Borç verme ibâdetinin devamı, borç alan ve veren olmak üzere iki taraf için de mecbûrî prensiplere riâyete bağlıdır ki bunlar, ruhlardaki fazîlet pınarlarını coşturup nice kurak gönülleri muhabbet, diğergâmlık ve cömertlik deryâlarında buluşturur. Böylece Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını kazanmaya vesîle olacak davranışlar manzûmesine, kısaca meleklerin bile imrendiği yüce bir ahlâka nâil eyler. Bu hakîkati aksettirmesi bakımından Ebû Hureyre -radıyallâhu anh-’ın naklettiği şu hadîs-i şerîf pek ibretlidir:
BİR BORÇLU İLE ALACAKLININ İBRETLİK KISSASI
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Benî İsrâil zamanında bir kişiden bin dinar borç para isteyen bir kimseden bahsetti. Kendisinden borç talep edilen kimse:
“–Bana şâhidlerini getir, onların huzurunda vereyim, şâhid olsunlar!” dedi. İsteyen ise:
“–Şâhid olarak Allâh yeter!” dedi. Borç verecek olan kimse de:
“–Öyleyse buna kefil getir.” dedi. Borç isteyen kişi:
“–Kefil olarak Allâh yeter.” dedi. Borç verecek olan şahıs:
“–Doğru söyledin!” dedi ve belli bir vâde ile parayı ona verdi.
Adam deniz yolculuğuna çıktı ve ihtiyacını gördü. Sonra borcunu vâdesi içinde ödemek maksadıyla geri dönmek üzere bir gemi aradı, ama bulamadı. Bunun üzerine çâresizlik içinde bir odun parçası alıp içini oydu. Bin dinarı sahibine hitâb eden bir mektupla birlikte oyuğa yerleştirdi. Sonra oyuğun ağzını kapayıp düzledi. Sonra da deniz sâhiline gelip:
“Ey Allâh’ım, biliyorsun ki, ben falandan bin dinar borç almıştım. Benden şâhid istediğinde ben: «Şâhid olarak Allâh yeter!» demiştim. O da şâhid olarak sana râzı oldu. Benden kefil isteyince de: «Kefil olarak Allâh yeter!» demiştim. O da kefil olarak Sana râzı olmuştu. Ben ise şimdi, bir gemi bulmak için gayret ettim, ama bulamadım. Onu Sana emânet ediyorum!” dedi ve odun parçasını denize attı. Odun, denizde yüzüp giderek gözden kayboldu.
Bundan sonra adamcağız, oradan ayrılıp, kendini götürecek bir gemi aramaya devam etti.
Bu arada borç veren kimse de, parasını getirecek gemiyi beklemekteydi. Gemi yoktu ama, içinde parası bulunan odun parçasını gördü. Onu evine odun yapmak üzere aldı. (Testere ile) parçalayınca para ve mektupla karşılaştı.
Bir müddet sonra borç alan kimse de (bir gemi buldu ve memleketine) geldi. (Odun parçası içinde gönderdiği parayı alacaklısının almamış olabileceği ihtimâli ile derhal) bin dinarla adama uğradı ve:
“–Paranı getirmek için aralıksız gemi aradım. Ancak beni getirenden daha önce gelen bir gemi bulamadım.” dedi. Alacaklı:
“–Sen bana bir şeyler göndermiş miydin?” diye sordu. Öbürü:
“–Ben sana, daha önce bir gemi bulamadığımı söyledim.” dedi. Alacaklı:
“–Allâh Teâla Hazretleri, odun parçası içerisinde gönderdiğin parayı senin yerine (bana) ödedi (yâni ihlâsın mukabili Cenâb-ı Hak sana kefil olarak bana ulaştırdı. Dolayısıyla şimdi getirdiğin bin dinar da sana kaldı. Bu vesîleyle huzur içinde) bin dinarına kavuşmuş olarak dön.” dedi. (Buhârî, Kefâlet, 1; Büyû, 10)
Bu hadîs-i şerîfte, Allâh adına verilen söz ve onu yerine getirme gayretindeki müthiş samîmiyetin Cenâb-ı Hak tarafından nasıl makbul ve mahfûz olduğu hakîkati sergilenmektedir. Bu da gösteriyor ki, alacak-verecek meselesinde iki taraflı anlayış, ihlâs ve denge içerisinde olmak lâzımdır.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Son Nefes, Erkam Yayınları, 2013
http://www.islamveihsan.com/toplumsal-iliskilerde-borc-ve-borclanma-nasil-olmali.html