İslam özgün bir medeniyettir. Hayatın bütün şubelerinde olduğu gibi iktisatta da ilkeler vaz etmiştir. İslam’ın iktisat telakkisini anlayabilmek için, Onu kendi varlık alanında vaz ettiği ilkeler çerçevesinde kıymetlendirmek gerekir.
Kur’an ve Sünnet’in belirlediği iktisat ilkeleri ilk uygulanma imkanını Medine’de bulmuştur. İlkeler zamanla kurumsal kimlik kazanmış ve İslam iktisat doktrini ortaya çıkmıştır.
İslam nazarında ticaret; “Farzdan sonra (namazdan) emredilen diğer bir farz”dır(1). Nitekim müminlere Cuma namazına gitmeyi emreden ayetin devamında gelen ilahi hitab “Namaz kılınınca yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın.(2)” şeklindedir. Buna göre kesb yani ticaret, ziraat, sanayi gibi helal olan yollardan mal temin etmek farzdır.
Bazı fakihler ticaretin bir köşeye çekilip ibadet etmekten daha üstün olduğunu belirtmişlerdir(3). Çünkü ibadetin faydası kişiye yöneliktir. Ticaretin ise bir çok insana faydası vardır. Tüccar kendi ailesinin yanısıra onlarca ailenin geçimine de katkıda bulunur. Allah Resulü (salllahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Doğru, güvenilir bir tüccar kıyamet günü, peygamber, sıddık ve şehitlerle birlikte olacaktır.(4)” ; “Doğru, güvenilir bir tüccar kıyamet günü arşın gölgesinde bulunacak yedi zümre insanla birlikte olacaktır.(5)”
***
İslam iktisat doktrininin temelinde üretim vardır. İslam, müntesiplerini üretmeye ya da bir türlü üretim faaliyeti içerisinde yer almaya çağırır.
İslam, veren eli alandan daha üstün tutar. Allah Resulü, elin üç çeşit olduğunu; en üstün olanın Allah Teala’nın kudret eli, ikincinin veren, en düşük olanın da alan el olduğunu, kıyamete kadar alan elin hep en düşük olacağını bildirmiştir(6).
Öteki iktisat doktrinlerinin en önemli sermaye artırım unsuru ise faizdir. İslam nazarında ise faiz; karşılığı olmayan fazlalık olduğundan haksız mal edinmek kapsamında değerlendirilir.
Öteki iktisat doktrinleri “hakkaniyet” mefhumuna itibar etmediklerinden sistemlerin yasal kabul ettiği her tür iktisadi muameleyi caiz görürler. İslam’da ise kazanç emeğe dayanıyorsa helaldir.
İktisadın Mimarları
İslam medeniyetinin mimarı peygamberlerdir. Onlar pazarın kurucuları ve ilk yöneticileridir. Peygamberler insanları ticari yoldan kazanmaya çağırmış, kendileri de el emekleriyle geçimlerini temin ederek iktisadi ilkeleri örneklemişlerdir. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) “Hiç kimse kendi eliyle kazandığından daha hayırlı bir şey yememiştir.(7)” buyurmaktadır.
Abdullah b. Abbas (radiyallahu anhuma) peygamberlerin iktisadi hayattaki konumları ile alakalı şöyle demektedir: Hz. Adem çiftçi, Nuh marangoz, İdris terzi, Davud demirci, Musa çoban, İbrahim çiftçi, Salih (aleyhimusselam) tüccardı. Hz. İsa yarına bir şey saklamayacak şekilde yaşar, Hz. Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem)’da Ecyad’ta ailesinin koyunlarını beklerdi(8).
Hz. Zekeriyya marangozluk(9) yapar, nafakasından arta kalan kazancını tasadduk ederdi(10). Allah Resulü ticari gaye ile iki defa ülke dışına çıkmış, sözleriyle de ticareti teşvik etmiştir.
Büyük sahabiler de İslami piyasanın oluşmasında aktif olarak yer almış, bizzat çalışmışlardır. Hz. Ebu Bekir kumaş, Ömer deri, Osman da (radiyallahu anhum/Allah hepsinden razı olsun) gıda maddeleri satardı. Hz. Ali (radiyallahu anh) ise yevmiyelik çalışırdı(11). Hz. Aişe (radiyallahu anha) Ebu Bekir (radiyallahu anh)’in halife olmadan önce Kureyş’in ticareti en iyi yapan üyesi olduğunu bildirmektedir(12).
Üretim ve ticaretin nasıl olması gerektiği, pratikteki sorunların nasıl aşılacağı hususu ayet ve hadisler ışığında mevcut uygulamalardan da istifade edilerek fakihler tarafından dikkatle incelenmiş, furu ve fetva kitapları yanında kaleme alınan müstakil eserlerde de konu mufassal bir şekilde izah edilmiştir.
İslam İktisat Doktrininin temel esaslarını, eşyaya bakışını başlıklar halinde tahlil edelim.
Kar Haddi
Malın fiyatını piyasa koşulları belirler. Allah Resulü’nün uygulamaları incelendiğinde fiyat belirlemeden imtina ettiği, piyasanın arz talep dengesine göre tabii bir şekilde oluşmasını istediği görülmektedir. Şu hadis Efendimiz’in kâr haddine bir sınırlama getirmediğini açıkça göstermektedir: Allah Resulü Hakîm b. Hizâm 1 dinar vererek kendine kurbanlık bir koyun alması için gönderir, O da bu parayla iki koyun satın alır ve birini 1 dinara satarak 1 dinar ve bir koyunla Resul-i Ekrem’in yanına gelir. Allah Resulü Hakim b. Hizam’a kurbanı kesmesini, parayı da tasadduk etmesini emreder(13). Efendimiz bu alış-verişte % 100’lük kar olmasına rağmen Hakim’e karşı çıkmamış, alış-verişin batıl olduğuna hükmetmemiştir. Bu durum aldatma olmaması şartıyla kar oranında bir sınırlamaya gidilmeyeceğini göstermektedir.
Zekat
Mal insanın elinde kirlidir. İnsan ferdi mülkiyetindeki cemiyet payını sahiplerine iade ederek malını temizler. Aksi takdirde mal “kenz” olur.
İnsan kendisine rızık olarak verilenden tasaddukta bulundukça(14) malın aslı bereketlenir. Surette malı eksilten zekat hakikatte onu artırır. Zekata paralel olarak sermaye de artar.
Sermaye menbaından çıkan su gibidir. Su ne kadar çok çıkarsa etrafına o derece yayılır; servet de çoğaldıkça daha çok muhtaç insana menfaat olarak ulaşır. Bu yüzden fakir zenginin malının daha da artması için dua eder. Zekat fakiri madden olduğu gibi manen de zengine yaklaştırır. Bölgeler bazında da düşünüldüğünde sadaka fakir bölgelerin kalkınması için önemli işlev görür. Malın bölgeler arasında intikalini temin eder.
Mülkiyet Hakkı
Mutlak mülkiyet yalnız Allah Teala’ya aittir. İnsan halifedir; kuldur. Eşyada mahluktur. Bu yüzden ikisinin üzerinde her şeyi yaratan Allah Teala’nın hakimiyeti vardır. İnsan nisbî bir mülkiyet hakkına sahiptir. Onun mal ile münasebeti patronun idaresinde tasarrufta bulunan genel müdüre benzer. Allah Teala’nın müsaade ettiği kadar tasarrufta bulunabilir. Bu yüzden şeri ölçüye göre şahsa ait olan her malı “hakikat” ölçüsünde kıymetlendirirken “ne seninki senin; ne de benimki benim” düsturu esas alınır. Seninki de benimki de Allah’ındır.
Eşya – İnsan Münasebeti
Eşya ve insan münasebetini şu gerçeklik üzerine kurar; eşya da, ona sahip olan insan da zamanı gelince yok olacaktır. Baki kalacak her şeye malik olan Allah Teala’dır: “Yer üzerinde bulunan her canlı yok olacaktır. Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zatı baki kalacaktır.”
Bu hakikati zihinlerde canlı tutmak isteyen bazı devlet başkanları çeşitli zamanlarda kefenlerini bir mızrağını ucuna geçirtip, çarşı pazarda dolaştıran adamlarına şöyle söyletmişlerdir; “Ey ahali! Bu gördüğünüz cihan padişahının kefenidir. Ölünce buna sarılacak, sonrada bedeniyle birlikte çürüyüp toprak olacaktır. Sizler de dünyayı bu yönüyle görün. Ölümü düşünmeyi ihmal etmeyin.(15)”
İlahi Denetim
Hayatın her kesiti gibi iktisadi yaşam da ilahi murakabe altındadır. Bu bilinç hak ve vazife dengesini tesis etmede son derece önemli rol oynar. Murakabe altında olmak onu her türlü taşkınlıktan ve tecavüzden korur. Müslüman aldığı, sattığı her malın, attığı her adımın verilecek hesabı olduğunu bilir. Bütün ameliyeleri üzerinde “ilahi rıza için yapılmıştır.” ibaresi vardır.
İslam iktisat doktrinin uygulandığı bölgelerde kısa zamanda etkin hale gelmesinin önemli nedenlerinden biri de murakabeyi mali denetçiler yerine vicdanların yapmasıdır.
Merhamet
İslam, iktisadın soğuk yüzünü merhametle ısıtır. Gayr-i müslim dahi sadakadan istifade eder. Devlet başkanı hizmetçisiyle; halife kölesiyle birlikte yemek yer, nöbetleşe aynı vasıtaya biner.
Fethedilen ülkelerde manevi kalkınmayla birlikte büyük bir maddi kalkınmada müşahede edilir. Ötekiler, siyasi nüfuzlarından yararlanarak az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeleri sömürürken, İslam dervişler ya da Müslüman tacirler vasıtasıyla Müslümanlıkla tanıştırdığı bölgelerde ekonomik refah için yoğun gayret gösterir.
İktisat Ve Din
İktisat din merkezlidir. Müslüman sürgünler ülkesi olan dünyaya başkentler başkentinden gelmiştir. Burada kazandıkları ile başkentler başkentinde yatırım yapar. Böyle elde edilen para refah üretir. Refahta dünya ve ahiret saadetini celp eder.
Patron – Çalışan Münasebeti
İslam tefeciliğe, rüşvete, faize, patron tasallutuna karşıdır. Fakat işçinin de öc alma duygusuyla hareket etmesine müsaade etmez. Çalışan cemiyet içerisinde kendini ayrı bir sınıf olarak da göremez. Grev gibi yöntemlere baş vurarak hakkını almak isterken başkalarını zararına sebep olamaz. O, hakkını talep ederken patronun kasasındaki paranın ya da artan sermayenin kendi ücretinden kesildiğini de düşünemez. O, patronun parasını saymakla değil, piyasa koşullarında aldığı ücretin hakkını ne kadar ödeyip ödemediğini düşünür.
Çalışan, patronun himayesi altındadır. Patron, çalışanın kendi iradesiyle her türlü sorunuyla ilgilenmelidir. Onunla gerektiğinde aynı sofraya oturur. Çalışan da nafakasını temin etmenin vesilesi olarak gördüğü müessise ve müesseseye dualarında yer ayırır.
Sendika
İslam, taşları yerli yerine oturttuğundan çalışanın gözünde patronu, hakkını gasp eden; patronun nazarında da çalışanı hakkından fazlasını talep eden olarak gösteren sendikaya ihtiyaç yoktur. Patron, çalışan münasebetinde hak ve vazife ihlali olması durumunda vazife sendikaların değil idari ve içtimai makamlara geçer. “Tavuk ve yumurta misali, patron olmayınca çalışan, çalışan olmayınca da patron olamayacağı hakikati önünde, patrona düşen çalışan sayesinde vücut hikmetine kavuştuğunu; çalışana düşen ise, çalınmış bile olsa kendi hakkına ve gücüne tecelli zemini açanın patron olduğunu bilmek ve onun iyisine bağlanmaktır.(16)”
Üretim
İslam dünyada “Ahiret siteleri” kurar fakat o sitelerde dünya yaşamanın gereklerini ihmal etmez.
Sitelerin yöneticisi olarak tasarlanan müslüman üretir, pazara çıkar, piyasa oluşturur, insiyatif alır.
Siyaseten etkin olabilmek için iktisaden de güçlü olmak gerektiğini bilir. Bu noktaya dikkat çeken Süfyan es-Sevrî malın silah(17) olduğunu söyler.
Konu ile alakalı Muhammed b. Sevr şöyle bir hadise rivayet etmektedir: “Mescid-i Haram’da otururken Süfyan es-Sevrî bize uğradı; ‘sizi böyle oturtan nedir?’ diye sordu, biz de ‘ne yapalım ki?’ deyince, ‘Allah’ın lutfunu arayın. Müslümanlara yük olmayın.’ şeklinde ikazda bulundu.(18)”
Allah Resulü yetim malı kendisine emanet edilen kişiyi onun adına ticaret yapmaya çağırır: “Malı olan bir yetime veli olan, onun adına ticaret yapsın. Zekat, malı yiyip bitirecek şekilde onu atıl bırakmasın.(19)”
Müslüman sahipsiz bir araziyi ekip biçerse yer onun olur. Arazinin etrafını taşla çeviren fakat bir şey ekmeyen kişi ise üç yıldan sonra boş bıraktığı yer üzerinde hak iddia edemez. Nitekim Allah Resulü’nün Bilal b. Haris (radiyallahu anh)’e verdiği yeri Hz. Ömer boş görünce Bilal’e: “Allah Resulü bu yeri sana insanların kullanımından alıkoyasın diye değil, çalışasın diye verdi. İşletebileceğin kadarını al, gerisini iade et.(20)” demiştir.
İslam çift yönlü çalışmayı emretmektedir. “Minarelerden yükselen ezanlarla Batı ruh ve kültürünü yenme davasını güderken, fabrika bacalarından yükselen duman kıvrımlarının göklerdeki nakışıyla da maddeye hakimiyet hünerini Batıdan koparıp almak gayesini temsil eder.(21)”
İslam Üretici Olmayı Teşvik Eder
İnsan eğitime, irşada muhtaçtır. Bilge devlet adamları, alimler ona yol gösterir. İyiyi emreden kötüden alıkoyan bilge, akil insanlar avamı eğitir, sorun çözer, mevcudu en faydalı olacak şekilde kullanmanın yollarını tespit edip insanlarla paylaşır.
Allah Resulü her alanda olduğu gibi iktisadi sahada da ashabını eğitmiş, onlara yol haritası çizmiştir. Hadis mecmularında bu hususta çok sayıda rivayet vardır. Allah Resulü’nün bir sahabiyle olan diyaloğu akil insanların nasıl davranması gerektiğini göstermesi açısından önemlidir:
Ensari bir sahabi Allah Resulü’ne gelip Ondan bir şeyler ister. Efendimiz: “Evinde bir şey var mı?” diye sorar. Sahabî: “Evet, süs ve giyim eşyası var; bir kısmını giyiyor, bir kısmına da eve seriyoruz. Ayrıca su içtiğimiz büyükçe de bir bardak…” der. Allah Resulü sahabiye: “Onları bana getir.” diye emreder. Sahabî de getirir. Efendimiz eline alıp ashabına; “Bu iki şeyi kim satın alır?” diye sorar. Birisi kalkıp: “Ben iki dirhem karşılığında alırım.” der. Efendimiz de onları iki dirhem karşılığında satar. Daha sonra parayı şöyle diyerek ensarî sahabiye verir: “Bir dirhemle yiyecek temin et, ailene bırak, diğeriyle de keser alıp yanıma gel.” Sahabî söyleneni yapar. Allah Resulü eliyle kesere sap takar. Ardından şöyle buyurur: “Git, odun yap sonra onları sat, onbeş gün (aralıksız çalış) seni görmeyeyim.” Sahabî gider, odun yapar, sonra onları satar. On dirhem kazanarak geri gelir. Bir kısmı ile elbise, diğeriyle de yiyecek satın alır.(22)
Sanayi
Sanayi eşya ve tabiatı daha kullanılır hale getirmiştir. Sanayinin gelişmesine paralel olarak insanların refah düzeyi yükselmiş, eşya üzerindeki hakimiyeti artmıştır.
Sinaî ameliyelerin ibtidaî ve nihaî atılımlarının esasını teşkil eden demiri ilk olarak Hz. Davud (aleyhisselam) işlemiştir. Cenab-ı Hakk Onun için demiri yumuşatmış(23) peygamberine zırh yapma sanatını öğretmiştir(24).
Müfessirler Hz. Davud’un demiri işleme sanatını öğrenmesi ile alakalı şöyle bir olay nakletmektedirler: “Hz. Davud tebdili kıyafetle çıkar dolaşır, gittiği yerlerde ki insanlara; “Davud nasıl biridir?” diye sorardı. Bir gün Cebrail (aleyhisselam) genç bir adam suretinde onunla karşılaşır ve Hz. Davud Ona da; “Ey Genç! Davud’u nasıl bilirsin?” diye sorar. Cebrail:
– Davud, ne güzel bir kuldur. Fakat Onda bir özellik vardır.
– Nedir o?
– Geçimini devlet hazinesinden temin ediyor. Halbuki insanların en hayırlısı kendi kazandığından yiyendir.Bu konuşmadan sonra Hz. Davud, ağlayarak mihrabına döner ve şöyle diyerek Allah Teala’ya yalvarır: “Bana, hazineye muhtaç etmeyen bir geçim yolu öğret!” Allah Teala’da Ona zırh yapmayı öğretir. Demiri yumuşatır. Öyleki Onun elinde demir başkasının elindeki hamur gibi olur(25).
Ticaret Bir Nevi İbadettir
Esasında rıza-i ilahi olan her ameliye ibadettir. İnsana hizmet önceliği olan ticaret de ibadettir. Allah Resulü’nden itibaren ticari ameliyeler ibadet bağlamında değerlendirilmiştir. İmamların güneşi (Şemsu’l-Eimme) olarak bilinen Serahsî, İmam Muhammed’in helal kazancın nasıl olması gerektiğini anlattığı eseri “Kitabu’l-Kesb”i zühd ve ahlak kitabı olarak kaleme aldığını söyler.
İslam toplumunda ticaretin ibadet olarak algılandığının en somut belgelerinden olan kitabın telif öyküsü şu şekildedir: İmam Muhammed kitap yazmayı bırakınca kendisine; “Zühd ve takva alanında da bir eser yazsaydınız ya” denir. Bunun üzerine İmam: “Kitabu’l-buyû’/alış-veriş kitabını yazdım ya” der. Daha sonra “Kitabu’l-Kesb/İslam İktisadı”nı yazar.
Ticareti müstakim olanın ameli kamil olur. Çünkü zühd ve takvanın başı helal kazançtır. Bu yüzden İmam Muhammed alış-veriş ile alakalı bir kitabı zühd ve ahlak eseri olarak nitelemiştir.
Müslümanlar pratikte ibadetle ticareti bir arada yürütmüşlerdir. Şu ayet bu birlikteliği en ideal düzeyde tesis eden sahabeyi anlatmaktadır: “(Bu kandil) bir takım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine, içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O’nu öyle kimseler tesbih ederler ki; Onlar, ne ticaret ne de alış verişin kendilerini Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoyamadığı insanlardır.(26)” Fakat bu birlikteliği tesis etmedeki başarı sahabenin nassları anlama istidadına göre farklılıklar arz etmiştir. Hz. Ebu Bekir ve Abdurrahman b. Avf gibi sahabiler ibadet-ticaret birlikteliğindeki muvazeneyi korurken, Ebu’d-Derda gibi zahidler bütün zamanlarını ibadete teksif ederek(27) dünyevi ameliyelerle meşgul olmayı zaid görmüşlerdir.
Para ve Zühd
Müslüman Allah adına tasarrufta bulunur. Mümin hakim; para ise mahkumdur. Para Allah’a yaklaştıran bir unsur olması cihetiyle bir kıymet arz eder. Buna göre paraya sahip olmayan kişi nasıl “zahid” olabilirse, Abdurrahman b. Avf gibi yüklü miktarda para sahipleri de zahid olabilir.
İslam iktisat doktrinindeki para insan münasebetini çözemeyen birisi Süfyan b. Uyeyne’ye yanında yüz dirhem olan kişi zahid kabul edilir mi? diye sorunca, Süfyan “evet” der. Adam “bu nasıl olur?” diye sorar. Bu defa Süfyan: “para azalınca üzülmez, artınca sevinmez, ondan ayrılmasına sebep olan ölümü de çirkin görmezse kişi zahiddir.(28)” der.
Ali b. Cafer şöyle demektedir: “Babam, Ahmed b. Hanbel’i ziyarete giderken beni de yanında götürdü. ‘Bu oğlumdur’ deyince, ‘bana dua etti ve babama Onu çarşıya çıkar, piyasayı öğrenmeye zorla ve akranlarından uzak tut.’ buyurdu.(29)”
el-Cassasi Ahmed b. Hanbel’e; “dört lira var, biri dürüst ticaretten, ikincisi sılanın gereği olarak kardeşlerden, üçüncüsü ders okutma ücretinden, sonuncusu da Bağdat arazisinin kirasından elde edilmiştir. Bunlar hakkında ne buyurursunuz?” diye sorar. Ahmed b. Hanbel:
“Benim katımda en makbul olanı dürüst ticaretten kazanılandır. En çirkini ise sıla vesilesi ile alınandır. Ders ücretine gelince, ihtiyaç duyman halinde onu al. Bağdat arazisinden elde edilen gelirin durumunu sen de biliyorsun. Neden bana soruyorsun?”
İktisadın Üç Kutbu
İslam iktisadının üç kutbu vardır. Birinde ticaretin helal, diğerinde faizin haram üçüncüsünde ise zekatın farz olduğu yazılıdır. Fakat helal ticaretin faizden uzak tutulması ve zekatla temizlenmesi esastır. Esas olan çok kazanmak değil, hesabı verilecek derecede kazanmaktır.
Selef-i Salihinin eşleri, nafaka temini için sabah evden çıkan beylerine; “Rızkımızı kazanırken Allah’tan korkun, bize haram yedirmeyin, zira açlığa karşı sabredebiliriz fakat ateşe tahammül edemeyiz.” derlerdi.
Tevekkül ve Kazanma Azmi
Allah Resulü veren elin alan elden üstün olduğunu bildirmektedir. Çünkü veren el çalışan,terleyen, üreten eldir. Bazı kavramların yanlış anlaşılması Müslümanların kazanç kültürünü olumsuz şekilde etkilemiştir.
Tarihi süreç içerisinde ziyadesiyle yanlış anlaşılan ve bundan dolayı da hiç bir kavramın yapamayacağı büyüklükte tahribatta bulunan kavramların başında “tevekkül” gelmektedir. Bu yüzden İslam’ın ilk asırlarından itibaren fakihler tevekkül-kesb muvazenesi üzerinde durmuşlardır.
Hz. Ömer (radiyallahu anh) başlarını önde yürüyen Yemenli bir grup için; “Bunlar kimdir?” diye sorup, “Bunlar Allah Teala’ya tevekkül eden kimselerdir. (mütevekkilun)” cevabını alınca, “Hayır, bunlar mütevekkil (tevekkül eden) değil, yiyicilerdir (müteakilun). Size mütevekkilin kim olduğunu söyleyeyim mi?” der. “Evet” cevabını alınca şöyle buyurur: “Mütevekkil, tohumu toprağa eken sonra da Allah Teala’ya tevekkül eden kimsedir.(30)”
Yine Hz. Ömer (radiyallahu anh) sizden birisi: “Ya Rabbi rızkımı gönder diye oturduğu yerden rızık istemesin. Biliyorsunuz ki gökyüzü ne altın ne de gümüş yağdırır.(31)” buyurmuştur.
Tevekkül rızık temin etmek için çalışmaya engel olmamalıdır. Yemen halkı azık biriktirmeden hacca gider: “Biz Allah’a tevekkül ederiz.” derlerdi. Fakat Mekke’ye ulaştıklarında insanlardan yiyecek bir şeyler isterlerdi. Bu durum üzerine; “Azık toplayın. Şüphesiz azığın hayırlısı takvadır.(32)” ayeti inmiştir.
Horasanlı bir adam İmam Ahmed b. Hanbel’e; “Azık olmadan hac edebilir miyim?” diye sorar. İmam:
– Hayır! Çalış, çabala öyle yola çık. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve selem) sefere çıkarken ashabına azık hazırlattı.
– O zaman azıksız cihat eden ve hacca giden kimseler yanlış yapıyor.
– Evet! Onlar yanlış yapıyor(33).
Yine yanına gelip sahip olduğu bir dirhemle hacca gitmek istediğini söyleyen şahsa şöyle demiştir:
– Piyasanın kalbinin attığı Babu’l-Kerh’e git, orada bu bir dirhemle tatlı al, başının üzerinde taşı, onu sat, üçdirhem kazanıncaya kadar ticarete devam et, yanında bu kadar para birikince hacca git.
– Ey Ebu Abdullah! Ben Allah’a tevekkül ediyorum. Bu kadar çalışmaya ne gerek var?!
– Çöle yalnız mı insanlarla birlikte mi gireceksin.
– Tabiî ki insanlarla birlikte.
– O halde tevekkül noktasında yalan söyledin, sen mütevekkil değilsin. Çölde yalnız başına yürü. Aksi takdirde insanların heybelerindeki azığa tevekkül etmiş olursun(34).
Yanlış tevekkül anlayışının olumsuz etkilerini tasvir sadedinde Gazzalî şöyle demektedir: “Cahil, helalin kaybolduğu, ona ulaşma yolunun da kapalı olduğunu zanneder. Ona göre helal olarak geriye sadece Fırat nehrinin suyu ve sahipsiz arazilerdeki otlar kalmıştır. Gerisini günahkar ellerin, fasit ilişkilerin kirletip bozduğunu düşünür. Fakat gerçek bunun tam tersidir. Nitekim Allah Resulü; ‘Helalin de haramın da belli olduğunu bu ikisi arasında şüpheli şeylerin bulunduğunu’ söylemektedir. Bu üç meselenin bir biriyle ilişkileri daimidir. Nasıl helallerin kaybolma suretiyle dönüşümü düşünülebilir?! Kaybolan, helal değil onu tanıma ve ona ulaşma keyfiyetidir(35).
Para Kazanmanın Gayesi
Müslüman kendinin olduğu gibi bakmakla yükümlü olduğu kişilerin nafakalarını da temin etmekle sorumludur.
Hasan b. Er-Rebî’ şöyle demektedir: “Kendi çalışmam karşılığında bir kırat kazanmam, birinin bana on dirhem hediye etmesinden daha değerlidir.(36)”
İbrahim b. Ethem de kimseye yük olmamak için rızkını amelilik yaparak kazanır, kendisine; “Nasılsınız?” diye sorulduğunda; “Nafakamı benden başkası temin etmediği müddetçe iyiyim.(37)” derdi.
Vefat ederken geride bir miktar dinar bırakan Said b. Müseyyeb, vefatı esnasında Allah Azze ve Celle’ye halini şöyle arz etmiştir: “Ey Allahım! Sana malumdur ki bu dinarları sadece din ve neslimi korumak için biriktirdim.(38)”
Rızık peşinde koşanlar başkalarının onlar hakkında “bu ne ile geçinir?” şeklindeki sui zanlarına da engel olurlar. Ebû Yusuf el-Ğasûlî şöyle demektedir: “Bana her ayda bir dirhem olmak üzere yılda on iki dirhem yetmektedir. Buna rağmen beni çalışmaya sevkeden şu kurraların; “Ebû Yusuf geçimini nereden kazanıyor(min eyne ye’külü)” şeklinde ki konuşmalarıdır.(39)” derdi.
Faiz
İslam’da aslî ve tabi kazanç yolu emektir. Allah Resulü: “Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir şey yemiş değildir.(40)” buyurmaktadır.
İslam meşru kazancı ibadet olarak nitelerken; hırsızlık, gasp, rüşvet, kumar, faiz gibi haksız mal edinmeyi kesin bir dille yasaklamıştır. Kazancın meşru olabilmesi için karşılığı olmalıdır. Faiz karşılığı olmayan bir fazlalıktır. Batı iktisat doktrinleri faiz üzerine ibtina ederken İslam onun yerine üretimi koymuştur.
Ticaret akdin her iki tarafında yer alana eşit oranda risk yüklerken faizde sermaye sahibi risk almadan, emek sarf etmeden kazanç elde eder. Ticarette kâr bir defa alınırken veresiye faizi anlamına gelen “rebe’n-nesîe” de ödenmemesi durumunda sürekli artan kazanç vardır. Ticarette taraflar arasında orantılı bir şekilde menfaat temini söz konusu iken faizde sermaye sahibinin sömürüsü vardır. Faizde para, vade sebebiyle para kazanırken; ticarette mal ve emek parayı artırmaktadır.
İslam servetin üretim ve yatırım dışında tutulmaması için faizin oluşum ve gelişimini engelleyici tedbirler almıştır. Servetin artmasının temel faktörü olarak emeği gördüğünden sermayenin risk ve zarar almadan tek başına kazanç aracı olmasını tasvib etmez. Böylece sermayenin sınırlı sayıda insan elinde kalmasına da engel olarak içtimai sınıflanmaların önüne geçer.
Ticaret üretken olduğundan paranın dengeli bir şekilde emek sahiplerine ulaşmasına imkan verir. Paranın üretime dönüşmesi yeni istihdam alanları oluşturur. Faiz, tek taraflı çıkar sağlayan, parayı sınırlı sayıda insanda toplayan bir sömürü sistemidir.
İslam piyasayı genişletmeyi hedeflediğinden aynı cins malların farklı kalitede olsa dahi eşit ve peşin olarak mübadelesini öngörür. Bundan gaye ise alım satım işlemlerinin takas yerine para ile satın alma şeklinde yapılarak pazarın kullanılması ve piyasanın genişletilmesidir.
Mukayese
Bir asırdan daha uzun bir zamandır İslam ülkelerinde Batı iktisat sistemleri denendiğinden mevcut iktisadi yapılar İslam doktrini ile alakalı direkt bilgi veremez.
İslam ülkelerindeki iktisadi yapı kapitalizm ve sosyalizmin ya aynı ya da her ikisinin sentez edilmiş halidir. Bu iki sistemin ne oldukları anlaşıldığında İslam iktisat doktrinin de ne olmadığı da anlaşılacaktır.
Batı iktisat doktrini kendi içerisinde kapitalizm ve sosyalizm olarak esasta ikiye ayrılır. Kapitalizm insana sınırsız hakimiyet verir. Onun nazarında eşya köledir. Zengin paraya da parası olmayan insana da hükmeder. Batının müstemlekesi olan ülkelerin mal ve haklarının gasp edilmesinin arkasında sınırsız hakimiyet düşüncesi vardır. Sosyalizmde ise para ulvi bir değeri haizdir. Mal tanrılaştırılır. Bu yüzden kimse tek başına ona sahip olamaz. Çalışanın hakkı, işçi bayramı gibi toplum içinde ayrı bir sınıf oluşturmaya yönelik kavram ve ameliyelerle eşya ve ona sahip olma kutsanır.
Kapitalizm eşyaya hükmeden insanı, sosyalizm ise eşyayı yüceltir. Gerek insan gerekse de eşyayı doğru okuyamayan bu iki sistem iktisadi yapılanmanın içerisine dini dahil etmediklerinden kazandıkları para refah değil buhran üretmektedir. Batı paranın refah ürettiği iktisadi yapının İslam’da olduğunu bildiğinden İslam iktisat nizamını kendi sistemi içerisinde eritmek istemektedir.
Kapitalist düşüncenin müslümanlar tarafından içselleştirilmesi, onun müsaade ettiği alan içerisinde İslam iktisat doktrini inşa etme gayretleri batının başarısını göstermektedir.
Batı iktisat sistemi çerçevesinde düşünen müslüman mütefekkirlerin ve iktisatçıların bir çoğu dünyada var olabilmek için kapitalizmin değer yargılarına İslam iktisat ilkelerini uyarlamanın gerekliliğine inanmaktadırlar. Bu inanç ticari sigorta, teşvik kredisi gibi hususların helal olduğunu söyleyen zihniyeti var eden önemli bir handikaptır.
O halde cevap bekleyen en önemli soru İslam iktisat doktrininin nasıl anlaşılması gerektiği hususudur. Onu sosyalizmin müjdecisi olarak gören istismarcılar anlayamayacağı gibi, uyum ısrarı güden mustagribler de anlayamayacaktır.
(1): Nafakasını temin etmeye muktedir olan her mükellefe helal yoldan kazanç sağlamanın farz olduğunu bildiren rivayetler için bkz. Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, X, 74; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, VI, 127; İbn Hacer, Mecmeu’z-Zevâid, X, 291.
(2): Cuma(62): 10.
(3): Muhammed b. Hasan eş-Şeybanî, Kitabu’l-Kesb, Beyrut, 2005, s. 102.
(4): Timizî, Buyû’, 4.
(5): Tirmizi, Buyû’, 1.
(6): Bkz. Ahmed, Müsned, I,447.
(7): Buhârî, Büyû’, 15; Enbiyâ, 37.
(8): Hakim, Müstedrek, II, 596.
(9): Ahmed, Müsned, II, 296.
(10): Ebu Bekr Ahmed b. Muhammed el-Hallâl, el-Hassü ala’t-Ticare ve’s-Sınaa ve’l-Amel, Beyrut, 1995, s. 60.
(11): Ahmed, Müsned, I, 135.
(12): el-Hallâl, a.g.e., s. 53
(13): Tirmizî, Buyû’, 34.
(14): Bakara(2): 3.
(15): Rahmân(55): 26-27.
(16): Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, İstanbul, 1976, s. 339.
(17): el-Hallâl, a.g.e., s. 37.
(18): el-Hallâl, a.g.e., s. 37.
(19): Tirmizî, Zekat, H.no: 580.
(20): Kutub Mustafa, el-İstismar, Beyrut, s. 57
(21): Kısakürek, a.g.e., s. 341.
(22): Ebû Davud, Zekat.
(23): Sebe(34): 10.
(24): Enbiya(21):80.
(25): Kurtubî, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Beyrut. ty., XIV, 266
(26): Nûr(18): 27-28.
(27): Konu ile ilgili şöyle demektedir: İbadet ile ticareti bir arada tutmayı istedim fakat başaramadım. Ticareti terk edip ibadete yöneldim. Bkz. el-Hallâl, a.g.e., s. 54.
(28): el-Hallâl, a.g.e., s. 36.
(29): el-Hallâl, a.g.e., s. 24.
(30): eş-Şeybanî, a.g.e., s. 88.
(31): Gazzalî, İhya u Ulumi’d-Dîn, Beyrut, ty., II, 80.
(32): Bakara(2): 197.
(33): el-Hallâl, a.g.e., s. 70.
(34): el-Hallâl, a.g.e., s.72.
(35): Gazzalî, a.g.e., V, 25.
(36): el-Hallâl, a.g.e., s. 44.
(37): el-Hallâl, a.g.e., s. 40.
(38): el-Hallâl, a.g.e., s. 51.
(39): el-Hallâl, a.g.e., s. 43.
(40): Buhârî, Büyû’, 15; Enbiyâ, 37.
Kaynak: http://www.ihsansenocak.com/islam-iktisat-doktrini-uzerinde-mulahazalar/