Anasayfa Araştırma İslam’da Gümrük Vergisi

İslam’da Gümrük Vergisi

by

Ülkelerarası mal ithalat ve ihracatını kısıtlamak veya yasaklamak üzere devletler tarafından konulmuş olan vergilere gümrük adı verildiğini biliyoruz. Ayrıca devletlerin ekonomiye müdahale yollarından birisinin de yine gümrük olduğunu çok iyi biliyoruz. Şimdi İslam hukukunun gümrük vergisi ve bu yolla ekonomiyi himaye konusundaki görüşlerini almaya çalışalım.

İslam hukukuna göre ticaretten vergi alınır. Kasani, ticaret mallarının vergi nisabının, altın ve gümüşün nisabı kadar olduğunu ve Müslümanlardan kırkta bir nispetinde vergi alınacağını söylemektedir.((Kasani, Bedayi’, II, 20-21.)) Serahsi, Öşür Babı (Onda bir vergiler bölümü) başlığı altında ticaret mallarından Müslümanlardan kırkta bir, zimmi vatandaş tüccarlardan yirmide bir ve müstemen adı verilen yabancı tüccarlardan da onda bir vergi alınacağını bildirmektedir. Yabancı tüccarlardan onda bir alınmasının sebebini de mütekabiliyet esasına göre, onların Müslümanlardan böyle onda bir oranında almalarını gerekçe olarak göstermektedir.((Serahsi, Mebsut, II, 199.))

Burada bu ticaret vergisinin alınmasının başka sebepleri üzerinde uzun uzun durmak istemiyorum. Ancak ister onlar aldıkları için, isterse yabancıların mallarını devlet koruyup muhafaza ettiği için ticaret vergisi alsın, bu vergi gümrükte olduğu gibi, mal girişini kısıtlamak amacıyla konulmuş bir vergi olmadığını söylemeliyim.

Bununla beraber birçok kaynaklarda((Salih Tuğ, İslam Vergi Hukukunun Ortaya Çıkışı, s. 99; Selim A. Sıddıki, İslam Devletide Mali Yapı, s. 104; Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuku İslamiyye, IV, 93; Muhammed Hamidullah,’ İslam Peygamberi,II, 959.)) yabancı tüccarlardan alınan bu onda bir vergiden gümrük diye bahsedilmektedir. Hâlbuki gümrük vergisi ile bu onda bir vergi birbirinden tamamen farklı olup ayrı ayrı şeylerdir. Bir defa ticaret malı, satmak amacıyla yani kar elde etmek gayesiyle alınıp satılan mallardır. Oysa gümrük vergisi kişilerin kendilerine mahsus şahsi mallardan da alınmaktadır. İslam hukukunda böyle kişinin kendi kullanması için aldığı şahsi bir maldan vergi alınması diye bir şey yoktur. Gümrük vergisi, mal ithalatını kısıtlamak veya yasaklamak amacıyla konulmuş olan bir vergidir. Hâlbuki daha önce açıkladığımız gibi İslam hukuku, tüketim maddelerinin ithalat ve ihracatını savaş halinde iken bile yasaklamamaktadır.

İslam hukukundaki bu yabancı tüccarlardan alınan onda bir verginin adı ticaret öşrü dür. Elmalılı, anlaşılsın diye “ticaret öşrü yani gümrük”, şeklinde bahsetmektedir.((Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini, VI, 4820.))

İslam hukukunda Müslüman tüccarlardan kırkta bir vergi alınır. Bu sebeple gümrük vergisi ile bu ticaret vergisi arasındaki fark burada da ortaya çıkmaktadır. Vatandaşlardan alınan ticaret vergisi ile yabancı tüccarlardan alınan vergi arasında nispet farkı bulunmaktadır. Yani Müslüman tüccarlardan kırkta bir vergi alınırken yabancı tüccarlardan onda bir vergi alınır.

Bizi bu gümrük vergisi ismi üzerinde bu kadar durmamızın sebebi, devletin gümrükler yoluyla ekonomiye müdahale etmesidir. Aslında gümrük vergisi olmayınca, ekonomiye bu kanalla müdahale etme fırsatımda ortadan kalkmış olur. Ticaret öşrü vergisi yılda bir defa alınır, gümrük vergisi ise sınırdan her geçişte alınır. Hatta Hz. Ömer zamanında Hıristiyan bir tüccar ile vergi memuru arasında geçen bir olayı Ebu Yusuf eserinde şöyle nakleder: “Ziyad b. Hudayr, Fırat üzerine ipten bir köprü yaptı. O sırada Hıristiyan bir adam köprüden geçti; Ziyad ondan vergi aldı. Adam gitti mallarını sattı, geri döndü, tekrar Ziyad’a uğradı. Ziyad adamdan tekrar vergi almak istedi. Adam, “Size her uğrayışımda benden vergi mi alacaksınız?” dedi. Ziyad “evet” dedi. Bunun üzerine adam Hz. Ömer’e gitti. Hz. Ömer’i Mekke’de, Kâbe’de buldu. O esnada halka konuşma yapıyor ve şöyle diyordu: “Allah Teâla Kâbe’yi kulları için bir melce kıldı. Allah’ın Harem-i Şerifi’nde bir kimse, diğerinden haksız olarak bir şey almasın. Harem-i Şerif den bir şey alıp kendi evine götürmesin. İçinizden hiç kimsenin bu yasakladıklarımı yaptığını işitmeyeyim.” Bunları dinleyen Hıristiyan Hz. Ömer’e yaklaştı ve “Ey müminlerin emiri! Ben Hıristiyan bir kimseyim. Ziyad b. Hudayr’a uğradım, benden vergi aldı. Sonra gittim, mallarımı sattım, geri döndüm benden tekrar vergi almak istedi” dedi. Hz. Ömer, adama “Onun buna hakkı yok. Senin üzerine vacip olan, malından senede bir defa vergi ödemen idi”, dedi. Sonra kürsüden indi, o adam hakkında Ziyad’a bir talimat yazdı. O adam Mekke’de birkaç gün kaldı. Tekrar halifeye giderek “Ben Hristiyan bir ihtiyarım, Ziyad hakkında size şikâyette bulunmuştum”, dedi. Halife Ömer de adama şöyle cevap verdi: “Ben de Hanif bir ihtiyarim. İşini hallettim”, dedi.((Ebu Yusuf, Haraç, s. 222; Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam, Emval, s.717-718, No: 1683; Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, II, 920.)) Buna göre Müslümanların ticaret öşrü adı altında almış oldukları vergi, gümrük vergisi gibi her geçişte alınan bir vergi değildir. Dolayısıyla ticaret öşrü başka, gümrük vergisi başkadır.

Serbest ticaret ile ilgili olarak burada şunu söylemek gerekir: İslam hukukçularının hüküm koymadaki metodlarını açıklamadan, İslam hukukundaki ekonomik serbestliğin devamlı veya geçici olup olmadığını anlamak mümkün değildir. Bu sebeple konuyla ilgili olarak İslam hukukçularının azimet ve ruhsat hakkındaki görüşlerine kısaca temas etmekte fayda vardır. Fakat daha önce hukuk koyma meselesinde bir iki açıklayıcı cümle ilave etmek yararlı olacaktır.

Araştırmamızın başlarında da söylediğimiz gibi insan Allah’ın koyduğu kanunlara uyar. İnsanı yeme, içme, giyme ve barınma gibi ihtiyaçlarla birlikte yaratan Allah’dır. Allah yaratan olduğu içindir ki, insan ve eşyanın tabi olacağı kanun ve kuralları koyar. İnsana düşen Allah’ın koyduğu bu kuralları, deney ve gözlem metodunu kullanarak ve Allah’ın gönderdiği kitaplardan içtihad ederek bulup çıkarmaktır.

İşte bu manada hukuk, Seyyid Hüseyin Nasr’ın da dile getirdiği gibi, ilahi iradenin somut bir ifadesinden başka bir şey değildir.((Seyyid Hüseyin Nasr, İslam’da Düşünce ve Hayat, Çev: Fatih Tatlılıoğlu, Orhan Ofset, İstanbul 1988, s. 41.)) İslam hukukçularının anlayışına göre, Allah’ın emir ye hükümlerinin uygulanması, yani geniş manasıyla ibadet, mahlûkatın yaratılış sebebi olarak görülmektedir. Mükellefler heva ve heveslerine değil, Allah’ın bildirdiği emirlerine tabi olarak, O’na kul olacaklardır. İbn Teymiye’nin deyişiyle kitaplar bunu bildirmek için indi, peygamberler bunu talim etmek için geldi, Resulullah (s.a.v.) ve müminler de hep bunun için çalıştılar.((Bkz. İbn Teymiye, el-Hisbe, s. 3; Şatıbi, Muvafakat, II, 120.))

İnsanlar ve toplumlar her zaman, biteviye hayatlarını hep aynı şekilde sürdüremeyip bazen hasta ve bazen da sağlıklı olurlar. Hasta insanın hareket ve davranışlarıyla sağlıklı insanın hareket ve davranışları bir olmaz. Hasta bir kimse sağlıklı bir insanın taşıyabildiği yükü götüremez. Toplumlar ve toplumların ekonomik hayatları da böyledir. Sağlıklı ekonomilerde uygulanan kanun ve kurallar kriz süreci yaşamakta olan bir ekonomide tatbik edilemez. İşte bu sebeple İslam hukukçuları farklı sebep ve şartlar altında değişik hükümlerin uygulanabileceğini göstermek üzere, azimet ve ruhsat konularını işlemişlerdir.((Bkz. Muhammed b. Ahmed es-Serahsi, Usulü’s Serahsi, Daru’l Marifet, Beyrut Lübnan 1973-1393, I, 117; Fahru’l İslam Pezdevi, Kenzü’l Vüsul İla Ma’rifeti’l Usul, Şirket-i Sıhafe-i Osmâniyye Matbaası, Dersaadet 1308, II, 298.))

Kaynak: islamekonomisi.org

Benzer Yazılar

Görüşlerinizi Paylaşabilirsiniz

    Mail Bültenimize Abone Olun