Anasayfa Araştırma Girişimci ve Sermayedar Ortaklığı: Mudaraba

Girişimci ve Sermayedar Ortaklığı: Mudaraba

by

Melih Turan

Mudaraba, emek-sermaye ortaklığı olarak anlatıldı hep. Emeğin sermayeyle bir araya gelerek oluşturduğu bir ortaklık türü dedik, denildi ve dediler. Şahsen bu konudaki çalışmalarımda mudarabayı girişimciliğe bağlamaya çalıştım ama yine hep emek üzerinden. Ta ki Mustafa Özel’in Yönetebilen Türkler kitabında İbrahim Bodur’un şu sözünü okuyana kadar: “Kitaplar, üretimin emek ile sermayenin ortaklığı ile gerçekleştiğini yazar. Bu yanlıştır. Girişimcisi olmayan yerde emek de sermaye de âtıl kalır.”[1]

Mudaraba (المضاربة) kelimesi Arapça “ضرب” (d-r-b) kökünden geliyor. Yola çıkmak manasında “darbun fi’l-ard”[2] terkibiyle kullanılıyor. Kur’an’ın ilk inen surelerinden olan Müzemmil’de “bir kısmınızın Allah’ın lütfundan rızık aramak üzere yeryüzünde dolaşacağı” mealinde bir ayet geçmektedir ki yola çıkmak manasındaki ‘darebe’ sözcüğü bu ortaklığa işaret ediyor.[3] Mudaraba ortaklığında ise sermaye sahibine ‘rabb’ul-mal’ veya ‘sahib’ul-mal’, sermayeyi işletene ise ‘mudarib’ veya ‘âmil’ deniliyor.[4]

Mudarabanın unsurlarına baktığımızda ifade edilenin salt bir emek olmadığını görüyoruz oysa. Mudarib, yola çıkan yani bir işe girişen anlamında kullanılıyor. Diğer taraftan ise mudaribin muhatap olduğu şey doğrudan bir sermaye değil bir mal sahibi yani sermayedardır. Bu açıdan bakıldığı zaman mudaraba bizim karşımıza bir emek-sermaye ortaklığı değil girişimci-sermayedar ortaklığı olarak çıkıyor.

Girişimcinin de elbette emeği, sermayedarın da elbette sermayesi mevcut. Bu iki olguyu buluşturan saiklerin ücret karşılığında çalışabilen bir emek ile bir bankaya bırakıldığında faiz karşılığında işletilen bir sermaye olmadığını birçok açıdan ele alabiliriz. Bunlardan birincisi mudaribin bir ücret mukabilinde değil, kâr payı mukabilinde çalışması, mal sahibinin ise bir risk karşılığında sermayeyi emanet etmesidir.

Bu karşılıklı anlaşmanın ta Mecelle’den[5] beri bize emek-sermaye olarak aktarılması girişimcilik kültürünün bu topraklarda belli bir zaman aralığında kaybolmasından kaynaklanıyor olabilir. Eskiye sözümüz yok. Ve lakin bugün elimizdeki kaynaklardan hareketle mudarabanın kökenine inerek onu gerçeğine uygun tanımlamalıyız.

Avrupa’nın şirket kültürünü değiştiren commenda ortaklığının mudarabadan alındığını tarih naklediyor. Bu iki ortaklık türünün paydasında ise mudaribin tasarrufu haricinde sermaye zarara uğrarsa bu kayıp her halükârda mal sahibine ait olması var.[6] Bu hüküm mudarabayı diğer alışılmış ortaklıklardan ayırıcı bir karakteristik özelliğe sahip kılıyor.[7] Bugün bu girişimciliğe has risk kültürü Batı tarafında risk sermayesi ve girişim sermayesi olarak ilerleme kaydetmiştir. Bu girişimcilik kültürünün niteliğinde emekten ziyade tecrübe ve buluş temelli bir atılımın, sermayeden ziyade akıllı bir yatırımcının ve bir fon yöneticisinin izi mevcut.

Nitekim Hz. Peygamber (asm.) ile müstakbel eşi Hz. Hatice’nin (ra.) ortaklığındaki mudaraba bunu sarih bir biçimde gösteriyor. Hz. Peygamber, kervanları uzak diyarlara götürüp getirmesi karşılığındaki emeğiyle değil, tüccarlığı yani girişimciliğiyle temayüz etmiş ve bunun karşılığında da kardan pay almıştır. Hz. Hatice de salt bir sermaye sahibi olarak değil, parasını yönetmesini ve kiminle ortaklık yapılması gerektiğini bilen bir fon yöneticisidir ki malını bir emek karşılığında değil risk karşılığında emanet etmiştir.

Bugün, cebimizde taşıdığımız daha çok Batı temelli teknolojinin arkasında emek-sermaye kültürü değil, girişimci-sermayedar kültürü vardır. ‘Aslında bu bizde var’ klişesini söylemek değil niyetim. Bizde olanı doğru tanımlama ve doğru tatbik etmenin önemini vurgulamak istiyorum. Hali hazırda İslami finans içinde kullandığımız mudarabaya dayalı katılım bankacılığı modelinden ziyade mudaraba temelli girişimci-sermayedar oluşumuna geçmeden katma değeri yüksek işlere imza atmak zor gözüküyor. İslam toplumları zengin fırsat kaynaklarını makul araçlar ile kullanmazsa gayr-i Müslim toplumlar bu fırsatları kendi tekelinde yönetmek için tüm araçlarını seferber edecektir.

Bu yüzden geleneksel iktisadın aksine İslam iktisadının üretim faktörlerinin ilk sırasında girişimci ve sermayedar bulunmalı, bunlardan mürekkeb mudaraba ise üzerinde durmamız gereken en mühim finansman modeli olmalıdır. “Girişimcisi olmayan yerde emek de sermaye de âtıl kalır.”

***

[1] Özel Mustafa, “Yönetebilen Türkler”, Küre Yayınları, İstanbul, s. 73.

[2] Şekerci Osman, “İslam Şirketler Hukuku: Emek-Sermaye Şirketi”, Marifet Yayınları, İstanbul, s. 248.

[3] Kallek Cengiz, Mudaraba, İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C.30, s.360; “Allah… bir kısmınızın Allah’ın lütfundan rızık aramak üzere yeryüzünde dolaşacağını, … bilmektedir.” (Müzemmil, 73/20).

[4] Mecelle, Md. 1404.

[5] “Mudaraba, bir taraftan sermaye diğer taraftan sa’y ve amel olmak üzre bir nevi şirkettir.” Md. 1404.

[6] Mecelle, Md. 1428.

[7] Çizakça Murat, “İslam Dünyasında ve Batıda İş Ortaklıkları Tarihi”, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, s. 4.

Benzer Yazılar

Görüşlerinizi Paylaşabilirsiniz

    Mail Bültenimize Abone Olun