Anasayfa Köşe Yazıları Şov Bilimi Üzerine: Ceyhun Elgin’in Videosu Üzerinden Bir Değerlendirme

Şov Bilimi Üzerine: Ceyhun Elgin’in Videosu Üzerinden Bir Değerlendirme

by Esma Vatandaş

Prof. Dr. Ceyhun Elgin Hoca’nın “Dünyanın En Etkili Bilim İnsanları Listesi: Büyük Aldatmacayı Anlatıyorum!” videosuna denk geldim (https://www.youtube.com/watch?v=Vdw3DRcs72Q&t=8s). Yoğun bir dönemde bu video ilaç gibi geldi. Videodan hareketle birkaç şey paylaşmak istedim. Ceyhun Hoca sosyal medya hesapları üzerinden akademisyenlerin yaptığı “Dünyanın en etkili falanca kişisi oldum” minvalindeki paylaşımları üzerine eleştirel bir video yayımlamış. Ona göre yapılan paylaşımlar masumca gözükse de, hatalı bir metodolojiye sahip ve özellikle genç araştırmacıları olumsuz etkileme potansiyelini de içinde barındırıyor.

Ceyhun Hoca, Stanford ve Elsevier iş birliğiyle Scopus veri tabanında hazırlanan bu listenin, bilim alanında en etkili insan seçiminde referans kaynağı olamayacağını ifade ediyor. Çünkü ona göre bu tarz listeler H-indeks, yayın sayısı, atıf sayısı üzerinden çeşitli ağırlıklandırma yöntemleriyle oluşturuluyorlar. Buna karşın bilimsel özgünlüğü, yenilikçiliği, toplumsal etkiyi, öğrenci yetiştirmeyi, açık veri ve açık bilim katkılarını doğrudan ölçmeyen bu ve bu minvaldeki listeler, kalite göstergesi niteliği taşımıyorlar. Üstelik bu tarz listeler hazırlanırken, şişirme yayınlar ve manipüle edilen atıflar ayıklanmıyor. Nitelikli bir makalenin yayımlanması kalite açısından önemlidir. Buna karşın iyi bir makalenin yayımlanması belirli bir süreç gerektirmekteyken; bazı araştırmacılar dilimleme yaparak bir çalışmadan birden fazla makale çıkarabilmektedir. Ek olarak özel sayılar ve davetli makalelerde çok kolay yayın yapma imkanına sahiptir. Benzer şekilde bir çalışmanın atıf alabilmesi kıymetli bir göstergedir. Buna karşın bazı editör ya da hakemler yazarların çalışmasını dergilerine kabul etmek için kendi çalışmalarına atıf yapmasını şart koşabilmektedir. Bazı durumlarda atıf halkaları ile ya da kişilerin kendilerine yaptıkları atıflarla, toplam atıf sayısı şişebilmektedir (tüm nedenler etik dışı değil tabi).

Ceyhun Hoca’ya göre bir başka sorun, Scopus veri tabanı çok kıymetli olsa da farklı endekslerdeki ve dillerdeki yayınları hesaba katmıyor olmasıdır. “Yerel dildeki çalışmalar, ülkelere özel raporlar, kitap bölümleri, politika notları, sahada gerçek değişim yaratan projeler” bu endekslerde yer alamıyor.  Sonuç olarak sistem “içeriği değil de hacmi ödüllendiriyor”. 

Nihayetinde:

“Ama bunun sonucunda ne oluyor genç araştırmalar ölçeği kaybediyor böyle öğrenciler bilimin özündeki merak ve keşif tutkusu yerine puan toplamayı öğreniyor.”

Aslında Ceyhun Hoca’nın işaret ettiği şeyler “Publish or Perish” kültürüne işaret ediyor. Yani sürekli yayın yap, yoksa kaybolursun. Akademide bu kültür maalesef çok yaygınlaşmaya başladı. Çoğu zaman kalite ikinci plana itiliyor. Zamanla artık esas istenen kaliteden ziyade yalnızca yayın sayısında bir artış oluyor. Ve yeni gerçeğe dönüşüyor. Artık çok yayın yapmak bir norm halini alarak “kalite göstergesi” haline geliyor. Akademide ise atanma kriteri olarak akademisyenlerin önüne geliyor.

Maalesef akademik teşvik sisteminde de benzer bir uygulama var. Yayın yapmak belirli bir süre gerektiriyor. Ben bu süreci “çayın demlenmesine” benzetiyorum, ister istemez bir çalışmanın belirli bir zemine oturabilmesi için zamana ihtiyaç duyuluyor.  Aklıma hep Mehmet Genç Hoca’nın uygulamaları geliyor. Mehmet Genç Hoca bir programında kitabındaki 15 sayfayı 10 senede yazdığını, belki bunun için bir milyon sayfayı gözden geçirdiğini ifade ediyor. Tabi Mehmet Hoca müstesna bir ilim yolcusu. Kendisi bitmiş doktora tezini bile içine sinmediği için teslim etmemiş bir kişi.        

Toplumdan uzak, teoriden kopuk ampirik analizlerin olduğu, esas önemli unsurun çalışmaların niteliğinden çok niceliğinin olduğu bir bilimsel düzene doğru gidiyoruz. Bilim nicelleşiyor, buna karşın nitelik her geçen gün daha da bozuluyor. Artık kimse kimsenin yazdığını okumuyor. Sadece yayın yapılıyor. Yine Ceyhun Hoca’nın videosundan atıf yapmak istiyorum.

“Mesele burada bireysel değil yapısal. Sosyal medya bir PR alanı haline gelmiş vaziyetteki neoliberal üniversite düzeninde akademisyen sadece bilginin üreticisi değil de aynı zamanda bir marka olmak zorunda oluyor. Markanın konuştuğu dil ise gösteri dili […] Ama bunun sonucunda ne oluyor genç araştırmalar ölçeği kaybediyor. Böyle öğrenciler bilimin özündeki merak ve keşif tutkusu yerine puan toplamayı öğreniyor.”

Ceyhun hoca aynı zamanda bilimsel başarıyı yeniden tanımladıktan sonra bilimdeki başarı formülünü de veriyor. Buna göre:

  • “Bilimde bence asıl başarı dediğimiz şey yaptığımız işin insanlar üzerindeki toplum üzerindeki gerçek etkisi. Yani öğrencileriniz sizinle gurur duyuyorsa, araştırmanız bir politikaya ilham veriyorsa, ne bileyim yazdığınız bir kitap insanlara yeni bir bakış açısı kazandırıyorsa,  öğrencileriniz sizi hatırlıyorsa, sizden öğrendikleriyle yol alıyorlarsa işte bence gerçek başarı bu.”
  • “Burada üç temel halka var. Birincisi özgünlük, ikincisi toplumsal fayda. Yani sosyal bilimler için özellikle politika etkisi, eğitim ve kamuoyu aydınlatması. Üçüncüsü de eğitim ve yetiştirme. Yani kendi öğrencilerinizi, ekip arkadaşlarınızı, genç meslektaşlarınızı nereye taşıdınız? Onların üretimine nasıl alan açtınız?”

Ceyhun Hoca, son olarak da genç araştırmacılar için şu yorumda bulunuyor:

“Bilim maraton bile değil aslında. Açık uçlu bir keşif yolculuğu . O yüzden kendi sorularınızı bulun, kendi yöntemlerinizi kurun. Başkalarının tablolarına, grafiklerine, şekillerine, eksenlerine bakarak hayattan bir plan yapmayın.”

Bu aralar sosyal bilimlerin yapısı çok tartışılıyor. Yapay zeka gibi unsurlar da devreye girince bazen kendimi karanlık ve pesimist bir atmosferdeymişim gibi hissediyorum.  Ceyhun Hoca’nın işaret ettiği noktalar bana iyi geldiği için sizlerle de paylaşmak istedim.

Benzer Yazılar

Görüşlerinizi Paylaşabilirsiniz

[contact-form-7 id="9959" title="Bulten form"]