Anasayfa Analiz İslam Ekonomisi Perspektifiyle Bir Büyüme Modeli Çerçevesinde Üretim ve Sosyal Refah Fonksiyonu

İslam Ekonomisi Perspektifiyle Bir Büyüme Modeli Çerçevesinde Üretim ve Sosyal Refah Fonksiyonu

by

İslam ekonomisi, diğer iktisadi sistem ve kuramlardan farklı bir şekilde, dini değerlerle iç içe olan kendine has bir karakteristiğinden dolayı, ilkeleri ve kurumları birey odaklı olup, bireylerin yaşadığı ortamdaki felsefi, psikolojik ve sosyolojik yapı ile yakından ilgilidir. Diğer bir deyişle İslam Ekonomisi; İslam’ın insanın maddi ve manevi yetenek, imkân, ihtiyaç ve hedeflerine birden hitap etmesinden dolayı, samimi bir şekilde kabrin öbür tarafına yönelerek inanması gerektiği gibi inanan ve inandıklarının gereklerini samimi olarak yerine getirmeye çalışan insanların toplumdaki oranına bağlı olarak ortaya çıkan davranış şekilleri ve yaşam biçimlerinin yansımasının teorik ifadesi olmaktadır. Bu nedenle, konunun daha iyi anlaşılması için bilimsel olarak İslam ekonomisinin özellikle din, felsefe, felsefe ve sosyoloji disiplinleri ile olan irtibatı, bu bilim dallarının İslam’ın ekonomik modeli olan müminin ekonomik davranışlarını nasıl etkilediğini ve İslam’ın iktisadi prensiplerinin bu temellere neden ve nasıl oturtulduğunu incelemekte büyük yarar vardır.

İhtiyaçlarla mevcut imkânlar arasında dengeli bir yaşamı tesis ve kontrol eden müesseselerin başta geleni muhakkak ki dindir. Din, israfı yasaklayarak insanı hakiki ve zaruri ihtiyaçlarının temini için meşru yollarda çalışmaya sevk eder. İslam`da din, yaşantının tüm örgüsünü kapsamakta olan kuşatıcı bir çerçevedir. İslamiyet, hayatın her bir yönünü ele aldığı zaman onu din ile birleştirir ve onu insanın kendi yaratıcısı ve ahretiyle olan dini bağlantı çerçevesinde kalıba döker. Din, kişisel içgüdüleri genel toplumsal çıkarlar hesabına güçlendirerek sosyal problemleri çözümleme konusunda başrolü oynamaktadır.

İslam, ekonomik gelişme ve refah için bir model insan portresi önermediği gibi, sadece en uygun insan modelini mahsul verecek ilkeleri koymakla yetinmiştir (Ansari, 1994, s. 398). Evet, İslam’a göre insanın hayatındaki temel problem, yaradılışı ve dolayısıyla genetik kabiliyet ve duyguları ile ilgilidir. Çünkü bu problem, kişisel içgüdülerin birbirinden farklılık göstermelerinden dolayı, ihtiyaçların giderilmesinde insanın mutluğunun çoğunlukla genel toplumsal çıkarlar ile çelişmesinden kaynaklanmaktadır. Çözüm yolu olan dininden kasıt ise saf, katıksız olan tevhit dinidir ki bu din, kişisel içgüdüler, bireysel ihtiyaçlar ile genel sosyal çıkarlar ve pratik sonuçlar arasında bir uyum sağlayabilmekte ve insanın kendisi ile bütün varlıkların barış içerisinde yaşamasının anahtarlarını vermektedir. İnsanın felsefi, psikolojik ve sosyolojik düşüncelerine göre şekillenen ve bütün hayatı örgüleyen sosyal düzenin bir parçası olması niteliğiyle İslam Ekonomisi de, bu düzenin genel çerçevesi ve yansıması olarak ortaya çıkmaktadır.

Bugün iktisadi açıdan kabul edilen şudur ki; toplumsal kalkınma, maddi ve manevi veçheleri ile sosyal, kültürel, ahlaki ve hukuki bünyesinde gelişmenin iktisadi bir sonucu ancak olabilir. Manevi ve ahlaki cephesi ile kültürel ve sosyal cephesi gelişmemiş bir cemiyetin sırf iktisadi cephesini kalkındırmak mümkün değildir (Nakvi, 1985, s. 27). Durum böyle olunca, ister istemez aslında birbiriyle barışık, birbirinin kaynağı ve dayanağı olan madde ve mana üzerine birlikte eğilmek, cemiyetin iktisadi bünyesi ile birlikte sosyal, kültürel ve ahlaki bünyesini incelemek gerekmektedir.

Refah toplumu olmak gayesi, dinin bünyesinden çıkan ahlaki ve manevi değerlerin kontrolüne mutlak anlamda muhtaç olduğu gibi, İslam’da refah toplumu, Dünya imtihanını yani ahretini kaybetmemek amacıyla Allah rızası yolunda çalışmanın bir sonucu olarak ortaya çıkabilir. Çünkü Allah yolunda çalışmak sadece klasik anlamdaki ibadet veya dua etmek ile sınırlandırılamadığı gibi, aslında gerçek iman sahibi bir Müslüman için neticesi itibariyle güzel olan her iş, her hareket ve uygulama ibadet ve dua anlamını taşır ve ortaya çıkan her sonuç da bir şükür, dua ve ibadet neticesi ve nedeni olarak görülür. Bu da iyi ahlakın en yüksek derecesidir. Dolayısıyla, iktisadi hayatta “Homo Economicus” modeli aşılanarak ve hiçbir ahlaki değeri olmaksızın maksimum kar ve fayda peşinde koşturularak ahlak faktörü ihmal edildiği takdirde, itimatsızlık, merhametsizlik, hile ve yalan gibi mevhumlar menfaat duygusuna yön veren esaslar olur ve bu ahlaki ve manevi zaafların bir sonucu olarak, iktisadi yapının unsurları durumundaki sosyal dayanışma ve toplumsal emniyet ortadan kalkar. Ayrıca, ahlak ve dolayısıyla sosyal sorumluklar ihmal edildiğinde gelir dağılımındaki adalet de bozulmağa yüz tutar. Bu nedenlerden dolayı, ahlaki ve manevi değerlerin kaynağı olan din kavramını, toplumların iktisadi sorunlarına yön veren bir sosyal dayanışma ve istikrar unsuru olarak görmek gerekir.

Müslüman ülkelerde ciddi ekonomik krizlerin olması ve teorik olarak İslam ekonomisinin başarılı görünmemesinin temel sebebi üzerinde yapılan araştırmalarda, bunun asıl nedeninin çoğu Müslüman ekonomistin gerçek imana sahip olmamasından dolayı kapitalist batı toplumlarında üretilmiş ideolojileri çok sorgulamadan kabul etmelerinden kaynaklandığı ortaya konulmuştur (Zaman, 2012). Bu nedenle de İslam’ın inanç ve yaşayışının temel dinamikleri ve ilkelerinin ana kaynağı olan düşünsel ve felsefi alt yapısının analiz edilerek buna göre bir çözümleme yapılması ihtiyaç olarak görülmektedir.

Faizsiz Ekonomide Büyüme

Büyüme, başka faktörler yanında belirli bir dönemde üretilen fiziki mallar ile hizmetlerin miktar olarak artışını ifade etmektedir. Faiz alarak aşırı büyüme hırsıyla hareket edildiğinde ise en ufak bir tökezlemede iflaslar baş göstermekte ve ekonomide beklentiler üretimle birlikte düşmeye başlamaktadır. İslami bir ekonomide her şeye rağmen büyüme bir amaç değil, fakat toplumun iyi yaşam düzeyine terfi etmesi için kullanılacak bir araç olarak görülmektedir. Kaynaklar israf edilmeden insanlık yararına seferber edildiğinde sonuçta sürekli büyüme ortaya çıkacaktır. Peki, böyle bir ekonomide büyümeyi hangi faktör açıklar. Burada, İslami büyüme modelinin fiziki değerler yanında moral değerler üzerine de bina edildiği seküler sistemdekilerden oldukça farklı hipotezler üzerinde durulmuştur. Fakat, bu bakış açısını uygun görmeyenler ampirik verilerle düşüncelerini ispat etmeye çalışmışlardır. Örneğin ABD ekonomik dataları üzerinde yapılan bir ampirik çalışma, büyümeyi açıklayan faktörlerden sadece yarısının “fiziki faktörler” olarak gösterilmesine rağmen, hata terimleri içinde saklanan açıklanamayan bağımsız değişkenleri Denison, “ölçümdeki bilgisizliklere” bağlamıştır.

Çoğu Müslüman ekonomistler, büyüme üzerinde etkili olduğunu düşündükleri moral değerleri farklı şekillerde ele almışlardır. Birliktelik ruhu, hamiyet, kültürel şevk vb. ile Müslümanları geçmişteki üstünlüklerini tekrar elde etmeye çağırmışlardır. Bu çalışmada ise “ihlas”ın bir neticesi olarak “İhsan-ı İlahi”, sürdürülebilir ekonomik büyümede bir faktör olarak değerlendirilmek istenmiştir. Buna göre bu faktör, ekonomik büyümeye gerekli bazı kurumsal düzenlemeler ve uygulamalar kanalı ile takva (Allah korkusuyla menhiyatlardan çekinmek ile emir dairesinde hareket etmek) sayesinde otomatik stabilizator şeklinde işlev görebilmektedir.

Bu konularda ampirik çalışmaları engelleyen faktör, kuşkusuz ekonomik verilerin eksikliğidir. Bu nedenle, Kuran ve Sünnet ışığında ilkeler mantık çerçevesinde teorik olarak tartışılmıştır. Analitik sonuçlar, moral faktörlerin hem büyüme ve hem de gelir düzeyi üzerinde pozitif etkilerde bulunabildiğini ortaya koymuştur. Bu model önemli ekonomik etkileşimleri genellemektedir.

Bu alanda çalışan ekonomistler farklı görüşlere sahip olabilmişlerdir. Klasik yaklaşıma göre; kalkınmayı tasarruf, yatırım ve teknolojik gelişmeler sağlar. Siddiqi (1983) kalkınmayı “fazlalık değerlerin sosyalize edilmesi” süreci olarak görür ve İslam’ın bunun için yeteri kadar motive edici iç dinamikleri olduğu üzerinde durur. Sadeq (1989), İslami ekonominin, yoksulluğu ortadan kaldıracak ve gelir ile varlıklarda büyümeye yol açacak göçlü saikler üzerinde durmuştur. Bu amaçla İslam, çalışmaksızın tevekkül etmeyi ve tembelane kanaati yasaklar ve sürekli ekonomik aktiviteye teşvik eder ki, bu aktivitelerde bulunanların –kesb edenlerin- “Allah’ın sevgilisi” olarak nitelendirildiği görülmektedir. Büyüme faktörleri alanında, doğal ve beşeri kaynaklar yanında özellikle araştırma ve geliştirme faaliyetleri üzerinde durulmuştur. Başka bir kategori, İslam’ın moral değerlerinden kaynağını alan motive edici güçler nedeniyle kalkınmanın din tarafından sağlanan bir süreç olduğudur.

Kalkınma potansiyeli insani değerlerde yatmaktadır. İslami politikalar, her Müslüman birey ve toplum için en önemli amaç olması gereken ruhi eğitim üzerinde odaklanmıştır. Çünkü dünyada biriktirilen mal ve servet neticede ölümle birlikte bırakılmaktadır. Ortalama olarak günde 150.000 insan öldüğü dikkate alındığında her gün ölebileceği gerçeğini hatırlayan insanlar, belirli bir noktadan sonra büyüme yolunda çalışmayı terk ederek zevk ve sefahate atılarak ölümü unutmaya ve kendisini avutmaya çalışacaktır. Ancak İslami modelde insanların gerçek mutluluğu kendisinin geçici olarak dünyada bulunduğunun şuurunda olarak kendisine emanet olarak verilen varlıkları en iyi bir şekilde kullanmak ve insanlık hayrına çalışma noktasındaki gayretine göre derece kazanacağını düşüneceği için teknik olarak üretimin aksaması veya hırsla hareket ederek aşırı büyüme eğilimi göstermeyeceğinden dengesizlikler meydana gelmeyecektir. Bu da kişilerin sahip oldukları tahkiki imanın kuvvetine göre değişebilecektir.

(Bu metin makaleden alınmıştır. Çalışmanın tamamını okumak için kaynakta yer alan bağlantıyı tıklayınız.)

Kaynak: İstanbul Ekonomi Dergisi

Benzer Yazılar

Görüşlerinizi Paylaşabilirsiniz

    Mail Bültenimize Abone Olun