Bu köşe yazıları kısmında yazdığım ilk dört yazının konusu özetle şöyle ilerlemişti:
- Modern dönüşümler ve iktisadi etkileri: niceliğin egemenliği
- (Modern dönemdeki hakim ekonomik görüş olarak) Neo-klasik ekonomi
- Neo-klasik ekonominin teori ve pratikteki aksaklıkları
- Neo-klasik ekonomi olmalı mı, olmamalı mı, ya da ne kadar olmalı?
İlk dört yazıdaki genel bilgilerin ardından şu soruları sormak önemli durmaktadır: Bugün “İslam ekonomisi/iktisadı” olarak adlandırılan yapı (bunun ne olduğundan, nasıl başladığından daha sonra bahsedelim inşallah) bu denklemde tam olarak nereye denk düşmektedir? İslam ekonomisi, neo-klasik ekonomiyi az ya da çok eleştiren diğer gruplardan farklılaşmakta mıdır? Ya da, ana akım iktisat görüşü olan neo-klasik ekonomiye karşı farklı görüşler serdeden heterodoks ekonomi içerisinde İslam ekonomisi de var mıdır?
Bu sorulara öncelikle şu özet cevabı verebilirim: Neo-klasik ekonomiye karşı eleştiri ortaya koyanlar ile İslam ekonomisinin ilgili eleştirilerinde ortak hususlar elbette vardır. Bunların detaylarından ayrıca bahsedilebilir. Lakin İslam ekonomisini onlardan ve dahi heterodoks ekonomiden farklılaştıran çok temel bir husus var; ontolojik (varoluşa dair) duruşu. Çünkü İslam ekonomisi hariç diğer tüm eleştirel bakış açılarının (bu ister feminist, ister Marksist iktisat olsun, ya da herhangi bir başkası) durduğu zemin en nihayetinde neo-klasik ekonomiyle aynıdır; aşkından ve dinden ayrışmış, seküler bir zemin. Oysa İslam ekonomisi tam da bu zeminden itibaren farklılığını ortaya koymaktadır zira isminden de anlaşıldığı üzere dine, İslam’a dayanmaktadır.
Buradaki ontolojik farklılıktan kasıt tam olarak nedir? En temelinde şudur: İslam ekonomisi, İslam dininden dolayı ekonominin de bir parçası olduğu dünya hayatını şöyle görür; bu dünyayı aşkın bir yaratıcı olan Allah insanlar kendisine ibadet ve yeryüzü halifeliği etsin diye onlar için yaratmıştır. Dolayısıyla insan başıboş değildir. Önce kendisini Allah’ın istediği şekilde inşa edip sonra dünya inşası amacına sahiptir ki ahirette yani kalıcı mekânda güzel bir yer edinebilsin. Yaratan Allah, amacı koyan Allah olduğu için yaşam kılavuzunu hazırlayan da O’dur. Nitekim bunu gerek peygamberler ,gerekse kitapları ve özellikle Kur’an-ı Kerim ile insanlara iletmiştir.
Böylesi bir bakış elbette ki hayata dair şu varsayımlara dayanan neo-klasik ekonomi ve diğer bütün heterodoks ekonomi görüşlerinden farklılaşmaktadır: Yaşam uzunca tekrarlar sonucunda kendi kendine oluşmuş bir rastlantıdan ibarettir. Madem insan kendini bu rastlantısal şekilde oluşmuş dünyada bulmuştur ve madem ölüp hiç yaşamamış gibi tamamen yok olacaktır, o halde elindeki tek şey, olabildiğince bu dünyaya odaklanmaktır. Hem de her anlamda. Okuduğu okullarda ve iş hayatında en iyiye ulaşabilmek için mücadele ve rekabet etmelidir, çok[1] çalışmalıdır, çok kazanmalıdır, çok üretmeli ve çok tüketmelidir, çok gezmelidir, çok eğlenmelidir, çok yiyip içmelidir, vs. vs. Çünkü sadece bedeni ve bu dünyası vardır!
Fakat bu, Müslüman insan çalışıp çabalayıp iyi konumlara gelmez, anlamına gelmemektedir. “Müslüman zengin ve güç sahibi olmalı mıdır?” tartışmasını bir başka sefere bırakıp şunu diyebilirim ki Müslümanın çalışıp çabalaması ve ardından elde ettiklerini tüketmesi hep bu yukarıda bahsi geçen ontolojik bakış ve duruş farkına sahiptir. Ne çalışırken, ne çabalarken ve ne de çalıştıklarının neticesini yaşarken asıl gayesini unutur. “Müslümanın olması gereken” vs. “olduğu şey” farkına daha sonra ayrıca değineceğim inşallah ama bu yazı en temelinde kavramları (İslam, Müslüman) ve içeriklerini yansıtma amacı güdüyor, o kadar.
Yani özetle, İslamiyet’te insan kendisine verilenlerin ve bunlara yönelik ihtiyaçların farkındadır. Fakat bunlara yönelik ihtiyaçları, tıpkı neo-klasik ekonomide ve diğerlerinde olduğu gibi, “kendi” istediği şekilde değil, kendisinden istendiği gibi -çünkü Allah yaratıcı olduğu için yarattığına yani insana en iyi geleni de bilir- gidermeye çalışır. Ve günün sonunda aslolanın ahiret olduğunu unutmaz. Daha en başından böyle bir bakış ve duruş farkına sahip olununca fiiliyatta -buradaki kastım özellikle ekonomide- da farklılaşma olması beklenir. İşte bu noktada “olması gereken” vs. “olan” farkı gündeme gelmektedir. Buna da daha sonraki yazıların konusu olsun inşallah.
[1] Buradaki çok, literal alınabileceği gibi, iktisadın rasyonel karar alma süreçlerindeki fayda-maliyet analizi neticesinde hasıl olan durumu da kapsıyor olabilir.
Zeyneb Hafsa ORHAN
İZÜ İslam Ekonomisi ve Finansı
* Yazarların görüşleri kendilerini bağlar.