Zeyneb Hafsa Orhan
Geçen yazıyı bitirirken özellikle 2008 finansal krizinin neokolasik ekonomiyle ilgili teori ve pratikleri sorgulamaya ittiğini dile getirmiştim. Bu konuda bir makalede kaleme alan Akan (2019), bahsi geçen krizin neoklasik politik ekonomiye ilişkin şu üç sonuca yol açtığını düşünmektedir: 1. Neoklasik ekonominin teorik (hatta dogmatik) varsayımları –kendi kendine dengeye gelen piyasa, genel denge ve rasyonel davranış- çöküş yaşamıştır. 2. Fakat bu çöküş yalnız teoride değil, politika alanında da geçerlidir. 3. Daha yüksek bir etkinlik yaratılacağı iddiası yanlışlanmıştır.
Bu noktada neoklasik ekonomik görüşe dair şu iki hususun geçerli olduğunu düşünüyorum; birincisi, teorinin politika üretmedeki etkinsizliğidir. İkincisi ise zihniyet ve davranışa yönelik olumsuz etkileridir. Bunlardan ilkine ilişkin olarak The Economist (2009, s. 69) dergisi, finansal kriz sonrasında şunları dile getirmektedir: İktisatçılar bugün modelleriyle baştan çıkmış gözükmektedirler fakat aslında modellemelerinin dışında kalan şeylerin (insanların irrasyonel davranışları, değerler, ahlak, inanç, vb.) önemli olmadığını düşünerek kendilerini maskara etmektedirler. Lisans eğitimim sırasında okuduğum temel ekonomi ders kitabının yazarı Gregory Mankiw ise ekonomi danışmanlığındaki iki yıllık görev süresinin ardından şu açıklamaları yapmıştır: Washington’da hiç kimse kendisinin ve akademisyen arkadaşlarının derslerde öğrettiklerini kullanmamaktadır! Bunların yerine Keynes’ten esinlenen bir pratik gözlem ve kural bütünü yani bir tür mühendislik kullanılmaktadır. Son olarak, Nobel iktisat ödüllü Paul Krugman (The Economist, 2009) ise şöyle demektedir: “Son 30 yıldaki çoğunluk makroekonomi en iyi ihtimalle faydasızdır…”
Gelelim neo-klasik ekonominin ikinci temel özelliği olduğunu düşündüğüm şeye; zihniyet ve davranışa dair olumsuz etkilere sahip olmasına. Bu minvalde çok ilginç iki çalışma yapan Frank, Gilovich ve Regan üçlüsü, 1993 yılındaki ilk çalışmalarında şunu sormaktadır: Ekonomi okumak işbirliğini engellemekte midir? Oyun teorisindeki prisoners dilemma (mahkum ikilemi) oyununda işbirliğinden kaçma hususunda ekonomi eğitimi alanların ciddi bir şekilde farklılaşmasının sebebini araştırmak üzere yaptıkları anketten hareketle şu sonuca varmışlardır; ekonomi okuyanlar, diğerlerine nazaran bedavacılığa (free-ride) daha meyillidirler. Bahsi geçen yazarların 1996’daki çalışmalarının sorusu ise şudur: Ekonomi okumuş olanlar daha kötü vatandaşlar mıdır? Nihayetinde bu iki çalışmanın temel sonuçlarını şöyle özetlemektedirler: 1. Ekonomi eğitimi kişileri daha çıkarcı davranmaya teşvik etmektedir. 2. Alınan eğitim, sosyal açmazlarda karşıdakine daha az güven duyulmasına yol açmaktadır. 3. İkincisiyle de bağlantılı olarak, karşıdakine güven duyulmadığı takdirde kendileri öncelikle arıza çıkarmaya daha meyilli olmaktadır. Bu çalışmalara, benzer sonuçlara sahip çalışmalar eklemek de mümkün fakat bahsettiklerimiz, buradaki amacımız için yeterlidir. Burada tabi şu soru gündeme getirilebilir; ekonomi eğitimi mi kişileri dönüştürmektedir yoksa zaten bahsi geçen özelliklere sahip olanlar mı ekonomi eğitimini seçmektedir. Bunu araştırmak da araştırmacılara kalıyor elbette.
Bunlara ilave olarak neoklasik ekonominin zihniyet ve davranışa yönelik etkilerinin bir ayağını da geçen yazıda bahsettiğim, neoliberal kapitalizmin meta-ideolojisi olma işlevi oluşturmaktadır. Buna dair ilkin bir hocanın Amerika’da yaşayan bir tanıdığından hareketle anlattığı bir hikayeyi/tecrübeyi örnek göstereyim. Okulda yemesi ve arkadaşlarıyla paylaşması için çocuğuna fazladan yiyecek koyan öğrencinin velisi okula çağrılır ve kendisine şu telkinde bulunur: “Bir daha bunu yapmayın çünkü biz Amerika’da yaşıyoruz ve Amerika’da yaşam, yiyecek için dahi herkesle mücadele edilen bir yaşam. Eğer bu çocukları paylaşmaya alıştırırsanız yarın topluma çıktıklarında ve kimse onlara yardım etmediğinde hayatta kalamazlar!” Bu örnek, yukarıdaki akademik çalışma örneklerini desteklercesine neo-klasik ekonominin arka plan olduğu neo-liberal kapitalist bir ülkede yardımlaşmaya meylin azaltılıp kişisel çıkara odaklanıldığını göstermektedir aslında.
Neo-klasik ekonominin zihniyet ve davranışa yönelik etkisine bir başka örneği ise bir çalışmadan hareketle vereceğim. Yapılan bir çalışmaya göre[1], 7 ve 10 yaşlarındaki bir grup çocuktan bazı kavramlarla kendilerini açıklamaları istenmiş. 10 yaşındakiler diğerlerinden çok daha belirgin olmak üzere kendilerini ciddi anlamda marka isimleriyle tanımlamışlar. Hamasete kaçmayı sevmiyorum ama şunu demeden edemeyeceğim; bir yanda “hoşça bak zatına ki zübde-i alemsin sen”[2] diyen bir bakış açısı ve öte yanda genç nesilleri “Levis” ve “GAP” gibi markalarla tanımlatan bir bakış açısı gündeme gelmektedir.
Kaynakça
Akan, T. (2019). How deep is the crisis of neo-classical political economy?, Şu adresten erişilebilir: https://papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_id=3408970
Frank, R. H., Glovich, T., ve Regan, D. T. (1996). Do economists make bad citizens?, Journal of Economic Perspectives, 10(1): 187-92.
Frank, R. H., Glovich, T., ve Regan, D. T. (1993). Does studying economics inhibit cooperation?, Journal of Economic Perspectives, 7(2): 159-71.
The Economist (2009), The state of economics: The other-worldly philosophers, 16 Temmuz 2009. Yazıya erişmek için bkz. http://www2.econ.iastate.edu/tesfatsi/CritiqueOfEcon.Economist2009.pdf
[1] Çalışmadan bahsedilen kaynak için bkz. https://www.youtube.com/watch?v=sWnq1Yp8aD4&t=1s
[2] Şeyh Galip’in, dünyada Allah’ın halifesi olarak yaratılan insanoğlunu “alemin özü” olarak tanımladığı şiirinden bir dizedir.
Zeynep Hafsa Orhan’nın bir önceki yazısını okumak için tıklayınız.