Dr. Monzer Kahf
İslam ekonomistlerinin diğer bir görevi, ekonomi bilimi profesyonellerinin ahlaki ve/veya siyasi kanaatlerinin hüküm sürdüğü ekonomi biliminin peşin hükümlü öncüllerini tespit ve temyiz etmektir.((Böylesi faraziyeler için en belirgin örneklerden biri salt ekonomik güdüdür. (homo economicus) Diğeri kaynakların dağıtımında baskındır. İslami bankacılık ile birlikte modern literatürün sallanmaya başlamasını beklemek gerekecektir. Diğer örnek piyasanın aşırı rolüdür ki klasik teoriye göre kaynakların ve gelirin tek dağıtıcısıdır. Buna da zaten hali hazırda batılı ekonomistlerce meydan okunmuştur.))
Ekonomi yasaları her ne kadar evrensel olsa da, onları keşfetme işi, gerek araştırmacının fikriyatının ve değerlerinin, gerekse de incelenen toplumsal davranışların ait olduğu sosyal tutumların ve ahlaki yargıların etkisine maruz kalır. Bu değer yüklü yargıları açığa çıkarıp temizleme işi, sadece ekonomide değil bütün sosyal bilimlerde zor bir iştir; bunun nedeni sosyal fenomenlerin fiziksel fenomenlerden doğaları ve özellikleri itibariyle farklı olmasıdır. Ekonomik öncüller söz konusu olduğunda fikirler ve değerler nesnel gözlemle öylesine iç içe geçer ki ekonomi disiplininin elde ettiği birçok veri, normatif ve müspet yargıların bir karışımına dönüşür.
Örnek olarak milli gelirin ölçümü ve faydanın nesnel fonksiyonunu alabiliriz. Milli gelirin ölçülmesinde genellikle, bir milletin bireysel ve kolektif refahına etki eden birçok unsur dikkate alınmaz: Ev kadınlarının emeği, camilerdeki vaizlerin giderleri, öğrencilerin kazandığı öğrenimin değeri, ikili ilişkilerde gülümsemenin değeri vs. gibi.((Peygamber (s.a.v)’in şöyle dediği rivayet olunur: ‘kardeşinizin yüzüne gülümsemeniz bile sadakadır.’)) Refaha etki eden bu kadar değerli unsurun milli gelirden sayılmaması, bunlara değer-yönelimli yaklaşan öncüllerin bir sonucudur. Kullanım işlevi, bir tüketicinin faydalandığı mal ve hizmetlerin toplamını içerir; ancak yine değer-merkezli bir açıdan tüketicinin çocuklarının faydalandığı mal ve hizmetler hesaba dahil edilmez. Tüketicinin refahının, tüketicinin çocuklarının tüketiminde bir artışa bağlı olmadığını söylemek zordur.(( Bir örnek olarak, Hz. Aişe’den rivayetle: ‘Yanıma bir kadın geldi. Beraberinde iki kızı da vardı. Birşeyler istedi aksi gibi bir hurmadan başka hiç bişey yoktu. Kadın aldı ikiye bölerek kızlarına taksim etti. Kendine pay ayırmadı ve çıkıp gittiler.’)) Bir İslam toplumunda tüketicinin refahının, o tüketicinin anne babasının ve komşularının refahıyla da alakası olduğu bilinir; bu hem Peygamber (s.a.v.)’in buyurduğu, hem de mevcut bir çok müslüman toplumda gözlemlenebilecek bir şeydir.(( Daha fazla örnek için, bkz. M.A. Zarqa (1998) ‘Methodology of Islamic Economics’ Monzer Kahf (ed.) Lessons in Islamic Economics Jeddah: IRTI.))
Ekonomi bilimini, araştırmacıların ve sosyal ortamlarının fikirlerinden, inançlarından ve değerlerinden kaynaklanan değer yargılarından uzak tutma görevinin altından ancak, bu yargıları topyekûn silmeyi denemek yerine onları açık sözlü bir şekilde ifade etmekle mümkündür.
İslam ekonomistlerinin ikinci görevi Şeriat‘ten çıkarsanan müspet öncüllerin ekonomiye dâhil edilmesidir ki bu ilkinden daha zorlu bir iştir.
Müslümanlar, her şeyi bilen ve kullarına karşı pek merhametli olan Allah’ın ilahi vahyinden nazil ettiğinin insan için en iyisi olduğuna inanırlar. Bu Müslümanlar için imanın bir gereğidir. Her ne kadar bu, gayri Müslimlerle paylaşılan bir zemin olmasa da, ekonominin olmazsa olmazı olan evrensel ekonomi yasalarını açığa çıkarabilen tek kaynak Şeriat ‘tır.((Zarqa’ya göre şeriat, evrensel yasaların sadece ekonomi için değil diğer sosyal bilimler içinde olduğuna işaret etmektedir. Ayrıca şunu da eklemektedir, böylesi evrensel yasaların olması, insanlar ve toplumlar için son güne kadar rehber olacak bir dinin olduğu gibi bir ‘temel mantığın’ da olabileceğini göstermektedir. Bkz. Zarqa, a.g.e.))
Kur’an ve Sünnet’te insan davranışları üzerine “müspet” hükümler vardır: “Şüphesiz insan pek tatminsiz yaratılmıştır, başına bir kötülük geldiği zaman vaveylayı basar, ama bir iyiliğe nail olduğu zaman da onu herkesten kıskanır” (Me’aric: 19-21), “Bencillik ve kıskançlık ise insan fıtratında hazır ve nazırdır” (Nisa: 128), “Kadınlara, oğullara, altın ve gümüş cinsinden yığılmış servetlere, gözde ve nişan vurulmuş atlara, sürülere ve ekinlere tutkulu bir sevgi duymak insanoğluna cazip kılındı” (Al-i İmran: 14). Bunlar ve bunlar gibi vahiy temelli hükümler, bilimsel gözlem, açıklama ve rasyonelleştirme yollarıyla beraber düşünülmeli ve buradan ekonominin yasaları çıkarılmalıdır.
Takhliyah (yanlışı ayıklamak) ve tahliye (doğruyu bulmak) işleminde öncüllerle araçlar arasında açık bir ayrıma gitmek gerekir. İslam ekonomistlerinin, analiz araçları noktasına geleneksel ekonomiyle ayrışmasına gerek yoktur: Her türlü ekonomi için matematiksel mantık ve ampirizm esas ortak araçlardır. Her ne kadar ekonomi disiplini gözden geçirilirken bazı vurgular kaydırılabilir ve bazı meseleler farklı şekilde ifade edilebilirse de, bu, mevcut olandan ayrı kendi başına bir metodoloji kurmak değil, zaten ekonomi biliminin doğasında olduğu şekliyle araçların değiştirilmesi ve geliştirilmesi anlamına gelir.
Bu söylediğimiz, kendi yazıp çizdiklerini geleneksel ekonomiden tamamen ayıran ve bağımsız bir disiplinmiş gibi göstermek isteyen bazı İslam ekonomistlerini memnun etmeyecektir. Onlar, farklı olabilmek adına birçok ekonomik analiz yöntemini reddetmeyi seçerler. Mesela maksimizasyon mekanizması, maksimize edilen işlemden bağımsız matematiksel bir yöntemdir. Hiçbir ahlaki değeri olmayan tamamen materyalist birisi, maddi çıkarını arttırmaktan başka bir şey düşünmüyor olabilir.((Ancak, bugün pek çok ekonomist insanları birer kâr veya fayda maksimizasyoncusu olarak tarif etmenin çok zor olduğunu savunmaktadırlar. Ve faydaya ilave olarak, insaf ve ahlakın da insan davranışını etkilediğini iddia etmektedirler. Bkz. Colin Camerer and Richard H. Thaler (1995) ‘Anomalies, Ultimatums, Dictators and Manners’ in Journal of Economic Perspectives, 9 (2-Spring), pp. 209 Ð 19.)) Belli toplumsal ahlaka riayet eden birisi de, inandığı ahlaki değerlerin buyrukları çerçevesinde aynı amaca sahip olabilir. Ahiret günü ekonomik davranışlarından hesaba çekileceğine iman etmiş olan ve İslami bir yasal ve sosyal kurumlar dâhilinde yaşayan bir Müslüman, bu inançlarından ileri gelen birleşik bir faaliyeti maksimize edebilir. Her üç ekonomik davranış tarzında da aynı matematiksel maksimizasyon yöntemi geçerlidir. Dolayısıyla, materyalist birinin nesnel bir faaliyeti maksimize etmesi, bir analiz aracı olarak maksimizasyonu bir kenara bırakmayı gerektirmez.
Yöntemlerin ortak işlevselliğini açıklamak adına Kuran’dan bir örnek verelim. Kur’an Arapça bir kitap olduğu için Şeriat âlimleri Kuran’daki kelimelerin ve kavramların Arapça anlamlarına dayanarak açıklanması gerektiğini söylerler. Buna göre Kuran’daki yatanafas ve el-mutanafisun kavramları((Kur’an, 83/26.)) Arapça “rekabete girsinler” ve “rekabete girenler” olarak anlaşılır. Burada rekabeti karşılayan kelime, on dört asır önce Arapların ticari veya dünyevi herhangi bir konuda birbirleriyle mücadelelerini ifade etmek için kullandıkları kelimelerdir. Burada rekabet kelimesi, insanların peşinde oldukları hedeften farklı bir şeydir. İlaveten, uyumsuzluğu kanıtlanmış olsa da mesela bir IS-LM modeli, her ne kadar gayri-Müslim ekonomistler tarafından icat edilmiş bir araç olsa da, İslami bir toplumda zekâtın kesin etkilerini çözümlemek için kullanılabilinir.
İslam ekonomistlerini iki görev bekliyor: Batılı ekonomistlerin ekonomi bilimine kattıkları değer yüklü ve taraflı yargıları temizlemek ve insan bilgisinin temel kaynağı olarak Vahiy’ten çıkarsanan aksiyomlarla ekonomi bilimini geliştirmek.((Çünkü bu, Her Şeyi Bilen Allah tarafından geldiği için, ekonomistlerin değer yargısız faraziyelerine nazaran insan davranışlarının çok daha iyi ve kapsayıcı birer açıklamasını sağlamalıdırlar.)) Bu amaç doğrultusunda ekonomi teorisinin bir takım temel kavramları yeniden tanımlanmalı ve geliştirilmelidir. Ancak bu, ekonomi biliminin tümevarımsal metodolojisinin ve analiz araçlarının ideolojik bir yaklaşımla reddedilmesi anlamına gelmemelidir.
Son olarak ekonomi teorisinde metodolojik tartışmaların hiç de çözüme kavuşturulmuş olmadığını belirtmek lazım. Bu yüzden, homo-economicus modelini haklı bir şekilde reddeden İslam ekonomistleri, birçok batılı ekonomistin de mevcut modelleri eleştirmesi noktasında yalnız değildir.((Ör. Gunnar Myrdal (1976) ‘The Meaning and Validity of Institutional Economics’ in Economics in the Future. Boulder, Colorado: Westview Press, s. 82-89.)) Neoklasik teori, batılılar arasında dahi tartışılmakta ve artık kesin kabul edilmemektedir. Ekonominin bir sosyal bilim olarak, ne toplum araştırmalarından, ne de ekonomistlerin ideoloji ve değerlerinden ayrı bir şey olmadığı artık genel kabul gören bir gerçek.((Bkz. Mark Blaug, a.g.e., özellikle 5. Bölüm, ve Lawrence A. Donald (1982) ‘The Foundations of Economic Methods’. London: George Allen and Unwin.)) Okuyucuların ve teorisyenlerin hoş görebileceği ve hesaba katabileceği belli bir ideoloji seviyesinin ekonomi araştırmalarında olabileceği öne sürülüyor. Yine tek taraflı bir yaklaşımın, gerçeğin sadece tek bir yüzünü ele alabileceği biliniyor. Ekonomiye bütün yaklaşmanın gerekliliği, İslam ekonomistlerinin bundan bahsetmesinden çok uzun süre önce batılı ekonomistlerce dillendirildi zaten. İslam ekonomistlerinin bütüncül bir ekonomi yaklaşımı önerisi bu nedenle özgün olmaktan uzaktır.((Akram Khan, ‘Challenges of Islamic Economics’, a.g.e., s. 20-23. Aynı çağrı yıllar önce Myrdal tarafından da dillendirilmişti. Myrdal Gumar, a.g.e. Hatta, sözde ‘homo economicus’un mucidi olan J.S. Mill bile, ekonomik olmayan güdü ve amaçlardan ayrı bir ‘homo economicus’ asla düşünmemiştir. Bkz. Joseph Persky (1995) ‘The Ethology of Homo Economicus’, Journal of Economic Perspectives, 9 (2-Spring).))
Kaynak: http://islamekonomisi.org/ekonomi-biliminin-islami-metodolojisi/