan refahın, artan eşitsizliklerin ve kutuplaşmanın sorumlusu olarak küreselleşme gösterilebilir mi?
Küreselleşme Zirveye Çıktı mı?
Citi Global Perspectives & Solutions (GPS) Global Baş Ekonomisti Catherine Mann tarafından Ağustos 2019’da yayımlanan For Better or Worse, has Globalization Peaked?: Understanding Global Integration (Daha İyi ya da Daha Kötü İçin, Küreselleşme Zirveye Çıktı mı?: Global Entegrasyonu Anlamak) başlıklı rapor küreselleşmenin avantajlarını birçok yönden değerlendirerek ele alıyor. Mann raporda küreselleşmeyi gelir ve servet dahil olmak üzere kuşaklar, firmalar ve bölgeler üzerinden ele alarak sonuçlardaki artan eşitsizliklerin zeminine yerleştirmek üzere bir adım atıyor. Küreselleşmeyi çok yönlü göstergeler (finansal akış, insanların hareketi, teknoloji vs.) ile analiz ederken daha çok ticaret üzerinden değerlendirmelerde bulunuyor. Mann raporunda ayrıca küreselleşmenin 2008 öncesinde tepe noktasına ulaştığını, son on yılda durağan hale geldiğini ve finansal krizden bu yana eşitsizlikteki artıştan sorumlu tutulamayacağını da iddia ediyor.
Küreselleşmedeki trendi ticarette küresel üretimin payı ile açıklayan Mann, 1980’lerden bu yana büyük bir hızla artan bu payın son on yılın sonuna doğru durduğunu ve o zamandan bu yana geri çekildiğini belirtmektedir. Birçok ölçüm yöntemi olan küresel ticaret yoğunluğunu, ihracat ve ithalatın toplamında GSYH’nin yüzdelik payı üzerinden inceleyen Mann, finansal krize kadar bu oranının 1990 sonrasındaki düşüşe kadar zirve noktaları gördüğünü belirtmektedir. Araştırma küresel tedarik zincirlerin de son yıllarda yaşanan çözülmeyi, çok taraflı ticaret anlaşmalarının çöküşünü ve ülkelerin artan korumacı tedbirlerini de yansıtmaktadır.
Mann’in araştırması küreselleşmenin ülkeleri toplu olarak daha zengin hâle getirdiğini savunmaktadır. Buna göre küreselleşme ile yatırımlar ve ticaret akışlar yönlendirilerek doğal kaynakların eşitsiz dağılmasından kaynaklanan gerginlikleri azaltılmakta, teknoloji ve bilgi yayılmakta, farklı hizmet ve ürünlerle tüketiciler için yeni seçenekler oluşturulmaktadır. Fakat artan refahtan herkesin faydalandığı ya da uzun vadede faydalanma durumu bu kadar net değildir. Hükümetler kazanımları adil bir şekilde paylaştıramamakta veya kaybedilenleri tazmin etmekte başarısız oldukları için sorunlar ortaya çıkmaktadır.
Ticaret ve üretim ağları, finansal akışlar veya göç ve turizm ile birlikte devam eden küresel entegrasyon süreci ise devam etmektedir. Ticaret ve finansın aksine, dünyanın dört bir yanındaki insanların hareketi ve gelirleri artmaktadır. Raporda, son 20 yılda göçün iki kattan fazla arttığı ve son on yıldaki artışın büyük kısmının zengin ekonomilerde gerçekleştiği kaydedilmektedir. Turizm ve bununla ilişkili finansal akışlar da artmaktadır. Tüketiciler, firmalar ve işçiler bu sürecin parçalarıdır. Bu akışkan süreç finansal istikrarsızlıkla karşılaşıldığında toplumu ve ekonomiyi koruyan bir işlev üstlenmekte ve verimlilik artmaktadır. Raporda ayrıca teknoloji ve tüketimde mallardan hizmetlere geçişin, gelişmiş ekonomilerdeki üretim kaybında küreselleşmeye göre daha büyük bir rol oynadığı belirtilmektedir. Mann küresel büyümenin finansal kriz öncesi döneme döndüğünü ancak eşitsizliğin arttığını ve verimliliğin ise oldukça kötü durumda olduğunu belirtmektedir. Bu durumda ise yazar, farklı bir hikâyeye bakılması gerektiğine vurgu yapmaktadır.
Küreselleşme ve Eşitsizlik İlişkisinin Arkasındaki Farklı Hikâye
Mann’in işaret ettiği küreselleşme ve eşitsizlik ilişkisinin arkasındaki hikâye aslında 2010 sonrasında benzer anlatı ve gerekçelendirmelerle farklı mecralarda tartışılmaktadır. Milanovic (2018) ‘yükselen küreselleşme’ olarak adlandırdığı, Berlin duvarının yıkılışından finansal krize kadar olan yılları kapsayan 1988-2008 arasındaki dönemi küreselleşme ile birlikte eşitsizliğin seyrini değerlendirdiği çalışmasında Mann gibi küresel dağılımdaki grupların kişi başına düşen gelirlerindeki artış gösterdiğini belirtmektedir. Dünyanın en büyük nüfuslarını bünyelerinde bulunduran Çin, Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’nın dünya ekonomisine entegre olması ile periferilerdeki refah artmıştır. Milanovic (2018) Asya ülkelerinden, Çin başta olmak üzere Hindistan, Tayland, Vietnam ve Endonezya’dan ‘yükselen bir küresel orta sınıf’ olduğundan bahsetmektedir. Asya ülkelerindeki ekonomik gelişme ve gelişmiş Batı ülkelerindeki birbirinin tersine giden ekonomik yörüngede, bu sürecin en çok kazananları Asya’nın orta ve yoksul kesimi iken en fazla kaybedenleri ise zengin dünyanın alt orta kesimidir.
Küreselleşme sürecinin tartışmasız diğer bir kazananı ise en tepedeki yüzde 1’lik kesimdir. Bu kesimin yarısı Amerikalıdır, bir başka ifadeyle ise Amerikalıların yüzde 12’si dünyanın en zengin yüzde 1’inin içerisinde yer almaktadır. Bu kesimin diğer yarısını ise Batı Avrupa, Japonya ve Okyanusya başta olmak üzere Rusya, Güney Afrika ve diğer ülkelerin yüzde 1’leri oluşturmaktadır. Milanovic (2018) küresel gelir dağılımındaki değişimleri görece kazançlar perspektifinden değil de gelirdeki mutlak değişimler üzerinden ele alındığında daha dramatik bir tablo ortaya çıktığını belirtmektedir. Son yıllarda birçok çalışma (WID, 2018; Milanovic, 2018; Stiglitz, 2016; Jones, 2014; Alvaredo vd., 2013) küresel yüzde 1’in hızla yükselişine dikkat çekmektedir.
Mann’e göre küreselleşme artık tepe noktasına ulaşmıştır ve pasta artık daha fazla büyüyemeyecektir. Bu durumla paralel ise sebeplerinden bağımsız olarak eşitsizliklerin giderilmesi için daha az kaynak kullanılmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Mann’e göre sorun aslında tam olarak küreselleşme ile ilgili değildir. Ekonominin karşı karşıya kaldığı ayarlama ve dağıtım zorluklarını ele almak, kazanımların geniş ölçüde paylaşılmasını sağlamak için hükümetlerin iç politikalarını düzenlemeleri gerekmektedir.
Küreselleşme Biterse Ne Olur?
Peki ya küreselleşme sahneden çekilirse? Ülkeler küresel ekonomi yerine yerel ekonomilerine yönelir ve bunlara yönelik politikalar yürütürlerse nasıl bir sonuçla karşılaşılır? Mann bu soruları kendisine sormakta ve dünyanın küreselleşmeden çekilmesinin daha küçük ekonomik bir pastanın, daha kötü dağıtılmış olması ile sonuçlanacağını belirtmektedir. Küreselleşmede yaşanacak çözülme daha fakir ülkelerin küresel ticarette bir yer edinmelerini ve yaşam standartlarını yükseltmelerini zorlaştırabilir. Bu nedenle Mann, devletlerin gelişmiş ekonomilerdeki piyasaları kapatmak yerine, hizmetlerdeki ticareti artırmayı ve hızla büyüyen gelişmekte olan pazarları açmayı hedeflemesi gerektiğini belirtmektedir.
Ticaret yoğunluğu, finansal akış, ticaret anlaşmaları rakamları üzerinden küresel ticaret akışının 2008 krizi öncesinde tepe noktasına ulaştığını verilerle birlikte Mann değerlendirmelerinde sıklıkla vurgulamaktadır. Küreselleşme ticaretin yanı sıra teknolojinin ve insanların hareketliliği ile de devam etmektedir. Bu hareketlilik dünyada bir dinamizm sağlamaktadır. Üretim ve teknolojinin yaygınlaşması, farklı coğrafyalarda kendine yer bulması refahın farklı bölgelere ulaşmasını sağlamıştır. Bu anlamda, küreselleşme sürecinde meydana çıkan eşitsizliklerden ve yerel üretimin azalışından ticaretin sorumlu tutulamayacağı vurgulanmaktadır.
Peki, Eşitsizliklerden Kim Sorumlu?
Eşitsizlikler için küreselleşmenin suçlanamayacağını belirtenler, küreselleşme ile birlikte işleyen dünya siyasetinin, ticari hukukun, vergilendirme politikalarının, siyasi düzenlemelerin etkisinin nasıl konumlandırılabileceğini hiç gündeme taşımamıştır. Küreselleşme eşitsizliğin arkasındaki büyük itici güç olmayabilir fakat bu sistemin ortaya çıkardığı ve her daim beslenen büyük sermaye grupları, sermayedarların ve devletlerin kendi çıkarlarına göre şekillendirdikleri düzenlemeler ve politikalar eşitsizliğin temel dinamiklerini oluşturuyor. Bu nedenle veriler ve göstergeler öne sürülerek küreselleşmenin eşitsizlik ve işsizlik içerisindeki yeni dünya düzeninde suçlu olarak gösterilemeyeceği iddia edilirken aktörlerin ve devletlerin politika düzenlemelerin konumu da arka planda bırakılmamalıdır.
Küreselleşmeyi artan eşitsizliğin sorumlusu olarak görmek, onu ‘günah keçisi’ olarak tanımlamak aslında var olan dağılım sorunun perdelenmesi için öne sürülen yöntemlerden sadece biri. Hayatın her alanının akışkan hale geldiği günümüzde verimliliği ve üretkenliği destekleyen çözümler bulmak ve her kesimin bundan faydalanabilmesini sağlamak mümkün. Nitekim Mann’ın belirttiği gibi bölgesel, ulusal ve çok uluslu firmaların ve işçilerinin çalışma koşulları, esneklikleri ve sahip oldukları kaynaklar politika seçimleri ile daha verimli hale getirilebilir. Fakat bunun için mevcut küresel paylaşımı iyileştirici tedbirlerin de alınması gerekiyor. Zira eşitsizlikle ilgili sorun bir üretim ve dolaşım sorunundan ziyade bir bölüşüm sorunu olarak görülmektedir. Bunun için hükümetlerin üretim, istihdam ve ticaret politikalarını düzenlemeleri ve adil bir dağıtım politikası oluşturmaları gerekmektedir.
Kaynakça
Alvaredo, F. et al. (2018). World inequality report 2018, World Inequality Lab, https://wir2018.wid.world/files/download/wir2018-summary-english.pdf adresinden erişilmiştir.
Alvaredo, F., Atkinson, A. B., Piketty, T. & Saez E.(2013). The top 1 percent in international and historical perspective. NBER Working Paper Series, 19075.
Jones, C. I. (2014). The macroeconomics of top income and wealth inequality. NBER Working Paper Series, 20742.
Mann, C. (2019) For better or worse, has globalization peaked? : Understanding global integration.https://ir.citi.com/4bbbV9%2BYhr8EJCmMIcTik%2FuYCQ%2FHnjCQ4oP7oJDsM9n7kV7Gby7OA4Bz49fN4ra8 adresinden erişilmiştir.
Milanovic, B. (2018). Küresel eşitsizlik: Küreselleşme çağı için yeni bir yaklaşım. İstanbul: Efil Yayınevi.
Stiglitz, J. E. (2016). Eşitsizliğin bedeli: Bugünün bölünmüş toplumu geleceğimizi nasıl tehlikeye atıyor? (O. İşler, Çev.). İstanbul: İletişim Yayınları.
Kaynak: Tyap