Anasayfa Köşe Yazıları 2025’e Girerken Maaşlar ve Enflasyon Üzerine

2025’e Girerken Maaşlar ve Enflasyon Üzerine

by

Oldukça yoğun bir gündemi geride bıraktık. Gündemden kısa kısa birkaç hususa değinmek istiyorum. Geçtiğimiz günlerde asgari ücret, yeniden değerleme oranları ve enflasyon belli oldu. Asgari ücret %30’luk artış ile 22 bin 104 lira seviyesine geldi. ÜFE baz alınarak belirlenen ve maktu vergiler ile gelir vergisi tarifesinde kullanılan yeniden değerleme oranı %43,93 oldu.  Aralık ayı TÜFE %1,03, yıllık enflasyon ise %44,38 olarak açıklandı. Son enflasyon verisi ile beraber “memur ve memur emeklilerinin % 11,54, emeklilerin %15,75 zam alacağı” haberlerde duyuruldu. Buna göre en düşük emekli maaşı 14 bin 469 lira oldu.

Enflasyonun en büyük zararı sabit ücret geliri elde edenlere. Maalesef son yıllarda ülkemizde enflasyonun nedeni olarak asgari ücret artışı görülmeye başlandı. Tabi bazı “uluslararası kuruluşların” da konuya ilişkin öneri ve değerlendirmeleri bunu besledi (Örneğin IMF 4. Madde Türkiye Ekonomi Görünümü Raporunda, gerçekleşen değil beklenen enflasyona göre zam yapılmasını, yılda iki değil bir defa asgari ücret belirlenmesi gerektiğini açıkladı).

Tartışmalar yeni değil ve arka planında iktisadi ideolojiler ve ön kabuller var. Konunun uzmanı değilim tabi ama gördüğüm kadarıyla asgari ücretin doğrudan enflasyon üzerindeki etkisinin haddinden fazla abartıldığını düşünüyorum. Bu yazı, akademik bir çalışma olmadığı için literatür taramadan tek bir örnek vereceğim.

Merkez Bankası’nın 2021 yılında yayınladığı enflasyon raporunda asgari ücret artışına ilişkin şu ifadeler kullanılmış: “Nominal asgari ücrete gelen yüzde 1’lik pozitif bir şok bir yıl sonunda tüketici enflasyonunu 0,06 ila 0,08 puan civarında yükseltmekte; etki büyük ölçüde iki çeyrek içerisinde tamamlanmaktadır. Çalışan kişi başına ücret tanımı esas alındığında yüzde 1’lik ücret şokuna enflasyonun verdiği tepki ise 0,10 puan civarında tahmin edilmektedir. Analiz, ücret ve istihdam etkisini birlikte içeren toplam işgücü ödemeleri üzerinden yapıldığında, 1 puanlık pozitif şokun tüketici enflasyonunu bir yıl sonunda 0,2 puan artırdığı izlenmektedir.” 

Çalışma eski olsa da ücret artışının enflasyon üzerindeki etkisini sınırlı tahmin ediyor. Buna karşın asgari ücretliler son yıllardaki enflasyon şokunun en başta gelen mağdurları arasında olmasına rağmen, enflasyon artışına onların neden olduğu düşünülüyor. Enflasyonu tetikleyen konjonktürel gelişmeler (savaşlar, pandemi ve arz şokları), döviz şoku, artan kârlar, yüksek kamu harcamaları; asgari ücret artışı kadar gündemde yer almıyor. Elbette asgari ücret artışının da enflasyona etkisi söz konusu fakat bu etki Türkiye özelinde enflasyonun en büyük nedeni değil.

Oranlar üzerinden konuşmaktan ziyade asgari ücret tutarının gerçekte ne anlama geldiğini biraz daha detaylı düşünelim. 22 bin 104 lira gerçekten bir hayli düşük bir tutar. Korkarım ki; bu maaş insanların ev kirası ve mutfak masrafına ancak yetiyordur. Sonuçta 10-15 bin liranın altında şehir merkezinde kira bulmak çok zor. İstanbul, Ankara gibi şehirlerde bu tutar çok daha yüksek. Hadi ortalama 15 bin lira kira ödediğimizi varsayalım. Gıda masrafı için de ufak bir hesaplama yapalım. Muhtemelen pazar masrafı da aylık 5-6 bin liradan aşağı olmayacaktır. Aylık market harcamalarımızı da zincir marketlerden karşılayarak yine en az 5-6 bin lira ettiğini düşünelim. Toplamda en iyi ihtimalle 10 bin lira aylık masrafımız olacaktır. 15 bin lira da kira verildiğini varsaymıştık toplamda etti 25 bin lira. Yani otonom tüketimimiz 25 bin lira.

Okuyucularımız takdir edecek ki bu tutarlar çok çok iyimser tahminler. Bir kişinin günde 3 ekmek yediğini düşünsek, on liradan sadece aylık ekmek masrafı zaten 900 lira ediyor. Yani şu anki koşullarda ücretler yalnızca beslenme ve barınmaya gidiyor. İçinde ulaşım yok, ısınma yok. Çocukların kreş ve diğer eğitim masrafları yok. Çık çıkabilirsen işin içinden. Üstelik vergi sistemimizde de harcamalar üzerinden vergiler ağırlıklı olduğu için, asgari ücretliler bu harcamaları üzerinden de ciddi miktarda vergi vermiş oluyor (Gençler evlenmiyor diye şikayet ediliyor ama böyle koşullarda insanlar gönül rahatlığı ile evlenebilir mi ya da çocuk sahibi olabilir mi?).

Sendikaların açıkladığı dört kişilik ailenin açlık sınırı 22 bin liraya dayanmış durumda. Bu yalnızca ailenin mutfak masraflarından oluşuyor. Nitekim İGİAD’ın insani geçim ücreti (İGÜ), 2025 yılı için asgari 32.830 TL olarak belirlenmiş. O da yeterli olur mu şüphelerim var. İslam iktisadında Gazali’nin Makâsıd’ına çokça atıf yapılır ve birçokları için “malın, canın, neslin, aklın ve dinin korunması” devletin en temel görevleri arasında yer alır. Bu açıdan kişiye asgari yaşam koşullarının sunulması hem toplumun hem de devletin ortak sorumluluğundadır. Bu sebeple “bana ne” denilecek bir konu değil insanların geçim derdi.

İşverenler de tabi haliyle kendi penceresinden bakıyor. Özellikle yurtdışına ihracat yapanlar dolar bazında rakip firmaların ülkelerindeki işçi maliyetleriyle kendi koşullarını kıyaslıyorlar. Haklı oldukları noktalar var fakat ortada da insani bir durum da var. Üstelik firmaların beş yıl öncesine göre ciddi döviz kuru avantajları söz konusu.  Ayrıca çalışanlarının motivasyonunu yüksek tutmak için bu düzenlemeleri yapmak şart. Her şeyi devletten beklememek lazım. Adı üstünde bu tutar “asgari ücret”. Çalışanların onurlu bir yaşam sürdürebilmesi için bunun üzerine çıkılmasında hiç bir engel yok. Maalesef algı asgari ücret konusunda çok yanlış. Gerçi asgari ücretin de altında ücret verenler var. Gülsek mi ağlasak mı bilemedim.

Gelelim diğer meseleye. Asgari ücretlilerin durumu düşündürücü ve üzücü. Buna karşın asgari ücret diğer ülkelerde minimum geçim parası olarak görülse de maalesef bizde çalışanların büyük kısmı asgari ücret ya da ona yakın maaş alıyor. Rakamlara göre Türkiye’de 2023 yılında 7 milyona yakın kişi asgari ücretli olarak çalışıyor. Yani ücretli çalışanların yaklaşık %40’ı. Asgari ücretin az biraz üstünde maaşlarda çalışanları da ekleyince durum daha da vahim hâle geliyor. Bununla beraber birçok kişinin daha yüksek tutarlarda kazanç sağlamasına rağmen asgari ücretli gibi sigortasının yattığını da maalesef biliyoruz. Bu da bizi bir diğer önemli problem olan kayıtdışılığa götürüyor. Kayıtdışılık başlı başına bir konu olduğu için burada değinmeyeceğim.

Asgari ücretlilerin maaş artışı enflasyona göre sınırlı kalsa da, bunun yanında bir de kamu personellerinin durumuna bakalım. Türkiye’de 5 milyona yakın memur var. Maalesef memurların hepsi fazladan maaş alan bankamatik memuruymuş gibi toplumda bir önyargı var. Hakimi, savcısı, kaymakamı, doktoru, profesörü, öğretmeni, istihbaratçısı da memur kategorisinde. Memurların zam oranı ise %11.54 oldu. Akademisyenler yemek yerken, kitap alırken iki kere düşünüyor. Gittikçe de maaşları asgari ücrete yaklaşıyor. Maalesef durum bu şekilde. Tabiki şükürsüzlük etmemek gerekiyor ama iyileştirme de şart.

Emekliler için şartlar daha da zor durumda. 22 bin lira asgari ücretli için değerlendirmelerde bulunduk, 14 bin lira ile nasıl olacak bilmiyorum. Yaklaşık 2 milyon emekli, emekli maaşına ek olarak çalışarak geçimini temin etmeye çalışıyor (çalışan emekli). Emekliler de tek başına ayrı bir yazının konusu bu yazıya sığdırmak çok zor.

Olumsuz bir tablo çizdim farkındayım ama toplum olarak da silkelenmek gerekiyor. Bana kalırsa genel bir zihniyet dönüşümüne ihtiyacımız var. Ücret geliri elde edenlerin yaşadığı ekonomik sıkıntılar; birbiriyle iç içe birçok ekonomik ve mali birçok etmenin dolaylı ya da doğrudan sonucu.

Toparlarken kızdığım ilk konu; insanlar geçim derdinde iken, enflasyonu onların talep artışının tetiklediğine yönelik bir inancın olması. İnsanlar hayatlarını idame ettirme derdinde. Bu noktada toplam talebi kısmaya yönelik daraltıcı ekonomi politikalarının insanların hayat şartlarını daha da zorlaştırıyor. Bu sayfada daha önce de yazmıştım. Ekonomik problemlerin çözümü için yazılan acı reçeteler ücret geliri elde edenlere ve emeklilere uygulanmış oluyor. Durumu düşündükçe içim sıkılıyor. Elimle düzeltme imkânım olmadığı için en azından yazımla konuyu gündemde tutmaya çalışıyorum.

Kızdığım diğer bir konu ise, bunun kadercilik anlayışı ile değerlendirilmesi. Elbette şükürsüzlük yapmamalıyız. Ve elbette bu dünya hayatı bir imtihan ve zaman zaman ekonomik problemlerin de olduğu birçok konuda sınanabiliriz. Buna karşın durumu kabullenmek yerine bu durumu düzeltmeye yönelik bir çaba içerisinde bulunmanın da inancımız gereği şart olduğunu düşünüyorum.

Şükrü Çağrı Çelik

Manisa Celal Bayar Üniversitesi

sukrucagricelik@gmail.com

Benzer Yazılar

Görüşlerinizi Paylaşabilirsiniz

    Mail Bültenimize Abone Olun