Anasayfa Araştırma Kapitalist Sistemin Bozukluğu

Kapitalist Sistemin Bozukluğu

by

Abdurrahman El Maliki

Kapitalist sistemin bozukluğunu anlayabilmek için ekonomik sistemin temelini oluşturan “Milli Gelirin artırılması” düşüncesinden işe başlamak gereklidir. Bu düşünce Kapitalist sistemin temelidir ve sistem bu esas üzere kuruludur. Kapitalist sisteme göre; ihtiyaçlara oranla, mal ve hizmetlerin kıt olması temel problemdir. İnsanların yeni ve sayısız ihtiyaçları karşısında mal ve hizmetlerdeki yetersizlik toplum için ekonomik bir problemdir. Çünkü insanın doyurulması gereken ihtiyaçları vardır. Dolayısıyla bu doyumu sağlayacak bir takım vasıtaların bulunması gereklidir. Bu vasıtalar ise, mal ve hizmetlerdir. Mallar, Kapitalistlere göre “maddi ihtiyaçlar” olarak isimlendirilirler ve bunlar elle tutulabilen, hissedilen ihtiyaçlardır. Bu tür ihtiyaçlar ekmek yemek, elbise giymek ve evde oturmak gibi hissedilebilir ve elle tutulabilir şeylerdir. Hizmetler de ihtiyaç giderme ve tatmin vasıtalarındandır ve yine Kapitalistlere göre manevi ihtiyaçlar olarak isimlendirilir. Bunlar doktorluk, öğretmenlik ve mühendislik gibi hissedilen, elle tutulmayan ancak ihtiyaç gideren şeylerdir. Bu nedenle iktisatçının görevi, insanın ihtiyaçlarını doyurması için gerekli olan doyum araçlarını yani mal ve hizmetleri çoğaltmaktır. Dolayısıyla iktisatçı, insanın ihtiyaçlarının doyurulması için gerekli olan mal ve hizmetlerin üretimini artırmaya çalışır.

Sınırlı miktardaki “mal ve hizmetler” insanın ihtiyaçlarını karşılamaya yetmemektedir. Zira insanın ihtiyaçları sınırsızdır. Öte yandan insan olmasının özelliği gereği sürekli artan ve çoğalan, doyurulması mutlaka gerekli olan yemek, giyinmek, oturacak bir eve sahip olmak gibi birtakım temel ihtiyaçları vardır. Bunların yanında toplumun yaşam seviyesinin yükselmesiyle değişen ve artan ihtiyaçları vardır. Mal ve hizmetler ne kadar artarsa artsın bu ihtiyaçların tamamen doyurulması imkânsızdır. Bu nedenle ekonomik problemin temelinde, ihtiyaçların çokluğuna karşılık doyum vasıtalarının kıt olması vardır. İnsanın bütün ihtiyaçlarını tam olarak doyuracak miktarda mal ve hizmetlerin yetersizliği, toplumu bu türden ekonomik problemlerle yani “mal ve hizmetlerin” ihtiyaçlara göre oransal olarak azlığı problemiyle karşı karşıya getirmektedir.

Mal ve hizmetlerdeki bu kıtlık, ihtiyaçların bir kısmının doyurulmasını bir kısmının ise doyurulmaması sonucunu kaçınılmaz kılmaktadır. Bu durum ise, sınırlı miktardaki mal ve hizmetlerin sınırsız ihtiyaçlara dağılımı ile ilgili kuralların tesbit edilmesini gerektirmektedir. Dolayısıyla Kapitalistlere göre asıl problem insan değil, insanın ihtiyaçlarıdır. Yani her bireyin ihtiyacını doyurma değil, ihtiyaçları doyurmak için mal ve hizmetlerin artırılması temel problemi oluşturmaktadır. Temel sorun bu şekilde tesbit edilince de gelirleri artırarak yüksek seviyede bir üretime ulaşmayı garantileyecek şekilde bir takım kaidelerin konulması kaçınılmaz hale gelmektedir. Yani toplumdaki her birey için değil insanlar topluluğuna yetecek seviyeye ulaşıncaya kadar mal ve hizmetlerin artırılması gerekir. Bu tür bir düşüncede mal ve hizmetlerin dağıtımı problemi, üretim problemiyle tamamen birbirine bağlanmakta ve bütün insanların mal ve hizmetlerden tükettiklerini artırmak için çalışmaları, ekonomik araştırmaların, çabaların birinci hedefi haline getirilmektedir. Onların incelemelerinde Milli hasıla/ üretim kapasitesine etki eden faktörleri araştırmak ekonomik konuların tümü arasında en önemli yeri işgal etmektedir. Kapitalistlere göre ihtiyaçlara oranla mal ve hizmetlerin oransal olarak kıt olmasından kaynaklanan ekonomik problemi çözmek için ele alınması gereken en önemli konu Milli üretimin/ hasılanın artırılması konusudur. Ekonomik problemin temeli her ferdin yaşamasını sağlamak değil üretimi artırmaktır. Bu nedenle de servetin kimin elinde bulunduğuna bakılmaksızın gelişmişlik/kalkınma, genel olarak milli gelir miktarıyla ölçülmektedir. Buna göre toplumun onda biri bu servetin sahibi olsa ve onda dokuzu ise yiyecek, giyecek ve sığınabilecek bir ev bulamasa dahi toplam servet toplam nüfus sayısına bölünerek kişi başına düşen gelir şu kadardır denilir. Çünkü onlar, ancak üretimin artırılması ve ülkede elde edilen üretimden ülke için ürettikleri miktarda yani üretimden güçleri oranında pay alabilmeleri için insanlara özgürlük verilmesi ile ülkedeki fakirlik ve yoksulluk probleminin çözüleceğine inanmaktadırlar. Bu çözüme göre fakirler ve yoksullar da üretimin artırılmasına katkıda bulunacaktır. Böylece onların da fakirlik ve yoksulluk problemleri çözülmüş olacaktır. Dolayısıyla Kapitalistlere göre ekonomik problemin çözümü, üretimin artırılmasından geçmektedir. Kapitalistlerin ekonominin gelişmesi, üretimin artırılması ve üretim artışının sağlanması amacıyla bütün gayretlerini ekonomik planlama noktasında odaklaştırmalarındaki amaç da böylece netleşmektedir. Yani bütün çabalar Kapitalist sistemin kurulduğu temelde yoğunlaşmaktadır.

Kapitalist sistemin temeli işte budur. Kapitalist sistem hem üretimi hem de dağıtımı konu edinir. Ancak bunu tek tek bütün fertlerin ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak değil, ülkedeki mevcut ihtiyaçları dikkate alarak gelirlerin dağıtımını araştırır. Kapitalist sistem dağıtımı, dağıtımın gerektirdiği kurallara göre değil, gelirin artırılması düşüncesine göre yani mal ve hizmetlerin ve milli gelirin artırılması yoluyla araştırır. Diğer bir ifade ile gelirin ihtiyaçlara dağıtımını üretim konusunun içerisinde ele almıştır. Dolayısıyla konunun temeli tamamen üretimin yani milli gelirin artırılması noktasında odaklaşmaktadır. Ayrıca Kapitalist sistem araştırmalarında insana önem vermeyerek insanı bir kenara itmiştir. Kapitalizm, servetin insanlara dağıtımını araştırmaz ve gelir elde etmeleri için onlara her hangi bir garantiyi de vermez. Araştırmasını üretim meselesi üzerinde yoğunlaştırarak, güçleri oranında üretimde pay alabilmeleri için insanları serbest bırakır. Buna göre Kapitalist ekonomik sistemin temel hedefi, Milli Geliri artırmak ve üretimin mümkün olan en yüksek seviyeye ulaşması için çalışmaktır. Toplumdaki refahın en yüksek seviyeye ulaşmasını, ülkedeki üretim seviyesinin yüksekliğine, Milli Gelirin artmasına bağlamaktadırlar. Mülk sahibi olabilmeleri ve üretmeleri için toplumun bireylerine çalışma hürriyeti sağlandığında insanlar üretimden güçleri oranında pay alabilme imkânına sahip olurlar. İktisadın hedefi, fertlerin ihtiyaçlarını karşılamak ve toplumdaki fertlerin her birinin ihtiyaçlarını sağlama ortamını oluşturmak değildir. İktisat, ülkedeki “Milli Gelir”in artırılması ve üretim seviyesinin yükseltilmesi yolu ile toplumun ihtiyaçlarını gidererek doyum vasıtalarının çoğaltılması için vardır. Milli gelirin artırılması ile sağlanan servet artışı, çalışma ve mülk edinme hürriyeti aracılığı ile toplum fertleri arasında dağıtılır. Toplumdaki bütün fertler ihtiyaçlarını doyursun veya doyurmasın, herkes sahip olduğu üretim faktörleri miktarında gücü yettiği kadar bu servetten pay alabilmesi için insanlara hürriyet verilmiştir.

Oysa bu düşünce, tamamen yanlış ve aynı zamanda da zulümdür. Zira doyurulması istenen ihtiyaçlar, insani ihtiyaçlar olması ile beraber ferdin ihtiyaçlardır. O, insanlar topluluğunun, ümmetin veya halkın bütününün ihtiyacı değil toplumun birer ferdi olan Salih’in, Hasan’ın, Muhammed’in ihtiyacıdır. Çünkü ihtiyacını doyurmaya kalkan kişi ferttir. Bu ihtiyaç ister yemek gibi doğrudan doğruya açlığın giderilmesi şeklinde olsun ister ümmetin savunması gibi toplumsal bir ihtiyacın doyurulması şeklinde olsun, aralarında herhangi bir fark olmaksızın bunların tamamı bireyin ihtiyaçlarıdır. Dolayısıyla asıl ekonomik problem, doyum vasıtalarının fertlere dağıtımıdır. Yani mal ve hizmetlerin ümmetin, ve halkın her bireyine dağıtılmasıdır. Yoksa Milli Gelirin dağıtımında bir bütün olarak toplum ya da ümmet ele alınmaz. Diğer bir ifade ile problem, ülkenin tümünün uğradığı yoksulluk değil bir ferdin uğradığı yoksulluk noktasında düğümlenmektedir. Dolayısıyla iktisadın temel konusunu ekonomik maddelerin üretimi değil, her ferdin temel ihtiyaçlarının doyurulması oluşturmalıdır. Çünkü problem ülkede elde edilen üretimle değil ülkede yaşayan fertlerle alakalıdır. Yani fert fert bütün insanların temel ihtiyaçlarının tamamını tam bir şekilde doyurma problemidir. Yoksa iktisadın temel konusu üretimin artırılması olmamalıdır. Asıl mesele, insanların temel ihtiyaçlarının tamamını garantilemek için servetin insanlar arasında dağıtılması olmalıdır. Çözülmesi istenen fakirlik ve yoksulluk problemi, insan olması hasebiyle doyurulması gereken temel ihtiyaçlarının doyurulmaması ve lüks ihtiyaçlarını doyurma imkânının da sağlanmamasından kaynaklanmaktadır. Yoksa çözülmesi istenen problem, ülkenin maddi ilerlemeyi sağlayamaması nedeniyle bir takım ihtiyaçların doyurulamaması veya ülkenin bu kaynaklardan yoksun olmasından dolayı ülkenin yoksulluğu veya fakirliği değildir. Bu anlamdaki fakirlik ve yoksulluk -herkesin temel ihtiyaçlarının karşılanmaması, lüks ihtiyaçlarını da doyurabilme imkânının sağlanmaması– problemi üretim artışı ile çözülemez. Bu problem, her ferdin temel ihtiyaçlarının tamamını eksiksiz bir şekilde doyurmaya yönelik dağıtım keyfiyeti ile çözülür. Aynı zamanda lüks ihtiyaçlarını doyurmasına da yardım edilir. Asıl problem, servetin dağıtılması olduğu halde Kapitalistler, servetin artırılmasını esas olarak aldıkları ve servetin dağıtımını tamamen terk ettikleri için temel ekonomik problemi tamamen ters bir şekilde tasavvur etmişlerdir. İktisadi düzenleme için milli gelirin artırılmasını esas almakla hata ve sapma başlamıştır. Dağıtımın temel olarak alınması gerekirken dağıtıma önem vermeyip üretimi esas aldılar ve servetin toplumdaki fertler arasındaki dağılımını fiyat mekanizmasının düzenleyeceğini söylediler. Yani emeğin ve hizmetin karşılığı bir fiyata sahip olan kişi servetten pay alabilir, aksi halde alamaz. Çünkü Kapitalist sistem ürettikleri kadar gelirden pay alabilmeleri için fertleri serbest bırakmıştır. İnsanlar ancak ürettiklerinin karşılığını alabilirler. Dolayısıyla da ülkedeki gelirden fiyat mekanizması yoluyla sahip oldukları fiyat kadar pay almaktadırlar. Böylece Kapitalist sistem mal ve hizmetlerin üretiminde payı olanların dışındakilere hayat hakkı tanımaz. Sadece üretime katkısı olanlara hayat hakkını tanır. Sakat olanlar -ki zaten onlar zayıf olarak yaratılmışlardır- ya da sonradan zafiyete uğrayanların yaşama hakkı yoktur. Çünkü onlar milli hasıladan ihtiyacını karşılayabilecek miktarda bir gelir elde edememişlerdir. Böylece mali gücü yerinde olan herkes başkaları üzerinde hâkimiyet kurma, liderlik yapma hakkını elde eder. Çünkü o aklı veya bedeni ile güçlü olarak yaratılmıştır. Hangi yolla olursa olsun başkalarına oranla iyi yaşamaya daha çok layıktır. Başkasına nazaran maddeye meyli kuvvetli olan servetten daha fazla pay alır. Buna karşılık manevi sıfatlara bağlılığı kuvvetli olan ve ruhi yöne meyleden kimse ise servetten daha az pay alır. Çünkü düşüncelerinde bağlı kaldığı ruhi ve manevi bağlar, maddeye daha fazla yönelme konusunda onu baskı altında tutar. Böylece Kapitalizm, ruhi ve ahlaki unsurları hayattan uzaklaştırarak hayatı yalnızca maddi ihtiyaçları doyum vasıtalarını kazanmak için maddi bir yaşantı ve maddi mücadele alanı olarak görür. Kapitalizmin uygulanmaya başlamasından sonra halkı müslüman olan ülkelerin ve batılı ülkelerin durumu budur.

Milli Geliri artırmayı ekonominin temel unsuru haline getirmek, üretmeleri ve mülk sahibi olmaları için insanlara çalışma ve mülk edinme hürriyeti vermek ancak, Milli Gelirin toplumun bireylerine dağıtılmasına hiç önem vermemek insanları diledikleri yoldan mülk sahibi olmaya yöneltmiştir. Buna göre insanlar, yalan, kumar, stokçuluk, faiz, içki, her türlü uyuşturucu ticareti, dansözlük, sihirbazlık gibi herhangi bir yolla mülk sahibi olabilirler. Yeter ki bunları ve daha nicelerini yapabilmeleri için insanların mutlak olarak hürriyetleri garantilensin. Bu ise insanlar arasındaki yüce değerlerin tamamının yok olması, insanın hayvanlar seviyesine indirilmesi ve insanlar arasındaki ilişkilerde seviye düşüklüğü demektir.

İşte Kapitalist sistem ve işte onun ürünleri. Kapitalist sistem, probleme toplumsal bir problem, yani insanlar arası ilişkilerle ve servetin insanlar arasında dağıtılması ile ilgili bir problem olarak bakması gerekirken, servetin artırılması ve elde edilmesi için insanlara çalışma ve mülk edinme hürriyeti vererek problemi üretim problemi haline getirmekle ekonomik meseleyi tamamen ters bir şekilde tasavvur etmiştir. Böylece problemi çözmemiş aksine problemi zulüm ve üstün değerlerin yok edilmesi üzerine yerleştirmiştir. Serveti, maddi değerlerin dışında hiçbir değere kıymet vermeyenlerin ve güçlülerin elinde bırakmıştır. Manevi, ahlaki ve ruhi değerlere önem verenlere karşı cimrileşmiş ve zayıfları bu servetten mahrum bırakmıştır. Ekonomik hayatı insanlar arası ilişkilerin ve hayatın temeli haline getirmiş ahlaki kuralları kabul ettiği bu ekonomik temel üzerine kurmuştur. Hayatı yalnızca mal ve hizmet olarak yani yalnızca madde olarak tasavvur ederek fertlerin fakirlik ve yoksulluk problemini çözeceği yerde topluma yoksulluğu iyice yerleştirmiştir. Çünkü toplumun güçsüz insanlardan arınması hayaldir. Milli gelirin artırılması ekonomik sistemin temeli olarak alındığı sürece manevi değerlere sımsıkı sarılanlar fakir olarak kalacaklardır. Gücü yeten kimse servetten pay alacak, güçlü olan kimse gücü sayesinde servete kavuşacaktır. Zayıf olanlar ise servetten mahrum kalacaklardır. Bu ise şüphesiz ki fakirliğin iyice yerleştirilmesi demektir. Üstelik Kapitalist sistem zenginlere nüfuz sağlar, Otoriteyi onların eline bırakarak insanlara hükmetmelerine imkân tanır. Bu nedenle Kapitalizme inanan Batı ülkelerinde, üretenlerin tüketenler üzerindeki hâkimiyeti açıkça görülmektedir. Petrol, otomobil, ağır sanayi vb. işlerle uğraşan büyük şirketlere sahip bir grup insan bütün tüketicileri egemenlikleri altına aldılar. Ürettikleri mallara istedikleri fiyatı koydular. Bu uygulamalar bir yandan Sosyalizme davetiye çıkartılmasına neden olurken öte yandan da Sosyalist saldırılar karşısında kendisini korumak isteyen Kapitalist sistemin yüceltilmesi için Sosyal Adalet kavramının gündeme gelmesine neden oldu.

Ekonomik sistemin temelini Milli Gelirin artırılmasına bağlamanın ve buna çağrıda bulunma düşüncesinin gerçeği işte budur. İktisadi planlamaya ve ekonomik gelişmeye çağrıda bulunmanın altında yatan gerçek neden de budur. Çünkü bu çağrılar ekonomik sistemimizin Kapitalist sisteme göre şekillendirilmesine yönelik çağrılardır. Ekonomik hayatı, insanlar arası ilişkilerin ve hayatın temeli haline getirmeye çağrıdır. İnsanlarda var olan manevi değerleri yok etmek, toplumda fukaralığı ve yoksulluğu yerleştirmek, insanların çoğunluğu -ki onlar mali açıdan zayıf kimselerdir- ezerek onlara zulmetmek ve onları güçsüz kimseler haline getirmek bu çağrının sonuçlarıdır. Bu çağrının topluma ve ümmete yönelik tehlikeli boyutlarının ortaya çıkmasından daha da önemlisi, yıkıma doğru sürüklenen Kapitalist sistemi yeniden ihya etmeye yönelik şüpheli çağrılardır bunlar. Aynı zamanda bu çağrılar, Kapitalizmin uygulandığı ülkelerin Kapitalizmin pençesinden kurtulma aşamasında olduğu, Kapitalistlerin egemenliklerinin ve nüfuzlarının yıkılmaya ve yok olmaya yüz tuttuğu bir dönemde müslümanların topraklarında yabancı devletlerin ayaklarını sabitleştirmek için yapılan çağrılardır.

Kaynak: islamekonomisi.org

Benzer Yazılar

Görüşlerinizi Paylaşabilirsiniz

    Mail Bültenimize Abone Olun