Harvard Üniversitesi Ekonomi Kulübünün açmış olduğu ekonomi yarışmasında İstanbul Kabataş Lisesi öğrencisi Cemil TÜRK’ün almış olduğu ödülden bahsederek başlamıştım önceki yazıma. Makalesinde orta gelirli bir devletin gelir değil tüketim vergisine geçmesinin etkisini incelemiş ve bu durumun hem uzun hem kısa vadedeki avantajları ve dezavantajlarını konu alan çalışmasıyla ödüle hak kazanmıştı.
Yaptığı çalışmada gelir vergisinin kaldırılıp yerine tüketim vergisi kullanılmasının ortaya çıkaracağı etkilerden bahsetmiş. Toplumdaki eşitsizliğe vurgu yapacak şekilde Yeni Zelanda örneğini incelemiş çalışmasında. 1980‘lerde vergi yasalarında devrim niteliğindeki düzenlemelerle, tüketim vergilerindeki artışların kamunun yürüttüğü sosyal yardımlarla desteklenmesi sonrası toplumsal eşitsizliği azaltıcı sonuçların Yeni Zelanda’da nasıl ortaya çıktığından bahsetmiş. Ancak incelediği diğer iki ülke olan Zimbabwe ve Brezilya’da, aynı yasal düzenlemelerin benzer sonuçlar doğurmadığını da ifade etmiş.
Tüketimin vergilendirilmesine ilişkin olarak toplumsal eşitsizliği giderici sonuçların beklenmesi sınıfsal ayrımların çok yüksek olduğu geri kalmış toplumlardan ziyade batı toplumlarında daha net sonuçlar doğurabilir kanaatindeyim. Tüketim üzerinden alınan vergilerin gelir dağılımına etkisi bakımından (gelişmekte olan ülkelerde vergi sistemi içerisinde yüksek paya sahip olmaları nedeniyle), devletin geliri arttıkça, gelir dağılımı üst gelir grubunda bulunan mükellefler lehine değişeceğinden sosyal desteklerle alt sınıfın ekonomik eksiklikleri giderilebilecektir. Toplumun daha küçük kısmında ortaya çıkacak bu sorunun çözüme kavuşturulması olasıdır. Ancak tüketim alışkanlıklarının tamamen değiştiği günümüz sosyo-ekonomik yaşamında istenilen sonuçların elde edilmesi biraz daha güç gibi görünmektedir. Çünkü artık tüketim, yalnızca ekonomik bir faaliyet değil; sosyal aidiyet, benlik sunumu ve kimlik inşası gibi çok katmanlı anlamlar içeren bir sosyolojik durum haline gelmiştir.
Dijital yaşamdaki olağanüstü hızlı değişim ve internet yaşamının aldığı haller nedeniyle tüketim alışkanlığı, bireylerin sosyal statülerini göstermesine yarayan, sosyal konumlarını yükselten, ihtiyaçtan ziyade lüks ve pahalı malların satın alınmasıyla gösterişçi tüketim halini almış durumdadır. Aslında bu durumun varlığı gelişmekte olan toplumlarda yeni göze batmaya başlasa da Thorstein Veblen tarafından 1899 yılında ifade edilen “aylak sınıf” tanımlamasıyla çok önceleri kullanılmıştır. Veblen, Sanayi Devrimi sonrası artan refahla birlikte Batıda ortaya çıkan varlıklı sınıfı “aylak sınıf” olarak adlandırmış ve bu sınıfın zaman ve kaynak israfına dayalı gereksiz tüketim davranışlarını eleştirerek “gösterişçi tüketim” kavramını kullanmıştır.
Pierre Bourdieu’nun 1979 yılındaki çalışması ise Fransa’da burjuvazinin yaptığı seçimlerin, salt bir estetik kaygıdan değil diğer sınıfların tüketim alışkanlıklarına karşı seçimler olduğundan bahsederek, bu tarz tüketim unsurlarının toplum içerisinde güç ilişkisini düzenlediğini ve sınıflar arası belirleyiciliği semboller haline getirdiğini ifade etmiştir. Bourdieu’ya göre bireyler ürün veya değer seçimlerini, sosyal statülerini vurgulamak veya belirli bir toplumsal gruba ait olduklarını ifade etmek için yapmaktadır. Bourdieu ile birlikte Veblen’in “ayrışma” ve “gösteriş yoluyla statü inşası” teorisi başta olmak üzere, gösterişçi tüketimin bireyin kimlik inşası, statü rekabeti ve toplumsal aidiyet arayışlarını kavramsallaştıran birçok teorik çalışma da bulunmaktadır.
Tüketimdeki değişimlere İslam iktisadı temelinden bakan çok az çalışma bulunmakla birlikte yakın zamanda Muhammed Fatih Canbaz ve Mustafa Canbaz tarafından yayınlanmış bir makaleden de bahsetmek isterim. Akademik camiada Doç. Dr. unvanıyla çalışmalarını yürüten hocalarım “İslam İktisadı Açısından Gösterişçi Tüketim Yaklaşımı” başlıklı makalede, tüketim alışkanlıklarındaki değişen duruma “İslam iktisadı anlayışıyla yaklaşım sergilemek gerekirse, nelerden bahsedilebilir?” sorusuna cevap aramışlar.
Bu tüketim anlayışında, sosyolojik düşüncede metalaşan toplumsal ilişkilerden yola çıkılarak, kimlik ve statü inşası yapılmakta ve sosyal tabakalaşmayı oluşturma çabalarının ürünü olarak popüler kültür öne çıkarılmaktadır. Sınıflar arası ayrışmayı körükleyen tüketim anlayışının temel işlevi, harcama anlayışı çerçevesinde sosyal alanlar oluşturmak ve simgeleşen tüketimlere göre statülerin belirlenmesini sağlamaktır. Dijital ve sosyal medyanın ortaya çıkardığı yapay ihtiyaçların bireylere empoze edilmesiyle, estetik hazzın giderilmesi sağlanmaktadır. Aslında gösterişçi tüketim anlayışıyla ideolojik manada suni inanışlar yaratılarak, insanın varoluşunu ve hayata tutunmasını anlamlandıran temel düşüncelerden soyutlanması istenmektedir.
Tüketim toplumunun ortaya çıkardığı tüm hazlar, dünya yaşantısının meydana getirdiği nesneleşmeye gereğinden fazla değer atfetme şeklinde açıklanmaktadır. Basit bir karşılaştırma ile insanın sahip olduğu tüm varlık ve imkanlar İslam’da imtihan ve şükre vesiledir. Kendisine emanet edilenler Allah’ın bir lütfu ve insana sunulan bir nimet bağlamında açıklanır. Gösterişe aracılık edenler ve bireylerin sosyal statülerini ayrıştıranlar ile farklı bir kimlik inşasına hizmet eden tüketimler ise yeni düşünce yapısında hayatı anlamlı kılacak nesnelere dönüştürülmüştür. Maddi tatmine dayanmayan tüketimi öneren İslam ise helal ve temiz olanla yetinmeyi kulun sorumluluğu kapsamında izah etmektedir. Bireyin tüketimi mecburi ihtiyaçlar kapsamında zaruri (gıda, barınma vb), yaşamı kolaylaştıran hacet (eğitim, ulaşım vb.) ve sosyal beğenilere dayalı tahsiniyat (estetik, lüks vb.) tasnifine tabi tutulur. Tüketimde ihtiyaçtan fazlası Kur’an’da israf olarak nitelenmiş ve israf edenler birden fazla ayette açık bir dille uyarılmıştır.
Takvâ, kanaatkârlık ve zühd gibi kavramlar, bireyin tüketim davranışını şekillendiren manevi unsurlardır. Genel olarak sürekli dengeyi savunan İslam iktisadı, tüketimde de aşırılıktan kaçınma ve her nimet için şükür bilincini öne çıkarmaktadır. Bu temel unsurlar çerçevesinde, İslam iktisadı tüketimi sadece ekonomik bir işlem değil, ahlaki ve sosyal bir sorumluluk olarak ele almaktadır. Modern tüketim kültürünün bireyi nesneleştiren ve gösterişçi kalıplara iten yapısını dönüştürmeyi hedeflemektedir.
Günümüz Türkiye’sinde çokça görülmeye başlanan gösterişçi tüketim anlayışı, yalnızca bireysel düzeyde değil; toplumsal manada adalet, denge ve sorumluluk bağlamında da tartışılmaya değer bir anlayışı genç nesillere aktarabilmek adına gerekli görülmektedir.
Bilinçli tüketici gibi davranabilmek ve Allah cc tarafından bizlere sunulan nimetlere layık olabilmek duasıyla…
Dr. Ömer DÖNMEZ