İlk Türk mutasavvıfı, tarikat önderi ve din şâiri olarak kabul edilen Ahmed Yesevî (? -1166) içinde bulunduğumuz yılda (1993) çeşitli faaliyetlerle anılmakta, bununla ilgili törenler düzenlen- . mektedir. Yetiştirdiği alperenleri, gazi dervişleri fetih ordularının başında seferlere gönderen Yesevî Müslüman Türk dünyasında haklı bir şöhret kazanmıştır. Şimdi Kazakistan Cumhuriyetinin sınırları içinde bulunan Sayram’da doğdu. Yusuf He- medânrnin öğrencisi oldu. Buhara yakınlarındaki “Yesi” kentine yerleşti. Bu sebeple Yesevî diye anıldı. Şiirleri “Divân-ı Hikmet” adlı eserde toplanmıştır. Yesevi’nin yaşadığı ve faaliyet gösterdiği saha Hazer Denizi’yle Aral Gölü civarındaki bölgedir. imam-ı Buharî’den beri, bölge, İslâm Dünyasınca bilinmekteydi.
Abbasî halifeleri yönetim kadrosunda İranlIlara ve Türklere önem vermek suretiyle geniş bir kitlenin İslâm’a bağlanmasını sağladılar. Batı Türkistan’da ve Mâverâünnehir’de İlmî, İktisadî ve ticarî faaliyetlerin gösterdiği gelişme, bu ülkenin, Islâm Medeniyetinin merkezi olan Bağdât’la rekabet eder bir duruma gelmesini sağlamıştır, ibn Fad- lan, görevli olarak Bağdat’dan Hazer Ülkesine giderken, gördüklerini yazmış ve seyâhatnâmesi bu şekilde oluşmuştur. Adıgeçen gezi kitabı Orta- çağ’da Islâm Dünyasıyla Kafkasya arasındaki ticarî ilişkiler hakkında faydalı bilgileri ihtivâ etmektedir. Islâmiyetin Orta Asya Bozkırlarında yayılmasıyla, Mâverâünnehir’de cereyan eden ilmî ve ticarî faaliyetler arasında sıkı bir ilişki mevcuttur. Islâm’ı yaymak için ülke ülke dolaşan Islâm bilginleri güney Sibirya’ya kadar gitmişler, bu bölgelerde yatsı vaktinin teşekkül etmediğini müşâhede etmişlerdir.
Bakkali, bu konuyu ilk tartışan fıkıh bilginlerindendir. Batı Türkistan ile Volga Bulgarları ve İdil-Ural Türkleri arasındaki sıkı ticarî ilişkiler Islâm Dini’nin ve medeniyetinin üstünlüğü hakkında müs- bet bir kanaat uyandırmıştı.
Buradaki medreselerde yetişen ilim ve tasavvuf erbâbı ticâret kervanlarına katılarak göçebe kabilelere İslâm’ı tanıttılar. Selçuklu tarihi konusunda büyük bir otorite olan Prof. Osman TURAN, “Selçuklular ve İslâmiyet” adlı eserinde (sh. 36-37) ticarî ve medenî ilişkilerin rolünü vurgulamıştır.
Yesev’nin yaşadığı onikinci milâdî asır Selçuklular tarafından kurulan medreselerin yaygınlaştığı bir dönemdir. Medreselerin müderrislerine maaşlar bağlanmıştı. Tekke, zâviye ve imâretler de aynı doğrultu- suda görev yapıyor, içtimâi yardım ve imâr (bayındırlık) hizmetlerine katkı sağlıyordu. Bu kurumlar sultanların, vezirlerin ve zengin kişilerin kurduğu vakıflarca desteklenip, yaşatılıyordu. Batı Türkistan’da pek çok medrese, tekke ve imârethâne kurulmuştu.
Selçukluların devlet yönetiminde getirdikleri yeniliklerden biri de, toprak mülkiyetiyle ilgili “iktâ” sistemidir. Temlikî ve istiğlalî iktâ sistemi daha önce Islâm Dünyasında biliniyorsa da yaygın ve askerî amaçlı olarak ilk kez onlarca uygulandı. Yaygın bir askerî iktânın kurulmasıyla toprağa bağlı bir ordu meydana getirilmiş oluyordu. Claude CAHEN “İslâmiyet” adlı kitabında bu uygulamanın Nizamülmülk tarafından oluşturulmuş feodal bir sistem olduğu şeklindeki iddiâların zayıf olduğunu belirtmektedir. (A.g.e, sh. 238). Selçuklular ikibuçuk asır gibi devletlerin hayatı için pek uzun kabul edilmeyen bir dönemde pek büyük bir mimarî ve bayındırlık hamlesini gerçekleştirdiler. Muhteşem câmiler, kervansaraylar, askerî kışlalar inşâ ettiler. Bu eserlerin çoğu daha sonra Moğol istilâsı sırasında tahriboldu. Batı Türkistan, Ahmed Yesev’den ikiyüzelli sene sonra Timuroğul- ları (Bilgin hükümdarlar) devrinde yeni bir parlak dönem daha yaşadı. Ancak bu parlak dönem uzun ömürlü olmadı.
Onikinci milâdî asır Ortadoğu’nun Haçlı Seferleriyle tahrîbolduğu, Kudüs’ün bile haçlıların eline geçtiği buhranlı bir devredir. Bu dönemde Abbasî Halifeliğinin tesir sahası Irak ve Mezapo- tamya’ya münhasır kalmıştır. Mısır ve Suriye’ye hâkim olan Selâhaddin-i Eyyûbî Haçlılara karşı yürüttüğü mücadelede büyük başarı kazandı. Prof. Dr. Ramazan Şeşen, Selehaddin Eyyûbî ve kurduğu devletin yapısı hakkında geniş bir araştırma yapmıştır. Ezher medresesi bu asırdan itibaren İlmî hüviyetini kazanmaya başladı.
Selçukluların Islâm ülkelerine hâkim olmalarıyla Islâm Medeniyeti tarihinde yeni bir devir açılmıştır. Bu hâkimiyetin bir özelliği Selçuklu hanedanından olan hükümdarların çeşitli bölgelerden hâkimiyetlerini sürdürmeleridir. Eski ve geleneksel Türk askerî teşkilatı üzerine kurulan Selçuklu imparatorluğu, topraklan üzerinde askerî iktâları tesis etti. Bu sistemin esası; muayyen toprak parçalan üzerinde devlete âit vergilerin, kısmen veya tamamen, hizmet karşılığı olarak, ordu mensuplarına terkedilmesinden ibârettir. Selçuklular, hüküm sürdükleri eski İslâm Ülkelerindeki özel toprak mülkiyetine dokunmayıp, sadece askerî iktâlar kurmakla yetindiler.
Selçuklu tarihi uzmanı Prof. O. Turan, “Selçuklular ve İslâmiyet” adlı eserinde (sh. 143) o dönemde iktâ arazileri dışında iki tür özel mülkiyet bulunduğunu, bunun birincisinin şimdiki özel mülkiyetin aynı olduğunu, İkincisinin ise temlik olunmuş servetler olduğunu kaydetmektedir. Ekonomik açıdan gelişme sağlamak için Selçuklu yöneticileri bütün güçleriyle çalıştılar. Yabancı tüccarları teşvik için onlara devlet garantisi getirdiler. Maraş yakınlarındaki Yabanlû Pazarı -bir tür- fuardı.
O devirde Eyyubilerin idaresinde bulunan Suriye ve Mısır’ın üretim geleneğinde pek büyük bir fark görülmez.
Suriye bilhassa ziraî ürünlerinin çeşitliliği ve bakır, ipek, cam ve deri zenâatıyla bilinmektedir. Hurmalarıyla meşhur Mısır’da ise tahıl ürünleri, şeker kamışı ve keten meşhurdu. Mısır’da sıkı bir kontrol hâkimdi. Bu konuda Andre Miquel, “İslam ve Medeniyeti” adlı eserinde (sh. 258-259) şu görüşleri ifade etmektedir: “Mısır’da hükümet endüstri sektöründe bilhassa tekstil üretimine el atmış, ağaç ve demir gibi temel endüstri ürünlerini de elinde tutmuştur… O zaman müslüman dünyası, Katolon, Provence ve daha çok Pise, Venedik, Genes ve Acre gibi Frenk limanları, ticarî merkezlerinde meydana gelen değişiklikleri ve yenilikleri yakından ta- kibeden tüccarlar aracılığıyla bütün Avrupa’yla devamlı bir ilişkidedir. İslâm Dünyasının o dönemdeki önemli ticâret merkezi ise; İskenderiye, Dimyat, Lazkiye, Şam, Haleb ve Kahire’dir.”
Onikinci asırda Kuzey Afrika (Tunus, Cezayir, Fas) Benî Hilâl denilen göçebe ve saldırgan grupların talanları sonucunda yoksullaşmış ve zayıflamış bir bölge manzarası arzediyordu. ibn Haldûn, Hilâlî kabilelerinin istilasını büyük bir felaket olarak nitelemiş, Andre Miquel bunu mübâla- ğalı bir iddia olarak görmüştür. (A.g.e, sh. 266). Endülüs Emevî Devleti kültürel, İktisadî ve medenî başarılarını sürdürmekle beraber, siyasî ve askerî sahada duraklama sürecine girmiştir. Fas’lı Berberîler arasından çıkan ibn Tumert böyle bir ortamda ortaya çıktı ve “Muvahhidûn” Devletini kurdu. Onun ölümü üzerine talebesi Abdül Mümin devleti genişletti ve kuvvetlendirdi. Bu durum 1163 yılına kadar devam etti.
Murâbıtlar ve Muvahhidler Kuzeybatı Afrika’da “mahzen” adıyla bilinen malî ve bürokratik bir idare sistemi geliştirmişler, yeni getirdikleri vergi sisteminin tesisi için Kuzey Afrika’nın sahasını ölçmüşlerdir. Bu dönemde deniz ticareti müslümanların kontrolünden çıkmış olsa bile, Ispanya ile Mağrib arasındaki birlik ortamı ticarî ilişkileri hem geliştirmiştir; hem de kolaylaştırmıştır. Mağ- rib’teki İktisadî atılım şehir hayatında etkili oldu. Şehir ve kasabalar hayrat eserleri, vakfiyyeler ve camilerle doldu. Islâm Sanat Tarihi, eserlerinde bu mimârî yapılar hakkında ayrıntılı bilgiler verilmiştir.
Onikinci milâdî yüzyılda Ispanya’da ilim, felsefe ve güzel sanatlar ünlü isimlerle temsil ediliyordu. 1198’de ölen İbn Rüşd, en büyük filozoflardandır. Kendisi aynı zamanda Mâlikî Mezhebinin en büyük fıkıhçılarındandı. 1162’de ölen ibn Zuhr büyük bir hekimdi. Bu çağda Endülüs’te Malikî ve Zâhirî fıkıh ekolleri yaygındı. Yahudi filozof Musâ ibn Meymûn bu asırda Endülüs’te ve Mağribte yaşamış ve 1204 yılında ölmüştür. Bu çağda Anadolu Selçuklu Devleti, Türkiye topraklarının büyük bir kısmına sâhibolmakla birlikte, Haçlı Seferlerinin tahrîbâtıyla yüzyüze idi. Anadolu Selçukluları yüzlerce vakıf eseri kurarak Anadolu’yu îmara çalıştılar. Bir yandan da Akdeniz kıyısındaki limanlarla dünya ticâretine entegre oldular.
Kaynak: dergi.diyanet