Hazırlayan: Ömer Yüceller
Ahmet Tabakoğlu, Türkiye’de İktisat Tarihi ve İslam İktisadı denilince akla gelen ilk isimlerden biri. Fazla ‘göz önünde’ olmayan Tabakoğlu Hoca, Cumartesi günü Kültür Ocağı Vakfı (KOCAV)’nda “Müslüman’ın Parayla İmtihanı” başlıklı bir konuşma yaptı. Tıpkı KOCAV’ın Düşünce dergisindeki röportajının başında söylediği gibi, konuşmasının başında da malumun ilamını duyduk Ahmet Hoca’dan: “Müslümanlar parayla olan imtihanlarını kaybetti!”
İnsan, hayatiyetini sürdürmek için geçinmeye, medar-ı maişetini temin etmeye ihtiyaç duyar. Peki, geçinmek için parayı hangi yolla kazanacak insan? Ahmet Hoca’ya göre temel sorumuz budur. Bunun cevabının İslam’da olduğunu görüyoruz: İslam insanlara meslek edinmelerini ve geçimlerini meslek vasıtasıyla temin etmelerini emreder. Daha sonra ikinci soruyu soruyoruz: “Parayı nasıl elde edeceğiz?” Bunun da cevabını veriyor İslam: “Ahlaklı bir şekilde”. Peygamber Efendimiz’den mülhem, Müslümanlar para kazanırken ve harcarken ‘emin’ olmalıydı; mamafih bir müddettir Müslümanların ‘emin’liğinden bahsedemiyoruz. Tabakoğlu’na göre bunun en bariz göstergelerinden biri, gayrimüslimlerin İslam’a giriş yöntemleridir. Bir gayrimüslim Müslüman olacakken ne yazık ki Müslümanlara bakarak değil, kitaplara bakarak Müslüman oluyor.
“Bize kul hakkını Topçu tanıtmıştır”
Müslümanların buna benzer problemlerini gençliğine kısaca değinerek özetledi Ahmet Tabakoğlu. Kendisi imam hatip lisesi mezunuymuş. Lisesinde güler yüzlü bir hocaya rastlanmazmış. Hüseyin Karagözoğlu bu konuda istisnaymış. Daha sonra Emin Işık, Tabakoğlu’nun dersine girer ve Tabakoğlu bir hayli şaşırır çünkü Emin Işık mütebessim biridir. O güne kadar Müslümanlar’dan güler yüz görmeyen Tabakoğlu, o günden sonra “Demek ki Müslümanlar da güler yüzlü olabiliyor” der. Üniversiteye girdiğinde Fethi Gemuhluoğlu’nun meşhur burslarından faydalanır. Liseden itibaren pek çok cemiyete, cemaate girip çıkar Tabakoğlu. Hem lisesinden hem de çevresinden edindiği tecrübelere göre Müslümanlar ne yazık ki çok şekilcidir. Çok büyük cümleler kurulur, dünyalar kurtarılır fakat hep lafta kalır. Tabakoğlu’nun bu eleştirilerinden ayrı tuttuğu bir topluluk ya da isim var: Nurettin Topçu ve Hareket dergisi. Kendisini emek kavramı ile tanıştıranın, Nurettin Topçu ve Hareket çevresi olduğunu söyledi. “Bize kul hakkını Topçu tanıtmıştır” diye ekledi.
“İslamiyet’i Türksüzleştirme” ve “İslamiyet’i ahlaksızlaştırma” projeleri
Tabakoğlu’na göre Kuran-ı Kerim ile irtibatımızı kestik ve kendimize göre bir İslam oluşturduk. Bunda dışsal tesirler de mevcuttu, hatta “İslamiyet’i ahlaksızlaştırma” diye bir projeden bahsedebilirdik. Tabakoğlu’na göre bu projeyi kim ortaya koydu bilinmez fakat bilinen bir şey var ki biz ‘şekil’ciliği ve şekli birinci sıraya yerleştirdik, ahlakı geriye ittirdik. Dışsal tesir olarak bir de “İslamiyet’i Türksüzleştirme” projesinden bahsedilebilirdi. İslam Dünyası’nda 9. yüzyılda başlayan ahlak kurumsallaşması, 13. yüzyılda Anadolu’da fütüvvet ve ahilik ile tamamlanmıştı. İslam’ın ahlakını kurumsal olarak kemale erdiren Türkler, maalesef 11. yüzyıldan beri üzerinde çalışılan “İslamiyet’i Türksüzleştirme” ve “İslamiyet’i ahlaksızlaştırma” projeleri neticesinde büyük darbeler aldı.
Tabakoğlu pek çoğumuzun dertlendiği bir konuya değindi. Hem dışsal hem içsel tesirler ahlakı çökerttiği için; evvelden ahlaksız olmak kayda geçiyorken şimdilerde ahlaklı olmak kayda geçiyor. Yolda para bulup sahibine teslim eden biri haberlere konu oluyor. Oysaki bu teslimat zaten onun mükellefiyetidir; bırakın haber olmayı, kimsenin ruhunun duymaması gerekir. Eskiden kimse kimseyi aldatmazdı, siftah yapan esnaf müşterisini yapmayana gönderirdi, her pazar dualarla açılırdı. Şimdi bunlardan söz edilmeyeceğini fakat pazarın dua ile açılmasının tamamen kaybolmadığını, İstanbul Anadolu Yakası Hali’nde bir hayli zaman bu adetin devam ettiğini söyledi Tabakoğlu. Hâlâ dualarla mı açılmaktadır bilemiyoruz.
İşçi sefaleti olmadan sanayi devrimi gerçekleşmez
Ahmet Hoca’ya göre aslında kitlevî üretimi ve bunun sonuçlarını biliyorduk fakat icra etmedik çünkü bu tür bir iktisadi düzen bize uygun değildi. Kitlevî üretimde kitlevî işsizlik ihtimali vardır, bu ise İslam iktisadiyatına terstir. Sanayi devriminden bahsedebilmek için sermaye birikimi olmalıdır fakat Osmanlı’da bir sermaye birikimi yoktu çünkü Osmanlı sömürge sahibi değildi. Avrupa’da sanayi devrimi proletaryayla beraber ortaya çıkmıştı. Osmanlı’da ise proletarya yoktu. İşçiler Avrupa’daki gibi sefalet içerisinde değildi, düşük ücret ödenmiyordu. Osmanlı işçisinin bir günlük ücreti ile 4 kg. et alınabiliyordu. Ahmet Tabakoğlu’na göre işçi sefaleti olmadan sanayi devrimi gerçekleşmez.
Ahmet Hoca, İslam’ın ‘emek’ düsturuna doğal olarak çok önem veriyor ve hayırlı bir iktisadi düzenin bunu merkeze alması gerektiği söylüyor. O’na göre İslam insana emeğiyle geçinmesini dayatıyor, insan emeğiyle geçinmeyi bıraktığı an ahlaktan uzaklaşıyor. Emekle elde edilen kazançta haram ihtimali yoktur. Sermaye işin içine girdiği zaman ise haram ihtimali ortaya çıkıyor. Bizim iktisadi düzenimiz emeğe dayalıydı, yeni düzen ise sermayeye dayanıyor. Tabakoğlu Hoca işsizliğin de kapitalist düzenin bir ahlaksızlığı olduğunu ve kadim iktisadi düzenimizi ihya edersek işsizliğin ortadan kalkacağını belirtti.
Eğer kurduğumuz cümlelerde “fiyat” kelimesi çoğaldıysa…
Tabakoğlu, kapitalizm ve ahlak konusunda hem güldüren hem üzen bir örnek verdi: Çalışma Ekonomisi, İşletme, İktisat gibi bölümlerde iş ahlakı dersleri okutulur fakat bu dersler ahlakın içselleştirilmesi adına koyulmaz müfredata. Ahlaksızlık uzun vadede iş dünyasında kârı düşüreceği için, kapitalizmin ve iş dünyasının “işine geldiği kadar ahlaklılık” gerekmektedir, bu yüzden bu bölümlerde iş ahlakı dersi verilir. Bu, kapitalizmin bir oyunudur. Hocaya göre enflasyonlu düzende de ahlaktan söz edilemez. Eğer kurduğumuz cümlelerde “fiyat” kelimesi çoğaldıysa; “Bunun fiyatı ne?”, “Fiyatlar artmış”, “Fiyatlar neden değişiyor?” gibi sorular soruyorsak; bu sorular ekonomik endişeye delildir ve ahlakın yozlaşmasının göstergesidir.
Tabakoğlu, sorular üzerine İslam ekonomisinin bir öz kaynak ekonomisi olduğunu, kredi ekonomisi olmadığını belirtti. Eğer elinizde öz kaynak yoksa, ortaklık yaparsınız. Oysaki biz ortaklık yapmak istemiyoruz çünkü ortaklık bize zor geliyor. Bunun haricinde, yanlış anlaşılan bir noktaya da değindi Tabakoğlu. “Bir lokma bir hırka” düsturu bireysel bazda ele alınmalıydı, toplumsal bazda değil.
Devletin hatalarını paranteze alarak devletin tarafında olmalıyız
Aile ve devletin sosyal bir ihtiyaç gibi algılanmasına rağmen aslında İslamiyet’in bir emri olduğunu söyledi Ahmet Hoca. Bunu belirttikten sonra ekonomide devlet bir soru işareti doğuruyordu; devlet ekonomide üretici mi olmalı, denetleyici mi olmalı? Tarihte devlet her zaman ekonomide denetleyici olmuştur, hiçbir zaman üretici olmamıştır fakat üretim faktörlerini elinde tutmuştur. Bu elinde tutma ise şimdiki ‘mülkiyet’ kavramı ile pek benzeşmemektedir. Eğer kadim düzende devlet toprak üzerinde şimdiki mülkiyete sahip olsaydı, tüm insanlar devlet memuru olurdu. Kadim düzendeki ‘mülkiyet’in şimdiki mülkiyete benzemesi Tanzimat’tan sonraya denk gelir. Zaten bu tarihten itibaren toprakta devletin ‘mülkiyet’i azalmıştır. Sözü, devletin ekonomik rolünden ontolojisine bağlayan Tabakoğlu’na göre; devlet fikriyatı gereklidir. Devlet, daha doğrusu merkezî devlet Kelime-i Tevhid’in siyasi yansımasıdır. Devletin hatalarını paranteze alarak devletin tarafında olmalıyız. ‘İslamiyet’i Türksüzleştirme Projesi’ne karşı devletimizi müdafaa ile mükellefiz.
12-13. yüzyıl fıkhına göz attığımız kadar bugünümüzün fıkhını da oluşturmaya çalışmalıyız
Tabakoğlu pek çok insanın karıştırdığı, klişelerle bezediği, politik malzeme haline getirdiği bir konuya dair çok basit ve özet bir görüş beyan etti. Sanayileşme devri çoktan geçmişti, artık sanayileşmemiz önemli de değildi. Önemli olan teknoloji üretmemizdi. Tabakoğlu’nun kastettiği teknoloji ile bizim eleştirdiğimiz ‘Batı teknolojisinin’ aynı olmadığını hatırlatalım. Bilindiği üzere tarihteki pek çok ilki ortaya koyan teknoloji kitabının yazarı Cezerî, bu kitabı Anadolu’da yazmıştı. Bizde teknoloji bir eğlence aracıyken Avrupa bunu 14.-15. yüzyıllarda ilmi bir yekün haline getirdi ve bu yüzden teknolojide bizi geride bıraktı.
Tabakoğlu’na göre her şeyden evvel zihniyetimizi ihya etmeliyiz. Düşünce sistematiğimizi, bakışımızı iyileştirmemiz lazım; Sabri Ülgener’i tekrar okumamız gerek. Ülgener’in “Ağalık şuuru” dediği debdebe, ihtişam ne yazık ki devlette fazlasıyla kendini gösteriyor. Devlet ve bizler daha mütevazı, daha kanaatkâr olmalıydık. Hocaya göre zihniyet problemlerimizden biri de sürekli geçmişte yaşamamızdır. Şimdi’yi bir türlü düşünemiyoruz. 12-13. yüzyıl fıkhına göz attığımız kadar bugünümüzün fıkhını da oluşturmaya çalışmalıyız. İslam ekonomisi içtihatlarının hepsi madeni para devrinde yapılmıştır. Oysaki şimdi kağıt para dönemindeyiz, hatta para gitgide fiktif bir hale geliyor. Bu yüzden yeni içtihatlar yapmalıyız. (Bilmeyenler için belirtelim, bir dijital para birimi olan Bitcoin bir müddettir dünyanın en iyi yatırım araçlarından biridir.)
Konuyla ilgilenenler için Ahmet Tabakoğlu’nun Düşünce dergisinde yer alan röportajını okumalarını da tavsiye ederim.
Kaynak: http://www.dunyabizim.com/etkinlik/25565/ahmet-tabakoglu-muslumanlar-parayla-olan-imtihani-kaybetti