Tartışmasız bu aralar gündemi en çok meşgul eden hususlardan bir tanesi, hükümetin aralık sonu itibariyle açıkladığı “kur korumalı TL mevduat ve katılma hesabı” kararı ya da planı. Bu plan kapsamında hedeflenen temel amaç, TL’nin döviz karşısındaki değer kaybını telafi etmek ve aynı zamanda dövize olan talebi azaltmak. Planın kısaca şöyle çalışacağı belirtilmiştir: “Hesabın vade tarihinde, hesap açılış tarihinde ilan edilen ve vade sonuna kadar geçerli faiz oranı ile Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) tarafından açıklanan USD alış kurunun hesap açılış tarihi ve vade tarihi arasındaki değişim oranı karşılaştırılır, yüksek olan oran hesabın getiri oranı olarak belirlenir.” Bu açıklamadaki hesap, konvansiyonel bankaların mevduat hesapları ile katılım bankalarının katılma hesaplarıdır. Fakat bu plandan yararlanabilmek için paranın hesapta vade sonuna değin tutulması gerekmektedir. Örnek uygulamalar için bkz. A.g.e.
Yukarıda bahsi geçen ilk açıklamanın ardından akıllara takılan hususlardan biri, katılım bankalarının bu planda yer alışının dini açıdan uygunluğu oldu. Ben de bu yazıda elimden geldiğince bu konuya dair yapılan açıklamaları mukayeseli bir şekilde özetlemeye çalışacağım. Fakat şu notu düşmeliyim: Alanım fıkıh olmadığı için konuya dair “caizdir” ya da “caiz değildir” kabilinden bir açıklamada bulunmayacağım.
Konu ile İlgili Kişi ve Kurumlardan Belli Başlı Görüşler
İlgili konuya dair ilk açıklama yapanlardan biri olan Hayrettin Karaman, devletin katılım hesaplarına vereceği fazlalığın faiz değil hibe olduğu görüşünü paylaşmakta ve bir yandan da konuya dair görüş dile getirenlerin görüşlerini özetlemektedir. Buna göre Orhan Çeker, döviz kurunun ölçü alınmasının zorluğunu dile getirip TEFE-TÜFE ortalamasının ölçü alınmasını önermektedir. Faruk Beşer, bunun faizden kurtuluş için bir çözüm olmadığını dile getirmektedir. Lakin her iki açıklamada uygulamanın faiz olup olmadığı tam net olarak vurgulanmamaktadır. Mehmet Odabaşı bunun kesinlikle faiz olmadığı görüşündedir. Faruk Beşer gibi bu uygulamanın faizli muameleler için teşvik edici olabileceğini kabul eden Odabaşı, planın katılım bankaları ile ilgili olan kısmının kabul gerekçesi için maslahat yani toplum yararını öne çıkarmaktadır. İslami finans alanında çalışanlar maslahat gerekçesinin bugün sıklıkla kullanılır olduğunu fark edeceklerdir. Odabaşı’na göre devletin ödeyeceği şey “şartlı bağış”tır. Ahmet Yaman ise hem konvansiyonel hem katılım bankalarında böylesi bir plan dahilinde alınan fazlalığın üçüncü kişi garantisi olacağı için kabul edilir olduğunu dile getirmektedir. Fakat konvansiyonel bankalardaki vadeli mevduatların caiz olmadığını da şerh düşmektedir. Son olarak, TKBB (Türkiye Katılım Bankaları Birliği), planın katılım bankaları ile ilgili olan kısmının İslam hukukunun klasik faiz teorisine göre faiz olarak nitelendirilemeyeceğini çünkü üçüncü bir taraf olan devlet tarafından garanti edildiğini açıklamıştır. Fakat planın metninde katılım bankaları için yazılan kısmın şöyle düzeltilmesi salık verilmiştir: “Katılım bankalarının bu tebliğ kapsamında açacağı katılma hesaplarına vade sonunda dağıtacakları kâr payları, katılım bankacılığı ilke ve standartları doğrultusunda hesaplara tahakkuk ettirilecektir.” Zira bu açıklama olmazsa klasik mudarebe (emek-sermaye ortaklığı) akdinin şartlarının yerine getirilmemesi söz konusu olacak ve akit fasit olmuş olacaktır. Bu çekince, aşağıda da görüleceği üzere, başka isimler tarafından da dile getirilmiştir.
Konuya dair yazılanlarla ilgili bir özet yazı kaleme alan Muhammed Beşir ÇALIŞKAN, bir önceki paragrafta geçen, TKBB’nin vurgusuna katılmaktadır. İlaveten, mudarebe ile ilgili olarak şu soruna değinmektedir; vade öncesi bozulan -çünkü yukarıda değinildiği gibi, plan kapsamında para ilgili hesapta vadeye kadar tutulmalıdır- hesapların kur farkının anaparadan eksiltilmesi bir sorundur. Zira Çalışkan’a göre vadeden önce bozulması halinde zarar söz konusu ise bu sermayeye yansıtılabilir ancak bunun dolara endekslenmesi faiz ihtimalini gündeme getirmektedir. Çalışkan da planı uygun görenlerin temel gerekçelerinin “hibe” görüşü olduğunu belirtmektedir ki netice itibariyle bunda bir beis görmemektedir. Fakat bitirirken şu önemli hususa da dikkat çekmektedir; bu plan katılım bankalarına olan bakışı nasıl etkileyecektir?
Fatih Kalender, her ne kadar katılım bankaları ve hesaplarına dair çekinceli görüşleri olsa da bahsi geçen plan kapsamında devletin üçüncü bir taraf olarak bağışta bulunup fazlalık vermesini uygun gördüğünü dile getirmektedir.
Söz konusu projenin faizli bankalarda uygulanması halinde caiz olmadığını belirten Şerafettin Kalay, katılım bankaları için ise sakınca olmadığını belirtmektedir. Gerekçe yine aynıdır; hükumetin gönüllü zarar tazmini yapacak olması. Fakat devletin belirli rakamlar vaat etmemeye dikkat etmesi gerektiğinin de altını çizmektedir.
Abdulaziz Bayındır da öncelikle konvansiyonel bankalardaki mevzuya değinip bunun uygun olmadığını belirtmektedir. Katılım bankaları için ise şu gibi olumsuz sonuçlara değinmiştir; devletin vatandaşın parasını bankada zaten parası olanlara vermesi ve neticede faizli sisteme destek verilmesi. Son olarak da zaruret gibi meşrulaştırıcı iddiaların keyfi kullanımını eleştirmektedir.
Salih Kumaş, devlet ile vatandaş arasında borç ilişkisi olmadığı için verilecek fazlalığın faiz olmadığını belirtmektedir. Konvansiyonel bankalar açısından yine olumsuz bir portre çizen Kumaş, katılım bankaları açısından ise mevduatlar kâr-zarar anlayışına göre nemalandırılacağından dolayı dinen sakınca olmadığı görüşündedir. Fakat o da TKBB ve Çalışkan gibi kararda katılım bankaları için yapılan açıklamalar kısmındaki soruna işaret etmektedir.
Planın temel öznesi olan katılım bankaları için örnek vermek gerekirse, kamuoyuna açık hale gelen Ziraat Katılım icazet belgesinde -belgenin altında Süleyman Kaya, Necmettin Kızılkaya ve yukarıda görüşü ayrıca belirtilen Mehmet Odabaşı’nın imzaları mevcuttur- uygulamanın İslami finans ilke ve esasları ile uyumlu olduğu kararı alınmıştır. Fakat karar yalnızca Ziraat Katılım’ı bağlamaktadır. İlaveten, açıklamada “maslahat” hususuna vurgu yapıldığı görülmektedir.
Değerlendirme
Bu yazıda, kur korumalı TL mevduat hesabı planının katılım bankaları için olan kısmı hakkında özellikle İslami finans ilkeleri açısından uygunluk hususunda yapılan tartışmalar özetlenmeye çalışılmıştır. Konuya dair fikir beyan eden herkesin görüşünü buraya dahil etmek zor olmakla birlikte genel resmi ortaya koyabilecek bir seçimde bulunulmuştur. Buna göre şu özet yapılabilir:
1. Planı hem mevduat hesabı -mevduat hesabının caiz olmadığı şerhi ile birlikte- hem katılma hesabı için uygun bulanlar
2. Planı sadece katılma hesabı için uygun bulanlar
- a. Planı uygun bulurken katılma hesaplarını uygun bulmayanlar
- b. Hem katılma hesaplarını hem planı uygun bulanlar
- c. Katılma hesaplarını ve planı uygun bulduğu halde yapılan resmi açıklamada problem görenler
3. Planı hiç bir şekilde uygun görmeyenler
En azından bu yazı çerçevesinde ele alınan isim ve kurumlar arasında en yaygın olan görüşün 2c olduğu söylenebilir. Bu grup içerisinde ise planı uygun görme gerekçesi olarak iki yaygın kanaat öne çıkmaktadır; üçüncü taraf garantisi ve maslahat. Son olarak, 2c kapsamında dile getirilen çekince, 31 Aralık tarihli yeni açıklamayla giderilmiş gözükmektedir.
Yazıyı bitirirken iki hususa vurgu yapmak istiyorum: Birincisi, Diyanet’ten henüz resmi bir açıklama gelmemesi, ikincisi ise şu ana değin vurgu fıkhi mesele üzerinde olduğu için şu noktanın gözden kaçırılmasıdır; Ziraat Katılım’ın icazetinde belirtildiği üzere “kur korumalı katılma hesabı %90/10 paylaşım oranı ile açılacaktır. Bununla birlikte banka ihtiyaç duyulması halinde bütün kâr müşteri hesabına yansıtılabilecektir.” Malum olduğu üzere mevduat bankaları mevduat hesaplarına baştan belirli bir oranda faizi garanti etmektedir. Fakat katılma bankalarındaki katılma hesapları ticari işlemlerin getirisine bağlı olarak kâr dağıttığı için böyle baştan bir oran belirleme imkanı yoktur. Belirlenen tek şey, kâr elde edildiğinde bunun müşteri ile banka arasında hangi oranda pay edileceğidir ki ilan edilen başlangıç oranı %90 müşteriye, %10 bankayadır. Fakat açıklamanın devamından da anlaşılacağı üzere bu oran sabit olmayıp ihtiyaç halinde artırılması hatta bankanın tüm kârından vazgeçmesi de mümkündür. Bu ise katılım bankalarının kârlılıklarını etkileyen bir unsur olabilir. Netice itibariyle, bu husus da dahil olmak üzere bu planın katılım bankalarını hem prestij, hem müşteri tercihi, hem müşteri algısı hem de finansal olarak nasıl etkileyeceğinin iyice tetkik edilmesi elzem gözükmektedir.
Zeyneb Hafsa Orhan