Anasayfa Haber İktisad Risalesi Şerhi – Prof. Sabahaddin Zaim

İktisad Risalesi Şerhi – Prof. Sabahaddin Zaim

by

Bediüzzaman Hazretleri hayatı boyunca imanı kurtarıcı ve İslâmı yayıcı çalışmalar yapmış, bütün baskılara göğüs gererek mümin bir insanın vasıf ve davranışlarını belirtmeye, toplumun islami esaslara göre şekillenmesi için gerekli temel unsurları geliştirmeye çalışmıştır. Bunun için etrafında toplanan muhlis bir insan halkasını eğiterek bir fide gibi topluma yaymıştır. Dikilen bu fidanlar, bilâhare büyüyüp çoğalarak bütün yurt ve cihan sathına yayılmıştır. Eserleri, çeşitli dillerde konuşan insanların istifadesine sunulmuştur. Bediüzzaman Hazretlerinin bütün çalışmalarında ileri sürdüğü fikirler Kur’an ve Sünnete dayanır. Bir diğer ifade ile Kur’an ve Sünneti asrın idrak edeceği biçimde takdim ve tefsir etmeye gayret etmiştir.

Bugünkü tebliğin mevzuu Bediüzzaman Hazretlerinin İktisad Risalesinin izahıdır. Bu risalenin tahlil ve izahına geçmeden önce şu hususun belirtilmesinde fayda vardır. Bediüzzaman Hazretleri bütün izahatını Kur’an ve Sünnet’e dayandırdığı için iktisadî mevzuları da aynı kaynaklara istinad ederek incelemiş ve fikirlerini bu esaslara dayandırmıştır. İktisadi mevzuların Kur’an ve Sünnet’e dayalı olarak izah, tahlil ve ifade edilmesi günümüzde İslâm İktisadı adı altında yapılmaktadır. Şu halde Bediüzzaman Hazretlerinin iktisadî mevzularda beyan ettiği fikirler, islam iktisadının tetkik ve tahlili çerçevesi içinde bulunmaktadır. Mevzuu, bu manada ele alırsak, İktisad risalesi islam iktisadının bir bölümünü ele alıp incelemektedir. O da islâmda tüketici davranışları modelidir. Bediüzzaman Hazretleri diğer eserlerinde islâm iktisadı ile ilgili muhtelif mevzulara da temas etmiş ve ayet ve hadislere dayalı tefsir ve izahatta bulunmuştur. İktisad risalesinin esası ve özü tüketici davranışlarında israfın haram oluşunun hikmetini ve müsbet ve menfi tesirlerini izah etmekte toplanmaktadır. Bu mevzu esasında bugünkü dünyamızda insanlığın temel meselelerinden birini teşkil etmektedir.

Tüketici davranışında israf, hem mikro iktisad açısından, ferdin tüketim ve tasarruf dengelerini bozar, hem de makro iktisad açısından kaynakların dağılımını ve ekonomideki tasarruf ve tüketim oranlarını etkiler. Milletlerarası sahada da gelir dengelerinin bozulmasına yol açar.

Bugünkü dünyada bir israf ekonomisi hüküm sürmektedir. İnsanlar devamlı tüketime teşvik edilmekte ve ihtiyacının üstünde tüketime yöneltilmektedir. Lüks tüketim artmakta, reklam yoluyla sun’i ihtiyaçlar ortaya çıkartılmaktadır. Kullanılan eşyaların tamir edilebilir ve dayanıklı olması yerine, hemen kullanılıp atılması yolu yaygınlaştırılmaktadır. Plastik malzemelerin kullanımı ile “kullan at” formülü neticesinde hem çevre ve tabiat kirlenmekte, hem de kaynaklar tüketilmektedir. Bugünkü çevre meselesinin temelinde tüketimdeki israf yatmaktadır.

Faiz gelirinin çoğalması, zekatın azalması ile bozulan gelir dengeleri neticesinde aşırı zengin rantiye sınıfların lüks ve israf temayülü artmakta, üretim kaynakları onların talebini karşılayacak yöne sevk edilmekte, üretim arzı bu yönde gelişmektedir. Buna mukabil, geliri düşük büyük insan kütlelerinin zaruri ihtiyacını karşılayacak zaruri ihtiyaç mallarının üretimine yeterli kaynak ayrılmamakta, bu mallarda arz ve talep dengesi bozulmakta, üretim yeterli olmadığından fazla talep karşısında fiyatlar artmaktadır. Çünkü zaruri ihtiyaç mallarında talep elastikiyeti düşüktür. Buna rağmen halk zaruri ihtiyaçlarını karşılayamamaktadır. Halbuki devamlı reklam, kredi, banka kartı vs. imkanların geliştirilmesiyle tüketim devamlı teşvik edildiğinden, reklamlarla insanlar daima, daha çok, daha gelişmiş ve daha yeni malları tüketime teşvik edildiğinden büyük halk kütlesinin aile bütçesinde gelir gider dengeleri bozulmaktadır. Bunun sonucunda fertler ve devletler borca girmekte, binnetice iktisadî hürriyetlerini de kısmen kaybetmektedir. Tüketim meylinin nefsani baskısına boyun eğenler, izzetinden, gereğinde namusundan ve hatta dini ve manevi duygularından fedakarlık yapmak zorunda kalmaktadır. Rüşvet, iltimas, irtikap, zina bu yüzden çoğalmakta, aile yapısı bozulmaktadır. Bütün dünyaya musallat olan enflasyon ve dış ticaret açıklarının temelinde bu davranış bozukluklarının tesirini aramak lazımdır.

Bu dengesizlikler ideolojilere tesir ederek, sosyalist, marksist fikirlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Dünya kapitalist ve sosyalist şeklinde iki gruba ayrılmış, kıyasıya mücadele edilmiştir. Fakat tüketici davranışlarındaki temel hattı hareket kaidesi, iktisadî adam (Homo economicus) değişmediğinden her iki sistemde de israf önlenememiştir. Sosyalist sistemde zoraki tedbirlerle lüksü ve israfı dengelemeğe çalışmışlardır. Bu sefer de üretimde başarısız olduklarından toplumun bütünündeki makro dengeler cebri planlamaya rağmen sağlanamamıştır. Hülasa bu bozuklukların temelinde israf alışkanlığı, şükür ve kanaat yoksunluğu yatmaktadır.

İşte islâmın getirdiği prensipler tüketici davranışını Kur’an ve Sünnet’e dayalı kaidelerle düzenlemeğe çalışan bir müslüman insan modelini geliştirmektedir. Bediüzzaman Hazretleri iktisad risalesinde bunları veciz ifadelerle dile getirmiştir.

Bediüzzaman Hazretleri iktisat risalesinde meseleyi şöyle vazetmektedir:

İnsan, Halık’ının verdiği nimetlerden istifade ederken ve onları kullanıp istihlak ederken şükretmekle muvazzaftır. Şükreden insan Allah’ın kendisine verdiği nimeti, onun kadrini bilerek ve diğer hem cinslerini de düşünerek, ihtiyacı ölçüsünde ve ihtiyacı nispetinde kullanmalıdır. Üretim faaliyetleri İmam Gazali’nin tasnifiyle üç gruba ayrılır:

  1. Zaruri İhtiyaç Maddelerinin Üretimi: Bunlar insanın beş temel özelliğini muhafazasına yarayan bütün mal ve hizmetlerin üretimini kapsar. İnsanın beş temel özelliği; iman, hayat, akıl, üretme ve servet sahibi olmaktır.
  2. Hayatı Kolaylaştırıcı ve Rahatlatıcı Üretim Faaliyetleri: Bunların üretimi yukarıda belirtilen beş temel özelliğin muhafazası ve devamı için şart olmamakla beraber hayattaki meşakkat ve güçlükleri giderici ve konforu arttırıcı üretim faaliyetleridir.
  3. Zerafeti Arttırıcı Üretim Faaliyetleri: Bunlar rahatlık sağlamanın da ötesinde estetik, güzellik, zerafet ve sanat duygularını tatmine yarayan mal ve hizmetlerin üretimiyle ilgilidir.

İhtiyaçları bir başka tasnife göre:

  1. Gıda
  2. Giyim
  3. Harcama
  4. Sağlık
  5. Eğitim
  6. (Sosyal İktisadi ve İdari) Güvenlik
  7. Ulaşım ihtiyacı

olmak üzere yedi grupta toplayabiliriz.

Bunlardan ilk üçünü fertler, kendi say ve gayretiyle sağlamaya çalışır. Son dördünü de toplum düzeninden mesul olan organlar temin etmekle mükelleftir. Bu mesul organlar, hükümet ve mahalli idareler ve diğer çeşitli kamu kurumları olabileceği gibi varlıklarını Allah yolunda toplumun hizmetine sunmuş vâkıfların kurduğu vakıflar da olabilir. Bunlara özel ve kamu sektörü yanında üçüncü sektör adı da verilmektedir. Bu görevler, zekât ve sadakalar yoluyla ferden veya vergi ve zekat yoluyla kamu organlarınca karşılanabilir.

Şu halde bir toplumda mümin ve muvahhit varlıklı fertler, ihtiyaçlarını karşılarken, kendi ihtiyaçlarını makul ölçülerde karşılamak, artan imkanlarını, bu imkanlara sahip olamayan hemcinslerinin istifadesine sunmakla mükelleftir. Zira, peygamberimiz, Allah’ın affetmeyeceği insan tiplerinden birisi, diğer insanlara karşı yükümlü bulunduğu mesuliyetlerden bihaber olandır” diye buyurmaktadır. Bu hususta birçok ayeti kerime ve hadisi şerife mevcuttur.

Bunlardan birkaçını burada hemen zikredelim.

Ayeti Kerimeler:

  1. “Allah’ın rızasını kazanmak ve gönüllerindeki imanı kuvvetlendirmek için mallarını hayra sarfedenlerin durumu bir tepede kurulmuş güzel bir bahçeye benzer ki, üzerine bol yağmur yağınca iki kat üzüm verir. Bol yağmur yağmasa bile en azından bir çisinti düşer (ve yine bolca üzüm verir.” (2/265)
  2. “Hayır olarak harcadıklarınızın hepsi kendiniz içindir. Yapacağınız harcamayı, ancak Allah’ın rızasını kazanmak için harcayın. Hayır kasdıyla verdiğiniz ne varsa, size tam olarak noksansız verilir ve siz asla haksızlığa uğramazsınız.” (2/272)
  3. “Yapacağınız hayırlar kendilerini Allah yoluna adamış, Allah’tan başka hiçbir düşüncesi olmayan, o sebeple yeryüzünde dolaşıp kazanmaya imkan (İstiğna) bulamayan, durumunu bilmeyen kimselere karşı gösterdikleri tokluktan dolayı zengin sayılan fakirlere verilmelidir. Çünkü onlar ortalıkta görünmezler, yüzsuyu dökerek birşey isteyemezler. Yaptığınız ve yapacağınız hayırlarınızı Allah eksiksiz bilir ve karşılığını verir.” (2/273)
  4. “Mallarını gece ve gündüz, açık ve gizli hayra sarfedenlerin mükafatlarını Rableri verecektir. Onlar için ne korku, ne de üzüntü vardır.” (2/274)
  5. “Allah faiz gelirini eksiltir, hayırsevenlerinkini artırır.” (2/276)
  6. “Ey inanç sahipleri size verdiğimiz zenginliklerden bir kısmını yoksullara harcayın. Alışverişin, dostluğun ve şefaatin olmadığı (kıyamet) günü gelmeden hayır işleyin.” (2/254)
  7. “Mallarını hayır yolunda harcayanların durumu, her başağında yüz dane olmak üzere yedi başak veren bir danenin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah’ın lütfü boldur. Herşeyi bilendir.” (2/261)

Hadisi Şerifler:

  1. Bir kimse kardeşine yardım etmeye uğraşırsa Allah da ona yardım eder.
  2. Doğrulukta ve iyilikte yardımlaşın, fakat kötülük ve günahta yardımlaşmaktan kaçının.
  3. Bir ülkede bir kimse açlıktan ölürse, bütün ülke halkı ondan sorumlu olur.
  4. İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.

Bir toplumda kaynakları üretime yönlendirirken insanların zaruri ihtiyaçları tamamen karşılanmadıkça ikinci ve üçüncü kademedeki ihtiyaçların tatmininden tevakki edilmelidir. Bugün dünyamızda zaruri ihtiyaçlarını karşılayamadığı için her gün yüz binlerce insan ölmektedir. Çünkü komşuları aç iken, tok insanlar onlara bigâne kalmaktadır. Halbuki Peygamberimiz, “Bir kimse komşusu sefalet içinde aç iken ve kendi elinde imkanları var iken buna bigâne kalırsa, bizden değildir.” diye buyurmaktadır. Bu hususun izahında Bediüzzaman Hazretleri şöyle seslenmektedir:

“Fakru zaruret zamanında aç ve muhtaç olanların elemlerinden ehli vicdana rikkati cinsiye vasıtasıyla gelen teellüm, o gayrı meşru bir surette kazandığı para ile aldığı lezzeti, vicdanı varsa acılaştırır. Böyle acib bir zamanda, şüpheli mallarda zaruret derecesinde iktifa etmek lazımdır. Yüz aç adamın huzurunda kemali lezzet ile fazla yenilmez.”

Bu sebeple eskiden mümin ve muvahhit insanlar etrafındakileri imrendirmemek için sokakta aleni olarak bir şey yemez, hatta taşıdığı gıda maddelerini açıkta götürmeyip üstünü örterdi. Bu düşüncelerle, ihtiyaçlarını tatmin edecek imkanlara sahip olan bahtiyar kullar, bunun kadrini bilmeli, Halıkına daima şükretmelidir. Gündelik hayatımızda bu ihtiyaçlarımızı karşılarken, Malikimize karşı yapacağımız şükrün edası, Bediüzzaman Hazretlerinin tabiriyle “Nimete karşı ticaretli bir ihtiramda bulunmaktır.” Bunun adına iktisat denir. İktisada riayet etmeyen insan israfta bulunmuş olur. İsraf şükrün zıddı olup, nimete karşı hasaretli bir istihfaftır.

Şu halde para verip, satın alarak soframıza getirdiğimiz ekmeği yerken, bu nimetin, toprağa tohumun ekilmesi safhasından başlayarak, biçilip buğday haline gelmesi, öğütülüp un yapılması, fırında pişirilip ekmek olduktan sonra evlere nakline kadar, birçok insanın işbirliği ve işbölümü ile gerçekleştiğini düşünmeli, bu şuur içinde onu yiyerek Allah’ın lütfettiği bu nimete karşı Bediüzzaman Hazretlerinin tabiriyle “ticaretli bir ihtiramda” bulunmalıyız. Yani onu hasara uğratıp horlayarak, yarısını tabağımızda bırakarak, çöpe dökerek “hasaretli bir istihfafa” maruz bırakmamalıyız. Halbuki günümüzde, arzettiğim gibi yüzbinlerce insan açlıktan ölürken, bırakınız çok zengin ülkeleri, bizim gibi orta zenginlikteki toplumlarda bile hergün binlerce ekmeğin yenmeyip, tabaklarda bırakılan yemeklerin çöplere atıldığını görüp, duyup okumaktayız. İşte bunun adı israftır ve “nimete karşı hasaretli bir istihfaftır.” Halbuki yapmamız gereken şey bu nimetleri istihlak ederken, onlara karşı ticaretli bir ihtiramda bulunmaktır.

Bunu bilen mümin ve muvahhit ecdadımız yere düşen ekmeği öpüp başına koyar, sofradaki ekmek kırıntılarından bir tekinin yere düşmemesine dikkat ederdi.

İşte Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle bu davranışın adına iktisad denir. Görüldüğü gibi bugünkü popüler hale gelmiş iktisad ilminin manası bu temele dayanmaktadır. Bu sebeple, iktisat ilminin, iktisad kitaplarında, sınırlı kaynakların, insanların sınırsız ihtiyaçlarını en iyi şekilde karşılamasının yollarını arayan bir ilim olarak taraf edildiğini hatırlarsak, Bediüzzaman Hazretlerinin iktisadı tarifindeki isabet ve derinlik daha iyi anlaşılmış olur.

İktisad risalesinde yer alan:

Allahın lütfettiği nimetlere karşı ticaretli bir ihtiram ifade eden iktisad’ı unsurlarına ayırırsak altı önemli vasfı ihtiva ettiğini görürüz.

I. “İktisad bir şükrü manevidir.”

İnsan cesetten ibaret olmadığına göre Halikına karşı, gündelik zaruri ihtiyaçlarının karşılanmasında, ki bunların başında gıda ihtiyacı gelir, lütfedilen nimetlere karşı ruhunun derinliklerinden gelen bir şükrü ifa etmenin manevi hazzı ile israftan kaçınıp iktisada riayet etmelidir.

II. “İktisad, nimetteki Rahmeti İlahiyeye karşı hürmet ifade eder.”

İnsan, kâinatın kendisi için yaratılıp kâinattaki bütün varlıkların, Hâlik tarafından insanın emrine tahsis edildiği şuuru ve idraki içinde kendisine sunulan nimeti Rahmeti İlahiye olarak değerlendirmelidir. Çünkü kulu’nun rızkını Cenab-ı Hak tekeffül etmiştir ve kiminin rızkını bol, kimininkini dar eylemiştir. Bunun şuurunda olan bir insan, nail olduğu nimeti bir Rahmeti İlahiye olarak değerlendirmelidir.

III. “İktisad bir sebebi berekettir. İktisada riayet eden insanın elindeki nimeti Allah, Rahmeti İlahiyeye karşı gösterdiği hizmet ve ihsan ettiği nimetine karşı eda ettiği şükürden dolayı bereketlendirir; İktisada riayet etmeyip israf edenden de bereketi kaldırır”

Bediüzzaman Hazretlerinin bu mevzudaki bir hatırasında şöyle diyor: “Yıllarca evvel bir şehre geldim. Kış münasebetiyle o şehrin menabii servetini göremedim. Allah rahmet etsin o zamanın müftüsü birkaç defa bana dedi, “Ahalimiz fakirdir.” Bu söz benim rikkatime dokundu. Beş altı sene sonraya kadar, daima o şehir ahalisine acıyordum. Sekiz sene sonra yazın yine o şehre geldim. Bağlarına baktım. Şehrin müftüsünün sözü hatırıma geldi. “Fesubhanallah” dedim. Bu bağların mahsulatı, şehrin hacetinin pek fevkindedir. Bu şehir ahalisi pek çok zengin olmak lazım gelir. Hayret ettim. Beni aldatmayan ve hakikatlerin derkinde bir rehberim olan bir hatırai hakikatle anladım. İktisadsızlık ve israf yüzünden bereket kalkmış ki, o kadar menabii servetle beraber, o merhum müftü “Ahalimiz fakirdir” diyordu. Evet zekat vermek ve iktisat etmek malda tecrübe sebebi bereket olduğu gibi, israf etmek ile zekat vermemek, sebebi refi bereket olduğuna hadsiz vukuat vardır. Bugünkü İslâm dünyasının durumu da genellikle böyledir. Zenginlik içinde fakirlik çekilmektedir. İslâm dünyası bugün önemli kaynaklara sahip olduğu halde fakirlerinde şükür ve kanaat yoksunluğu, zenginlerinde israf ve hisset sebebiyle iş bölümü içinde işbirliğini sağlayamamakta, namerde muhtaç hale düşerek borçlanmaktadır. Bugün en zengin ve fakir ülkeler İslâm dünyasında olup zengini ve fakiri de borca batmış bulunmaktadır. Çünkü kardeş olması gereken müslümanlar karşılıklı adavet duyguları içinde birbirine karşı silahlanmakta, silahları kendileri üretmedikleri için borçla satın almakta ve satanların elinde izzetlerini kaybederek istiskale uğrayacak derekeye düşmektedir.

IV. Gıda ihtiyacının karşılanmasında iktisada riayet etmek, manevi ve ticari faydaları yanında tıbbi ve tedavi bakımından da sağlığa kavuşturucu bir tesir yapar. Çünkü makul ve lüzumlu ölçüde gıda alınması vücudu taşımağa yardımcı olur. Fazlasının alınması halinde ise vücut onu taşır. Fazla gıda, bedene hamallık yaptırır, onu yorar. İktisada riayet, “bedene perhiz gibi bir medarı sıhhattir.”

Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle; “İslâm ulemasının Eflatun’u ve hekimlerin şeyhi ve filozofların üstadı, dahii meşhur Ebu Ali İbni Sina, yalnız tıp noktasında, “Külü veşrebu ve la tüsrifîi” ayetini şöyle tefsir etmiş. Demiş:”Ceme’tüt tıbbi fi beyteyni ceman ve hüsn’ül kavli fi Kısaril kelam. Fe kallil in ekelte ve bea’de eklin tecenneb Veşşifaü fi’l inhidam. Ve leyse ale’n nüfüsi eşeddün halen min idhal’i taami alet taami”. Yani ilm-i tıbbı iki satırda topluyorum. Sözün güzelliği kısalığındadır. Yediğin vakit az ye. Yedikten sonra dört beş saat yeme. Şifa hazımdadır. Yani kolayca hazmedeceğin miktarı ye. Nefse ve mideye en ağır ve yorucu hal, taam taam üstüne yemektir. “Yani vücuda en muzır hal dört beş saat fasıla vermeden yemek yemek veyahut telezzüz için mütenevvi yemekleri birbiri üstüne mideye doldurmaktır.”

Bazılarımızın veya bir çoğumuzun bugün uyguladığı gıda sistemini dikkate alırsak, vücudu taşımaktan ziyade vücudun taşımak zorunda kalacağı miktarda gıda aldığımızı ve vücudun onları hazmedemeden biriktirmek zorunda kaldığını görürüz. Bu gıdaların fazlalığı yani gıdalanmada israfa gidilmesi ile şeker, kolesterol, total lipid gibi fazla besinle oluşan yağ ve benzeri birikintilerin çeşitli hastalıklara sebebiyet verdiğini hatırlarsak, tegaddi tarzında iktisada riayetin ve israftan kaçınmanın dördüncü fazileti anlaşılmış olur.

V. “İktisada riayet, insanı manevi dilencilik zilletinden kurtaracak bir sebebi izzettir.” “İktisad eden maişetçe aile belasını çekmez,” Hadisi şerifi sırrıyla iktisad eden maişetçe aile zahmet ve meşakkatini çekmez. Evet iktisad kat’i bir sebebi bereket ve medari hüsnü maişet olduğuna o kadar kati deliller var ki had ve hesaba gelmez.”

Bedüzzaman Hazretleri diyor ki: “Ezcümle ben kendi şahsımda gördüğüm ve bana hizmet ve arkadaşlık eden zatların şahadetiyle diyorum ki: İktisad vasıtasıyla bazen bire on bereket gördüm. Ve arkadaşlarım gördüler.” Burdur’da nefyedilmişken “Bazı zengin arkadaşlarım parasızlıktan zillet ve sefalete düşmemekliğim için zekatlarını bana kabul ettirmeye çok çalıştılar. O zengin reislere dedim: “Gerçi param pek azdır. Fakat iktisadım var, kanaate alışmışım. Ben sizden daha zenginim.” Mükerrer ve musırrane tekliflerini reddettim. Ca’yı dikkattir ki iki sene sonra bana zekatlarını teklif edenlerin bir kısmı, iktisadsızlık yüzünden borçlandılar. Lillahülhamd onlardan yedi sene sonra o az para iktisad bereketiyle bana kafi geldi. Hayatımın bir düsturu olan “nas’tan istiğna” mesleğimi bozmadı.

“Evet İktisad etmeyen, zillete ve manen dilenciliğe ve sefalete düşmeye nemzettir. Bu zamanda, israfata medar olacak para çok pahalıdır. Mukabilinde bazan haysiyet, namus, rüşvet alınıyor. Bazan mukaddesatı diniye mukabili alınıyor, sonra menhus bir para veriliyor. Demek, manevi yüz lira zarar ile maddi yüz paralık bir mal alınır.” Dikkat edilirse bugün fakir olan veya kendini fakir hisseden milletler, büyük dış borç yükleri altına girdiğinden milli hükümranlık hakları ile milli izzetlerinden çok şey kaybetmekte ve devamlı borç almak mecburiyetinde kalarak manevi dilencilik zilletine duçar olmaktadır. Bunun sebebi o millet efradının ve tahsisen toplumu yönetici kadrolarda bulunanların kanaat yoksunluğu ve iktisada riayet etmeyip israfa kapılmalarıdır. Halbuki Peygamberimiz Allah’a dua edip münacaatta bulunurken “Allahım, günah işlemekten ve borç altına girmekten sana sığınırım.” demişlerdir. Burda görülen, günah işlemekle borca girmenin (tabiatıyla zaruret olmaksızın) eş değer tutulmasıdır. Bu sebeple mümin ve muvahhit insanların tüketim için Kuran ve Sünnete uygun davranışlarında şu esaslara riayet etmeleri gerekir:

  1. Tüketim harcamalarında, gelirini gayrimeşru sahalara harcamayacak, harcama sahaları islami meşruiyet çerçevesiyle sınırlanacaktır. Ayeti Kerime’de Allah şöyle emretmektedir:”Ey inananlar size verdiğimiz rızıkların iyilerinden helal ve temiz olanlarından yiyin, Allah’a şükredin…” (2/172, 2/168, 5/87-88, 6/142, 16/144)
  2. Tüketim harcamalarında lüks ve gösteriş istihlakinden kaçınacaktır. Ayeti Kerime’de şöyle buyurulmaktadır: “Mallarını insanlara gösteriş için sarf edip, Allah’a ve Ahiret gününe inanmayanları Allah da sevmez. Şeytanın arkadaş olduğu bu kimse için bu arkadaş ne fenadır”. (4/38, 2/264, 270) Müslüman insan, bulunduğu cemiyetteki hayat seviyesine göre yaşayacak, fakiri imrendirecek, onun hasedini tahrik edecek şekilde gösteriş için tüketim yapmayacaktır.
  1. İstihlakin meşru olduğu sahalarda istihlak miktarını zaruri ihtiyacına göre sınırlayacak, nimeti tek tanesine kadar korumağa gayret ederek israf etmeyecektir. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.
  2. Tüketimde israfa kaçmayacağı gibi, zaruret olmadıkça da borç altına girmeyecektir.
  3. İktisada riayet nimetteki lezzeti hissettiren bir sebeptir. Bediüzzaman Hazretleri bir teşbihte bulunarak ağızdaki lezzet alma duygusunu, kuvvei zaika’yı bir kapıcıya, mideyi efendiye benzetmektedir. O saraya gelen ve sarayın efendisine verilen hediyenin yüz derece kıymeti varsa, kapıcıya bahşiş nevinden ancak beş derecesi muvafık olur demektedir.

Bediüzzaman Hazretleri burada, İktisad Risalesinde meşhur azalan fayda kanununa işaret buyurmaktadır. Tüketimde iktisada riayet edersek, marjinal tüketim biriminin faydası yüksek olur. İsrafa giderek tüketimi çoğaltırsak azalan fayda kanunu gereğince marjinal birimin faydası azalır, israf çoğaldıkça sıfıra doğru iner, hatta negatif olur.

Bediüzzaman Hazretleri şöyle devam eder: “Eğer insan iktisat edip hacatı zaruriyeye iktisar ve ihtisas ve hasretse ” İnnallahe huvel rezzaku zül kuvvetil metin” sırrıyla, “Vema min dabbetin fil ardi illa alallahu rızkuha” sarahatıyla, ummadığı tarzda yaşayacak kadar rızkı bulunacaktır.

Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle, “Cenab-ı Hak kemali kereminden, en fakir adama en zengin adammış gibi ve gedaya (yani fakire) padişah gibi lezzeti nimetini ihsas ettiriyor. Evet, bir fakirin kuru bir parça siyah ekmekten açlık ve iktisad vasıtasıyla aldığı lezzet, bir padişahın ve bir zenginin israftan gelen usanç ve iştahsızlıkla yediği en ala baklavadan aldığı lezzetten daha ziyade lezzetlidir.” Bu sebeple islami kaidelere uygun yaşamayan insanlarda gelir ve rızık makusen mütenasiptir. Gelir arttıkça rızık azalır. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’inde, yarattığı bütün mahlukatın rızkını tahaahhüt etmektedir. Bediüzzaman Hazretleri burada mukadder bir suali cevaplayarak ayeti kerimeyi tefsir etmektedir. Yani Allah insanların rızkını taahhüt ediyorsa niçin yüzbinlerce insan açlıktan ölmektedir?

Bediüzzaman Hazretleri bunu şöyle cevaplıyor: Rızık ikiye ayrılır:

  1. Birincisi hakiki rızıktır. Onunla insan yaşayacaktır. Bu rızık, ayet hükmüyle Taahhüdü Rabbani altındadır. Beşerin suiihtiyarı karışmazsa, o zaruri rızkını herhalde bulabilir. Ne dinini, ne namusunu, ne izzetini feda etmeye mecbur olmaz.
  2. Rızkı mecazidir. Sui istimalat ile hacatı gayrı zaruriye, hacatı zaruriye hükmüne geçip, görenek belasıyla tiryaki olup terk edemiyor. İşte bu rızık taahhüdü rabbani altında olmadığı için, bu rızkı tahsil etmek hususen bu zamanda çok pahalıdır. Başta izzetini feda edip zilleti kabul etmek, bazan alçak insanların ayaklarını öpmek kadar manen bir dilencilik vaziyetine düşmek, bazen hayati ebediyyenin nuru olan mukaddesatı diniyyesini feda etmek suretiyle, o bereketsiz menhur malı alır.

Bugün dünyamızda fakir insanların maruz kaldığı musibetler, zaruri ihtiyaçlarını rızkı mecazi durumuna düşürmelerinden veya rızkı mecaziyi, zaruri ihtiyaç sanmalarındandır. Bugün Türkiye dahil birçok geri kalmış ülkede, dışarıdan ithal edilen ve borçlanmaya sebep olan mallar, rızkı hakiki kategorisine giren mallardan ziyade, rızkı mecazi gurubuna girenlerdir. Reklam, görenek, kanaatsizlik sebebiyle esasında hayatı kolaylaştırıcı ve güzelleştirici olan bu malları ithal etmeye kalkıyoruz. Halbuki gerçek üretim gücümüz, yani gelirimiz, bunları almaya yeterli değil. Kanaatsizlik ettiğimiz için borçlanarak o malları alıyoruz. Borçlandıkça faiz batağına batıp daha çok fakirleşiyoruz. Birçok geri kalmış fakir ülkede, yöneticiler, rızkı kazip noktasına, müstemlekeciler tarafından, kısmen de zorla sevkedilmişlerdir. Mesela bazı Afrika ülkelerinde ülke toprakları buğday, mısır gibi zaruri gıdasını üretmeye tahsis edileceğine kakao, vs. üretimine yöneltilmiş ve halk rızkı hakikisini temin için müstemlekeciye muhtaç hale düşürülmüştür. İktisat bahsinde önemli bir fark üzerinde durmak gerekir. O da iktisad ve tasarruf ile cimriliğin farkıdır.

VI. İktisat ile Hıssetin farkı: Allah israfı ve cimriliği sevmez.

Üstadın ifadesiyle “Cayı hayrettir ki müsrif ve mübezzir insanlar, iktisat edenleri “hısset” cimrilik ve tamahkarlıkla itham ediyorlar. Haşa! iktisat izzet ve cömertliktir. Hısset ve zillet, ehli israf ve tebzirin zahiri merdane keyfiyetlerinin içyüzüdür.” İsraftan kaçınmak tasarrufa yol açar. Tasarruf, ihtiyaç anında zarurete düşmemizi önler. Ak akçe kara gün içindir.

Allah ayeti kerimesinde şöyle emreder. “Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve sizin cimri olmanızı emreder. Allah ise bolluk vericidir. Allah’ın ihsanı boldur.” (2/268)

Sahabeden Abdullah İbni Ömer‘in misali “çarşıdaki vaziyet iktisattan ve kemali akıldan ve alışverişin esası ve ruhu olan emniyetten, sadakatin muhafazasından gelmiş bir halettir, hısset değildir. Haremdeki vaziyet, kalbin şefkatinden ve ruhun kemalinden gelmiş bir halettir. Ne o hıssettir, ne de bu israftır.” İmamı Azam bu sırra işaret olarak, “la israfe fil hayri kema la hayrı fil israfı” demiştir. Yani “hayırda ve ihsanda fakat müstahak olanlara israf olmadığı gibi, israfta da hiçbir hayır yoktur.”

VII. İsraf hırsı intaç eder. Hırs da üç netice verir.

  1. Kanaatsizlik,
  2. Haybet ve hasaret ve başarısızlık,
  3. İhlası kırması, ameli uhreviyeyi zedelemesidir.
  1. Kanaatsizlik sa’ye, çalışmaya şevki kırar. Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle “Şükür yerine şekva ettirir, tembelliğe atar. Ve meşru, helal, az malı terk edip, gayrımeşru, külfetsiz bir malı arar. Ve o yolda izzetini, belki haysiyetini feda eder. İktisadsızlık yüzünden müstehlikler çoğalır, müstahsiller azalır. Herkes gözünü hükümet kapısına diker. O vakit hayati içtimaiyenin medarı olan “sanat, ticaret, ziraat tenakus eder. O millet ise tedenni edip sukut eder. Fakir düşer.” Bu yüzden İslâmda baht oyunları, kumar vs. zahmetsiz kolay kazanç yolları, köşeyi dönmecilik gibi davranışlar yasaklanmıştır. (5/90-91)

Kanaatsizliğin artışı, şükür yerine şekvanın çoğalmasını, say’dan kaçış sosyalizmi doğurmuştur. Meşru, helal, az malı terkedip gayrı meşru külfetsiz bir mal arama duygusu da kapitalizmi doğurmuştur.

  1. Hırsın ikinci neticesi haybet ve hasarettir. “Rızk-ı helal, arz ve iftikara göre gelir, iktidar ve ihtiyaç ile değil. Belki o rızk-ı helal iktidar ve ihtiyar ile makusen mütenasiptir. Çünkü çocukların iktidar ve ihtiyarı geldikçe rızkı azalır, uzaklaşır, sakilleşir. Kanaat bir definei hüsnü maişet ve rahatı hayattır. Hırs ise mader’i hasaret ve sefalettir. Hırs ve kanaatin tesirati, zihayat aleminde gayet geniş bir dustur ile cereyan etmektedir.
  2. Hırs ihlası kırar, ameli-uhreviyeyi zedeler. Çünkü bir ehli takvanın hırsı varsa, teveccühü nası ister. Teveccühü nası murat eden ihlası tammı bulamaz. Bu netice çok önemli, dikkati çekicidir. Sonuç olarak Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle israf kanaatsizliğe yol açar. Kanaatsizlik ise çalışmanın şevkini kırar; Tembelliğe atar, hayatından şekva kapısını açar; Mütemadiyen şekva ettirir; Hem ihlası kırar, riya kapısını açar, hem izzetini kırar, dilencilik yolunu gösterir.

İktisad ise kanaati intac eder: Kanaat izzeti intac eder. Hadis “Azze men kanaa, zelle men tamaa.” hem saye ve çalışmaya teşci eder, şevkini ziyadeleştirir, çalıştırır, iktisaddan gelen kanaat, şükür kapısını açar, şekva kapısını kapatır, hayatında daima şakir olur; hem kanaat vasıtasıyla insanlardan istiğna etmek cihetinde, teveccühlerini aramaz. İhlâs kapısı açılır, riya kapısı kapanır.

YAZAR: PROF DR. SABAHADDİN ZAİM

http://islamekonomisi.org/iktisad-risalesi-serhi/

Benzer Yazılar

Görüşlerinizi Paylaşabilirsiniz

    Mail Bültenimize Abone Olun