İslam iktisadının öncelikli amaçlarından biri de çağın sorunlarına değer odaklı ve özgün çözümler getirmektir. Bunun ön koşulu, özgün bir iktisat düşüncesi/felsefesi inşa etmektir. Hâlihazırda bu inşa ameliyesi, üçüncü nesil araştırmacılar tarafından yürütülmektedir. Lisans ve lisansüstü seviyesindeki dördüncü nesil genç araştırmacılar ise yakın geleceğin İslam iktisatçıları olmak üzere yetişmektedirler. Tüm klasik birikime rağmen, İslam iktisat düşüncesinin henüz yolun başında olduğunu açıkça zikretmek gerekir. Zira bu inşa, nesilleri aşan sistematik bir çabayı gerektirmektedir.
İslam iktisadı araştırmalarında benimsenecek yöntemler, bu inşada oldukça kritik bir öneme sahiptir. Yöntemsel açıdan atılması gereken ilk adım, İslam iktisadını İslam hukukundan bağımsız bir şekilde düşünebilmektir. Bu önermeden İslam iktisadını, İslam hukukunun dışına konumlandırma niyeti anlaşılmamalıdır. Neticede iktisadi bir faaliyet karakteri itibariyle hukuki bir tanımlamaya indirgenemez. Bununla birlikte İslam iktisadı, İslam hukukunun ahlaki kaygılarını da göz ardı edemez. Aksi takdirde başındaki İslam lafzının, âdeta branşı var eden özelliği ortadan kalkar.
Günümüzde İslam iktisadı, umumiyetle İslam hukukunun bir alt disiplini gibi görülmektedir. Bu bakış açısı, İslam iktisadını, Müslümanlara çağdaş ekonomik olgular karşısında takınacakları tavrı salık veren, emredici ya da menedici veya onlara muhayyerlik alanı açan bir çerçeveyle mukayyet görmektedir. Açıkçası, bu durumda İslam iktisadının bakışı, fıkhî bir bakışa münhasır kalmaktadır. İslam iktisadı bir taraftan İslam hukukunun gölgesinde kalırken diğer taraftan da ilginç ve hatta tuhaf bir şekilde İslam hukukçuları da muamelata dair içtihatlarında durumları ve olguları ifade eden kavramları İslam hukukunun klasik terminolojisi yanında neoliberal ekonomi teorilerinden ödünç almaktadırlar. Bu iki kavramsal kaynaktan ilki, İslam iktisat teorisinin arkaik bir görünüme bürünmesine, ikincisi ise bu düşüncenin neo-liberal iktisadi nizamın payandalarından biri hâline gelmesine sebep olmaktadır. Doğrusu, bu değerlendirmeyi bir suçlama olarak görmek ya da mevcut durumu İslam hukukçularının eksikliğine bağlamak hakkaniyetli olmaz. Çünkü günümüzde ekonomi alanındaki tanımlama, sınıflandırma ve bilgi üretim süreçleri ana akım (neo-liberal) teorinin hegemonyası altındadır. İktisatçıların dahi aşamadığı bu hegemonya karşısında, İslam hukukçularının ana akımın onayından geçmeyen kavram ve teorik yaklaşımları etkin hâle getirmelerinin önünde pek çok zorluk bulunmaktadır. Böylesi bir sorumluluğu İslam hukukçularına yüklemek hakkaniyetli bir yaklaşım da olmayacaktır.
Ana akım iktisat teorisinin kırılamamasının en büyük sebeplerinden biri de tüm dünyada iktisat yükseköğrenimini domine etmeleridir. Tüm dünyada iktisat bölümlerinde ya da ekonomi derslerinde öğretilen neoliberal iktisat teorisidir. Alternatif iktisat teorilerine yaşam hakkı tanınmaması, neoliberal sanrıların yegâne “bilimsel gerçek” olarak kabul görmesine neden olmaktadır. Günümüz iktisat bölümlerinin birçoğunda iktisadi düşünceler tarihine dair dersler ya müfredattan çıkarılmakta ya da derslerin içeriği neoliberal iktisat teorisinin tarihi hâline getirilmektedir. Heterodoks iktisadi akım ve teorileri konu edinen ders önerileri ise hegemonik ön kabul ile tereddüt edilmeksizin reddedilmekte hatta öneri sahiplerinin akademik çevrelerde dışlanmasına, baskıya maruz kalmasına sebep olabilmektedir. Belirttiğimiz bu zorluklara rağmen, İslam iktisadının İslam hukukunun gölgesinden çıkması, ürettiği kavram, tanım, bilgi ve yöntemlerle İslam hukukunu da besleyen müstakil bir konuma ulaşması gerekmektedir.
Genelde iktisadın, özelde ise İslam iktisadının daha çok ahlakla ilişkili politik bir disiplin olması da İslam iktisadının müstakil bir hüviyete sahip olmasını elzem kılmaktadır. Zira neoliberal hegemonyayla iktisadın ahlaktan kopması, kendi karakterinden kopmasıyla sonuçlanmıştır. Bu bağlantının yeniden sağlanması İslam iktisadının şeri olan kadar meşru olanla da irtibatlandırılmasına bağlıdır. İslam iktisadı teorisi ve düşüncesi alanında mesai harcayan araştırmacıların bu bağı göz ardı etmemesi, alanın geleceği için hayati önem taşımaktadır. Kabul edilmelidir ki bir taraftan ortodoksinin tasallutuna mahkûm olmuş akademik iklimde, diğer taraftan İslam hukukunun gölgesinde İslam iktisadı araştırmacılarının hem iktisat akademyasını zenginleştiren hem de İslam hukukunu besleyen bağımsız bir İslam iktisadı geliştirmeleri -özgün tanımlar yapmaları, kendine münhasır ufuk açıcı kavramlar ve neticede müstakil bilgi üretmeleri- hayli zor olsa da imkânsız da değildir. Bunun için öncelikle aşağıda sıralanan iktisadi düşünce ve teorilerin kavram haritaları ve temel varsayımlarının, neoliberal teoriden, İslam iktisadına daha yakın olabileceğini ehlinin takdirine arz etmek isterim. En azından mukayese düzeyinde bu imkânın İslam iktisat teorisi açısından değerlendirilmesi son derece önemlidir:
- Neo-Keynesyen iktisat,
- Sosyal ekonomi -sosyoekonomi-,
- Kurumsal iktisat,
- Neo-Marksist iktisat.
***
Böylesi bir durumun İslam iktisadı alanına etkileri ve reel politiğe yansıması olacaktır. Öncelikle şunu tekrar ifade etmekte yarar görüyorum: İktisat ve beraberinde İslam iktisadı politik bir alandır, dolayısıyla İslam iktisadının politikleşmesinden müşteki olmak anlamsızdır. Ancak burada asıl üzerinde düşünülmesi gereken, İslam iktisadının İslam hukukçuları tarafından politikleştirilmesidir.
Kimse açıkça ifade edemese de hatta İslam hukukçuları üzerlerine alınmasa da şu an Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik kriz, aynı zamanda Türkiye Ekonomi Modelinin paydaşı olan ve hâlihazırdaki ekonomi politikaları için görüş sorulan/beyan eden makamlarda bulunan İslam hukukçularının da krizidir. Politika yapıcılar tarafından Türkiye Ekonomi Modelini gerekçelendirmek için geliştirilen söylemlerde tercih edilen kavram seti, ilerleyen süreçte İslam İktisadı alanında apolojetik bir literatürün ortaya çıkmasına neden olabilir. Böylece İslam hukukçularının iktisadi konulardaki çabaları, daha önce de olduğu gibi İslam iktisadının hanesine yazılacaktır. Hâlbuki bir İslam hukukçusunun tıp, iktisat, siyaset, finans vb. branş fark etmeksizin tüm çabaları İslam hukuku alanına aittir. Ancak iktisadi konularda apoloji söz konusu olduğunda bunun İslam hukukuna değil de İslam iktisadına düşecek olması da esasen İslam iktisadının İslam hukukunun gölgesinde hatta himayesinde olması ile açıklanabilir.
İslam iktisadının İslam hukukunun gölgesinden çıkamamasının diğer bir neticesi de İslam iktisat teorisinin önermelerine veya önerilerine karşı ekonomi ve felsefe çevrelerinden yönetilen ciddi itirazlara henüz kayda değer cevaplar/savunular getirememiş olmasıdır. Kapitalizmin mücessem hâle gelmiş tezahürleri tahlile tabi tutulurken açıkça ortaya çıkan derinliğin, özgüvenli ve sağlam üslubun İslam iktisat teorisine yöneltilen eleştiriler karşısında da sürdürülmesi, müstakil bir İslam iktisadı inşası için atılması gereken bir diğer önemli zorunlu bir adımdır.
Elbette bütün bunlara rağmen İslam iktisadı araştırmacıları olarak, iktisadı, insanların maslahatını görme kanunu olarak koyan Allah’ın “her zorluktan sonra bir kolaylık ihsan edeceğine (65/Talâk, 7).” olan inancımız tamdır.