Anasayfa Köşe Yazıları Tuhaf Ama Faziletli Günler

Tuhaf Ama Faziletli Günler

by

Joseph Austen Chamberlain, 1924-1929 yılları arasında İngiltere Dışişleri Bakanı olarak Locarno Paktı’nın imzalanmasında ABD Başkan Yardımcısı Charles Gates Dawes ile birlikte gösterdiği diplomatik çabalarından dolayı 1925 yılı Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüş bir siyasetçidir. Ancak bu yazı ne Chamberlain ne Dawes ne de Locarno Paktıyla ilgilidir. Bu yazı Joseph Austen Chamberlain tarafından görevi sırasında yaptığı bir parlamento konuşmasında geçen ”Tuhaf zamanlarda yaşayasın” (May You Live in Interesting Times) deyişiyle ilgilidir. Zira çok tuhaf günler yaşıyoruz…

Çok değil, bundan sadece 11 ay önce Aralık 2022 tarihinde “Neymiş efendim, faizleri düşürüyormuşuz. Benden başka bir şey beklemeyin. Bir Müslüman olarak nasslar neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam edeceğim. Hüküm bu.” sözleriyle gerekçelendirilen düşük faiz politikasıyla, maliyeti düşen finansmanın yatırma dönüşeceği, dolayısıyla üretimin ve istihdamın artacağı umuluyordu. Kaba hesaba göre üretimdeki artış parasal genişlemeyi massederek enflasyon riskini bertaraf edecekti. Böylece ekonomi reel üretime dayalı olarak büyüyecekti. Düşünce deneyi olarak kalması gereken bu analoji, toplumsal ve ekonomik gerçeklikte karşılığı olmamasına rağmen uygulamaya konuldu. Umulan olmadı; her ucuz ve bol olan şey gibi maliyeti düşük finansman üretken olmayan alanlarda israf edildi. Prof. Dr. Hakan Kara’nın hazırlamış olduğu aşağıdaki grafikte bu durum açıkça görünüyor.

Grafikte de görüleceği üzere üretim ile tüketim birbirine denk bir denge seviyesindeyken uygulanan genişleyici para politikası üretim-tüketim dengesini hızlı bir şekilde bozmakta.

TDV İslam Ansiklopedisi’nde nas “Genelde, hüküm kaynağı olması yönüyle Kitap ve sünnetin ifadeleri anlamında, fıkıh usûlünde lafzın açıklık düzeyini belirtmek üzere kullanılan bir terim.” olarak tanımlanmıştır. Kitap ve sünnette faizin düşürülmesini gerektirecek bir hüküm bulunduğunu hatırlamıyorum, aksi durumda ehlinin hafızamı tazeleyeceğine eminim. Böylesi bir para politikasına nassı referans göstermenin uygunsuzluğunu da ehlinin takdirlerine havale ediyorum. Ancak işin ehlinden de umduğumuzu bulamayabiliriz, zira toplum ve Hak indindeki sorumluluğumdur diyerek, ehil kişiler arasından “bu politikanın nassa dayandırılacak bir tarafı bulunmamaktadır” minvalinde politika yapıcılara bir uyarı ya da topluma bilgilendirme yapan çıktıysa lütfen bu konuda da beni bilgilendirin. Ancak şu ifade edilmelidir ki İslâm’da faizin her türlüsü yasaklanmıştır, düşük ya da yüksek faiz arasında kategorik olarak bir fark yoktur. Faiz oranını artırıp pozitif reel faiz vermekle, indirerek negatif reel faiz vermek arasında bir fark olmasa gerek. Faizin haram olmasının illeti Kur’an-ı Kerim’dir. Hikmeti ise faizin haksız ve adaletsiz servet transferine sebep olmasında saklıdır. Bu açıdan bakıldığında enflasyon da bir haksız ve adaletsiz servet transfer aracıdır. Dolayısıyla faiz kadar enflasyon da gayri meşrudur ve öyle görülmelidir. Faiz lobisi kadar enflasyon lobisi de yerilmeli, kınanmalıdır. Kişi bireysel ya da ticari hayatında faizden olabildiğince sakınmaya çalışabilir, faizli iş ve işlemlerden kaçınabilir ama kimsenin enflasyondan müstağni olmasına imkân yoktur. Enflasyonun bulunduğu bir ekonomideki insanlar ya refahını kaybeden ya da refahını artıran taraftadır. Enflasyonun en büyük etkisi haksız ve adaletsiz bölüşüm olarak ortaya çıkar, fakir daha da fakirleşir, zengin ise daha çok zenginleşir. Reel üretim artışı gerçekleşmeyen bir ekonomide birisi refahını artırıyorsa birileri muhakkak refahını kaybediyordur. Enflasyonun ve enflasyona sebep olan politikaların sebep olduğu haksız servet transferinin telafisi de mümkün değildir. Türkiye’de yaşanan enflasyonda küresel konjonktürün etkisinin göz ardı edilebilecek seviyelerde olduğunu aşağıdaki grafikten anlayabiliyoruz.

27 ay süren düşük faiz politikasının sona erdiği Haziran 2023’te TCMB politika faizi %8,5, tüketici enflasyonu ise yıllık bazda TÜİK’e göre %80, ENAG’a göre %180 civarındaydı. Aradan geçen 6 ayın sonunda Kasım 2023’te TCMB politika yıllık bileşik faizi %49’a ulaştı ama enflasyon da umulduğu gibi düşmedi. Aynı yönetim bu süreci ise “Faziletli döngü” olarak isimlendirdi. İfrat ile tefrit arasında gidip geldiğimiz, nasstan fazilete tuhaf zamanları yaşıyoruz.

Referans eser TDV İslam Ansiklopedisinde fazilet ise “İnsanın iyilik yapmasını ve kötülükten uzak durmasını sağlayan ruhi yetenekler için kullanılan bir ahlak terimi.” olarak tanımlanmıştır. “Fazilet döngüsü” beyanatının tamamına bakıldığında, konumuz açısından fazilet olarak nitelenen olgunun Türk lirasının reel olarak değer kazanması olduğu anlaşılıyor. Türk lirasının reel olarak değer kazanması özetle; döviz kurlarındaki artışın enflasyonun gerisinde kalacağı anlamına gelmektedir. Döviz kuru düşmeyecek ya da sabit kalmayacak hatta yükselmeye devam edecek ama enflasyondaki yükseliş dövizin kazandırdığından daha çok kaybettirecek. Daha net anlaşılabilmesi için formüle edecek olursak;

(Kur artış oranı) + (dış ekonomilerdeki enflasyon oranı) < (yurtiçi enflasyon oranı).

Bu durumda yurt dışında üretilen bir X ürünü Türkiye’de üretilene göre daha ucuz hâle gelecektir. Bu göreli ucuzluk durumunda Türk lirası reel değerlenir yani yurt dışından ürün almak için satın alma gücünüz artmış olur. Peki bu faziletli durumun sonuçları neler olabilir? İthalat ve buna bağlı olarak cari açıkta artış meydana gelebilir, bu durumda artan döviz ihtiyacı yeni bir döviz şokuna karşı Türk lirasını kırılgan hâle getirecektir. Türk kirası kazanmış olduğu reel değerin daha fazlasını kaybedebilir. Diğer yandan yurtdışındaki hammadde fiyatları da göreli olarak düşeceği için yurt içinde üretim yapanlar hammaddeyi dış piyasalardan tedarik etmeye başlar ve üretimin ithalata bağımlılığı artabilir.  Dış piyasalar Türkiye’den daha ucuz hâle geldiği için ihracatçılar rekabette dezavantajlı duruma düşebilir, ihracat seviyesinin azalması ülkeye döviz girişinin azalması anlamına gelir. Şüphesiz, bu durumun oluşturduğu stres döviz kurları üzerinde hissedilecektir. Bu olasılıklar zinciri, “fazileti”n sürdürülebilirliğini, yurt dışından sermaye girişine mahkûm eden bir kısır döngüyü beraberinde getirecektir. Özetle “faziletli döngü”nün bir yalancı bahar olduğu, sahte (kâr) bir refah ortamı oluşturacağı açıktır.

Fuzuli’nin “Aşka Sevdalanma Şair” isimli nazım eserinin sonunda yer alan ve Fuzuli Paradoksu olarak anılan beytini hatırlayalım.

Ger derse Fuzuli güzellerde vefa var,

Aldanma ki şair sözü elbette yalandır.

Fuzuli’yi yalancı çıkaracak değiliz ama bir başka şairin, İsmet Özel’in “Evlenseydik Boşanacaktık” isimli eserinde yer alan “Allah insanı iddiasından vurur.” ifadesini de yabana atacak değiliz. Ancak devamında söylediği gibi “Beni de vurdu. Çok şükür ki vurdu ve beni vurulmaya değer sayılma nişanıyla mükâfatlandırdı.” diyecek de değiliz.

Bu tuhaf ama faziletli süreç İslam iktisadı alanını da akademik ve ahlaki açılardan çok aşındırdı, İslam iktisadı araştırmalarına dair ön yargıları pekiştirdi. Ne yazık ki ön yargıları haklı çıkaran, görünürde İslam İktisadının politika önerilerinin yüksek enflasyon, gelir dağılımında adaletsizlik, artan yoksulluk, yüksek döviz kuru, artan cari açık ve nihayetinde yüksek faiz oranlarına sebep olduğu somut bir süreç ve hepimizin tecrübe ettiği olgusal gerçeklikle karşı karşıyayız. Ön yargıları pekiştiren temel sebep, benimsenen politik tercihlerin neticeleri ve tercihleri gerekçelendirmek için politika yapıcıların dini referansla ürettikleri retoriklerden ziyade İslam iktisadı araştırmacılarının bu süreçteki sessizliği olmuştur. Açıkça ifade edilmelidir ki İslam iktisadının referansı sadece nass değildir. Toplumda benimsenen yaygın ahlaki değerler, bu değerlerin kültürel ifadesi olan geleneklerin yanı sıra sosyal, siyasal ve ekonomik gerçeklik de İslam iktisadının temel kaynakları arasındadır. Bu açıdan bakıldığında İslam iktisadının politika önerileri gerçeklikten kopuk olamaz. Bu konuya ilgi duyanlar için İnsan, İslam ve İktisat başlıklı yazıyı önerebilirim. İslam iktisadi çerçevesinden bakıldığında reel üretim ve verimlilik artışı olmaksızın bu kısır döngüden kalıcı olarak çıkmak, dış şoklara dirençli kendi ayakları üzerinde duran adil bir ekonomi oluşturmak mümkün görünmemektedir.

 

 

Kaynakça: Grafikler Bilkent Üniversitesinden Prof. Dr. Hakan Kara’nın (@ali_hakan_kara) X hesabından alınmıştır.

İnsan, İslam ve İktisat başlıklı yazı için:

https://islamiktisadi.net/2020/02/19/insan-islam-ve-iktisat/

Katkı, görüş, yorum ve eleştirilerinizi yunusemreaydinbas@hotmail.com adresine lütfetmeniz memnuniyet vesilesi olacaktır.


Yunus Emre Aydınbaş

Not: Yazarların görüşleri kendilerini bağlar.

Benzer Yazılar

Görüşlerinizi Paylaşabilirsiniz

    Mail Bültenimize Abone Olun