“İslami normlar mutat olarak adalet ve ihsan, ruhsat ve azimet, fetva ve takva şeklinde iki dereceli bir tasnife tabi tutulur. Genellikle denilebilir ki, yukarıdaki çiftlerin birinci elemanları asgari davranış normlarını temsil ederken, ikincileri daha yüksek erdem düzeylerine tekabül eder. Başka bir ifadeyle, birinciler olağan davranış standartlarını; ikinciler ideali temsil eder”[1].
Yukarıda değinilen ilişki türleri, ve bunlara ait pratik(ameller), Müslüman alimleri tarafından tefrik ve takdir edilmiştir. Fakat burada bir noktayı yeniden gözden geçirmek ve meseleye bir toplum mühendisi gibi yaklaşarak, psikolojik, sosyolojik hatta ekonomik faktörler de göz önüne alınarak, toplum olarak kemalât seyrine bir ahenk kazandırmak gerekmektedir. O nokta da şu ki, “daha iyi olanı seçmek ve onu uygulamaya sokmak mantığı”. Çünkü iyisi varken hep o alınır veya alınmalıdır. Ancak uygulamada, neticeye götürmek bakımından “iyi”, bazen “daha iyi”den, iyi olabilmektedir[2]. Çünkü iyi yeterince dikkate alınmadan, daha iyi hedeflenirse, hiçbiri elde edilemez[3]. Pek tabi olarak birincisi hedef ittihaz edilip elde edilemediğinden, ikincisinin gerçekleşmesi de mümkün olamamaktadır. Bir diğer ifade ile elindeki az ile yetinmeyip, daha çok peşinde koşanlar ellerindeki azı da yitirebilirler.
İslami normlar olarak ifade ettiğimiz çiftlerden birincilerinin hukuka, ikincilerinin ise ahlaka tekabül ettiği düşünülürse, hukuk ihmal edildiği için; ahlak ise -önemsenmesine rağmen- başarısının ön şartından yoksun bırakıldığı için, ikisinden de istifade güdük kalacak ve ikisi de elden gidecektir. Aslında sık sık dile getirilen Müslümanların inançları ile amelleri arasındaki tezadın çok önemli nedenlerinden biriside budur.
Şimdi bu hukukî ve ahlakî olarak ayrı ayrı ve dikkatle ele alınması gerektiğini düşündüğümüz ve ahlakî kısma son derece ehemmiyet verilip, hukukî kısmının yeterince dikkate alınmadığını gözlemlediğimiz bir anlayış dönemin de, bunu dikkate aldığını gördüğümüz; fakat “hukukî” ve “ahlakî” olarak değil de “dolaylı” ve “doğrudan” ayrımı ile meseleye yaklaşmış olan Murtaza Mutahhari’nin ekonomik bağlamdaki tasnifine burada değinmeyi uygun görüyoruz.
Murtaza Mutahhari’ye göre İslamiyet’in gerek ekonomik hayatla, gerekse iş hayatıyla, doğrudan ve dolaylı olmak üzere iki türlü bağı söz konusudur. İslam’ın ekonomi ile doğrudan bağı: mülkiyet, alış-veriş, vergi, sadaka, vakıf, mali düzenlemeler ya da servet alanındaki düzenlemeler ve diğerleri konusunda getirilmiş bir dizi ekonomik düzenlemenin doğrudan olması bakımındandır[4].
İslam’ın ekonomi ile dolaylı bağı ise ahlak yönündendir. Mesela, İslam insanlara, emanete riayeti, iffetli olmayı, adaleti, ihsanı, fedakârlığı tavsiye eder; hırsızlığı, emanete hıyaneti ve rüşveti de yasaklar[5].
Bu ilk tespit ve değerlendirmeden sonra, günümüz de yeterince konu edilmemiş bir yaklaşıma ve yukarıda da ifade ettiğimiz bir problem olan Müslümanların hayatlarındaki tezad sorununun kaynağına temas etmeye çalışacağız. Çünkü kanaatimize göre, bu hususta da problemin köküne inilememiş, bundan dolayı da makul çözümler üretilememiştir. İslam ahlakının çıkış noktası göz ardı edilerek, sadece slogan mevkiini işgal eden “iyi insan olmak, adalet, dürüstlük, doğruluk” gibi davranış kalıpları anlatılmış, benimsetilmeye çalışılmıştır.
Bize göre İslam iş ahlakı, “iyi insan olmak”, “kardeşçe yaşamak” gibi yaşam prensiplerini doğuracak ve bu prensipleri yaşam pratiği haline getirecek, daha temel ve işin özü(kökü) diyebileceğimiz bir anlayış ve bir itikatta yatmaktadır. Bu itikad, insanda, varlığının amacı ve o amaca ulaşmadaki araçları kavrayabilmesi ve dengeleyebilmesinden geçmektedir.
Şöyle ki, insan bu dünyaya kâinatın yaratıcısını tanımak, ona iman edip ibadet etmek için gönderilmiştir[6]. Fakat bu gayesini gerçekleştirebilmesi için hayatının idamesine ve birtakım fiziki ihtiyaçlarının tedarik edilmesine ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaçların tedariki için, insana çalışmaya koyulmaktan başka çare yoktur. Yani insanoğlu, yukarıda ifade ettiğimiz mukaddes gayesine ulaşmak ve bu gayeyi gerçekleştirmekten geri kalmamak için çalışmayı araç telakki edecek ve işe koyulacaktır. İmam Gazali ve Said Nursi’de (r.anhüm ecmain) aynı kanaati ortaya koyduktan[7]; yani iktisadi hayatın nasıl ortaya çıktığına dair açıklama getirdikten sonra, insanların zaten yapageldikleri şeylerin şuuruna varmalarını sağlamak istemektedirler. Fakat bu süreçte, asrımızın da en ciddi hastalıklarından biri olan bir noktaya dikkat çekilmiştir. Çünkü, “bu süreç bir kere başladığında her zaman başlangıçtaki gayelerin sınırlarında kalmaz ve genellikle kendisi bizatihi bir gaye haline gelir. Ve bu gayeden sapış, zamanla birçok dini ve ahlaki problemlere yol açar[8].” Demek ki, İslam ahlakının temelinde, amaç ve araçların kavranması ve dengelenmesi yatmaktadır. Bu dengenin sağlanamaması ise, İslam ahlakının pratiğine(amel boyutuna) zarar vermektedir. Aslına bakılırsa, Said Nursi iman üzerinde ki tahşidatı, tahkiki iman ve malumatı hedef göstermesi; şuurlu bir Müslüman olma ve söz konusu dengeyi sağlayabilecek bir itikada sahip olmayı sağlaması bakımından son derece önemli ve büyük bir adımdır.
Hasıl-ı kelam, dünya hayatını ve maddiyatı ulvi, mukaddes gayelerine ulaşmada bir araç yapması gereken Müslümanlar, elbette bu hakikatten bihaber yaşamamalılar, yaşayamazlar ve sosyal refah ve adaleti, hem toplumsal güveni elde edemezler. Bugün bu dengenin sağlanması ve İslam ahlakının neşri, söz konusu itikadın anlaşılmasından ve kavlden(sözden) ziyade, davranışlarımız(amellerimiz) ile tebliğden geçmektedir.
Temennimiz, gerek hukukî, gerekse ahlakî boyutta gerçekleştirilecek bir ihya ile toplumumuz yeniden inşa edilir.
[1] Sabri Orman, İktisat,Tarih ve Toplum, 2. Baskı, İstanbul, Küre Yay., 2010, s. 69.
[2] Bu husustaki mantığın daha iyi anlaşılması için, Bediüzzaman’ın “bazen hak, ehaktan ehaktır; hasen, ahsenden ahsendir.” sözünü hatırlatmak, yerinde olacaktır.
[3] Sabri Orman, a.g.e., s. 70.
[4] Murtaza Mutahhari, “İslam’ın Ekonomi İle Olan İki Türlü Bağı”, (Çevrimiçi) http://islamekonomisi.org/islam%E2%80%99in-ekonomi-ile-olan-iki-turlu-bagi/ , 25.05.2012.
[5] A.g.m.
[6] Zâriyat Sûresi, 56.
[7] İhya, C. 3., s. 224; İşarat’ül İ’caz (Osmanlıca Orijinal Nüshası), s. 131.
[8] Sabri Orman, İktisat, Tarih ve Toplum, 2. Baskı, İstanbul, Küre Yayınları, 2010, s. 362