Nakit para elde etmek amacıyla bir malı vadeli satın alıp daha düşük peşin bir bedel karşılığında satıcıdan başkasına satma işlemi (Teverruk)
Sözlükte “basılı dirhemler” (gümüş para) anlamındaki verık kelimesinden türeyen teverruk önceleri sadece gümüş para talebini ifade ederken daha sonra altın ve kâğıt para talebini de içerir hale gelmiştir (Abdullah b. Süleyman el-Menî‘, sy. 72 [1425/2004], s. 353). Fıkıh terimi olarak nakit para elde etmek için bir malı vade ile alıp bunu satıcıdan bir başkasına alış fiyatından daha düşük peşin bir fiyata satmayı ifade eder (el-Meʿâyîrü’ş-şerʿiyye, s. 412; Mecelletü Mecmaʿi’l-fıḳhi’l-İslâmiyyi’d-düvelî, XIX/3 [2013], s. 873; Ḳarârât ve tavṣiyyâtü, s. 580). Teverrukta müşterinin amacı maldan faydalanmak değil onu satarak nakit para elde etmektir. Akdî ilişki açısından üç taraflı bir işlem olan teverrukta taraflar teverruku talep eden kişi ile (ilk müşteri ve ikinci satıcı, müteverrık/müstevrık), ilk satıcı ve ikinci müşteridir.
Teverruk son yıllarda faizsiz bankacılık kapsamında ele alınan, bazı kurumlarca uygulanan ve çokça da eleştirilen bir işlem olarak gündeme gelmektedir. Banka teverruku veya munazzam teverruk adı verilen uygulamalar şu şekilde gerçekleşmektedir: Paraya ihtiyacı olan kişi satıcıya (banka) başvurur; gerçekleşecek işlemler üzerine bağlayıcı bir vaadle anlaşma yapıldıktan sonra banka, teverruk talebinde bulunan kişinin nakit para elde etmesi için yapılması gereken şeyleri üstlenir: İstenen malı alır, müteverrıka vadeli olarak satar ve onun vekili sıfatıyla ikinci bir müşteriye malı peşin satıp teslim eder, aldığı parayı da müteverrıka verir, müteverrık da ürünün bedelini taksitle bankaya öder. Bu işlem genellikle uluslararası piyasalardan demir, bakır, buğday, ham petrol gibi ürünlerin alınması sırasında birkaç dakika içinde gerçekleşir. Söz konusu işlemde amaç mal elde etmek değil bankayı vekil kılarak malı bir başkasına satmaktadır. Bir de ters teverruk (et-teverruku’l-aksî) terimi vardır ki bu da anılan işlemde müteverrıkın kurum ve finansörün müşteri olduğu şekildir. Şöyle ki banka müşterisi, belirli bir malı satın alması için bankaya belli bir meblağ para yatırır, banka onun adına bu malı satın aldıktan sonra üzerinde anlaştıkları bir kâr ile yine onun vekili sıfatıyla vadeli olarak kendisine (banka) satar. Böylece banka müşterisi belirlenen vadenin sonunda hem yatırdığı parayı hem kârı almış olur. Bu teverruk türü mevduat sahibinin parasını belli bir vade ile faizsiz, fakat risk ve getiri garantili olarak bankaya yatırmasını temin için uygulanan bir yöntemdir (a.g.e., s. 1224-1229; Mecelletü Mecmaʿi’l-fıḳhi’l-İslâmiyyi’d-düvelî, XIX/3 [2013], s. 874; Ḳarârât ve tavṣiyyâtü, s. 581).
Günümüzde uygulanan teverrukun hükmü konusunda bazı araştırmacılar alışverişin helâl, faizin haram olduğuna dair genel ilke (el-Bakara 2/275), Hayber hurmaları hadisi (el-Muvaṭṭaʾ, “Büyûʿ”, 20, 21; Buhârî, “Büyûʿ”, 89, “Vekâlet”, 3; Müslim, “Müsâḳāt”, 95), malın aynı kişiye satılmaması sebebiyle bey‘u’l-îne olmadığı ve bu işleme insanların ihtiyacının bulunması gibi delillere dayanarak cevaz verseler de ulemânın büyük çoğunluğu işlemin câiz olmadığı görüşündedir. Mezhep kaynaklarında bey‘u’l-îne tartışmaları dışında bu şekliyle teverrukun cevazına dair ibarenin yer almadığı, “el-umûr bi-makāsıdıhâ” kaidesi, bir satış içinde iki satış yasağı ile satım akdinin ve şartın beraber bulunmaması gerektiği (çünkü banka malı satacağını kendisine şart koşmasa müteverrık bu akdi kabul etmeyecektir) ve bey‘u’l-îne niyetinin açık olması bu işlemi câiz görmeyenlerin temel dayanaklarını teşkil etmektedir. Ayrıca bankanın mal satın almaya veya piyasaya girmeye ihtiyacının bulunmadığı, malın ne olduğunun ve niteliğinin bile çoğu zaman bilinmediği, bütün bunlara ribâyı gizlemek amacıyla başvurulduğu ve ihtiyaçların karşılanması için başka yöntemlerin de bulunduğu teverruku câiz görmeyenlerin kanaatlerini desteklemek için kullandıkları delillerdir (Münzir Kahf – İmâd Berekât, s. 1224, 1230-1249; Ali Muhyiddin Ali Karadâğî, s. 238-240).
Pek çok ilmî toplantıda ele alınan teverruk işlemiyle ilgili genel kanaatin ikinci görüş doğrultusunda olduğu söylenebilir. Konu 1998’de Râbıtatü’l-âlemi’l-İslâmî toplantısında ele alınmış (karar nr. XV/5) ve neticede bankanın mülkiyetindeki bir malın müşteriye gerçekten satılması, malın bankaya doğrudan veya bir aracı vasıtasıyla daha düşük bir fiyata tekrar satılmaması (böyle olduğu takdirde ribâ için hile içeren bey‘u’l-îne haline gelir) şartıyla câiz kabul edildiği ifade edilmiştir. Yine Râbıta’nın 2003 toplantısında alınan kararda (karar nr. XVII/2) bankaların gerçekleştirdiği teverruk işleminin câiz olmadığı açıkça ifade edilmiş, gerekçe olarak da malın müteverrıka satılmasından sonra bir başka müşteriye banka tarafından satılması için vekâlet şartının bulunması, kabz şartının ihlâl edilmesi ve işlemin şeklî bir muamele vasfı taşıması gibi sebepler zikredilmiştir. Ayrıca on beşinci dönem toplantılarında cevaz kararının mülkiyet, kabz ve damân gibi şartları taşıyan gerçek teverruk için geçerli olduğu belirtilmiştir. Râbıtatü’l-âlemi’l-İslâmî 2007 toplantısında (karar nr. XIX/4) teverruk işleminin haram olan îne satışına benzediği için câiz görülmediği teyit edilmiş ve bu işlemin gerçek ekonomik işlemleri amaçlayan İslâm ekonomisinin hedeflerine uymadığı ifade edilmiştir (Mecelletü’l-Mecmaʿi’l-fıḳhiyyi’l-İslâmî, bk. bibl.).
Dünyada faizsiz bankacılık sektöründe uygulanacak standartları belirleme rolüne sahip temel kurumlardan biri olan Hey’etü’l-muhâsebe ve’l-mürâcaa li’l-müessesâti’l-mâliyyeti’l-İslâmiyye, 2006’da yayımladığı 30 numaralı standartta teverruk işleminin câiz görülmesi için şu temel şartların yerine getirilmesi gerektiğini belirtmiştir: Malın mevcut olması ve satıştan önce satıcının mülkiyetinde bulunması, malın altın, para veya para cinsinden bir şey olmaması, malın satıcının diğer mallarından ayrılacak şekilde tayin edilmesi, mal elde değilse vasfını anlatmak veya numunesini göstermek suretiyle tanıtılması, hakiki veya hükmî bir yolla kabzedilmesi, -haram olan îne satışına düşmemek için- malın üçüncü bir tarafa satılması ve bu malın şart, anlaşma yahut örf yoluyla satıcıya geri dönmemesi, malın vadeli alım akdi ve peşin satım akdi arasında bir bağlantı bulunmaması, müşterinin satış konusunda kurumu vekil etmemesi (ancak sistem buna izin vermiyorsa kabz şartıyla mümkün olabilir), kurumun müşteriye sattığı malı müşteri adına satacak üçüncü bir taraf için vekâlet düzenlememesi, satın alınan malı müşterinin kendisinin veya kurum dışında bir vekilin satması (el-Meʿâyîrü’ş-şerʿiyye, s. 412). 2009’da teverruk işleminin ele alındığı Mecmau’l-fıkhi’l-İslâmî toplantısında benimsenen nihaî kararda işlemin doğal bir şekilde gerçekleşip gerekli şartları taşıdığı takdirde câiz olduğu ifade edildikten sonra banka teverrukunun câiz kabul edilmediği, zira taraflar arasında -açıkça, zımnen veya örfen- yapılan anlaşmanın zimmettekinden daha fazla peşin para (faiz) elde etme amacına yönelik bir hile içerdiği belirtilmiştir (karar nr. 179 [XIX/5]; Mecelletü Mecmaʿi’l-fıḳhi’l-İslâmiyyi’d-düvelî, XIX/3 [2013], s. 873-874; Ḳarârât ve tavṣiyyâtü, s. 581). Avrupa Fetva Heyeti de aynı yıl konuyu ele almış, teverrukla ilgili Mecmau’l-fıkhi’l-İslâmî ve Râbıtatü’l-âlemi’l-İslâmî kararlarını benimsediğini belirtmiştir (Ali Muhyiddin Ali Karadâğî, s. 236-237).
Sonuç olarak banka teverrukunun uygulamada alınan tedbirlerle şeklî bir işlem haline geldiği ve faizsiz finans kurumlarının faizli bankalardan farklı olduğu düşüncesine gölge düşürdüğü görülmektedir. Nitekim yapılan eleştirilerde bu işlemin ekonomik bir katkı sağlamadığı, güven sarsıcı olduğu, mahallî piyasalara bir fayda vermediği ve aslında bir yatırım yahut finansman yolu olmadığı dile getirilmektedir (Muhammad Ayub, s. 350; el-Meʿâyîrü’ş-şerʿiyye, s. 413; Ali Muhyiddin Ali Karadâğî, s. 6, 22; Münzir Kahf – İmâd Berekât, s. 1227).